Makale

Prof. Dr. Gary Miller'in İslam'la tanışma hikâyesi

Prof. Dr. Gary Miller’in İslam’la tanışma hikâyesi

Prof. Dr. Abdulaziz Hatip
Marmara Üniv. İlahiyat Fak.

Şu anda Melik Fehd Üniversitesinde Matematik Profesörü olan Gary Miller, eski bir papazdı ve insanları Hristiyanlığa çağıran bir misyonerdi. Allah ona İslam nimetini nasip ettikten sonra bir konuşmasında Müslümanlara şöyle seslenmiş:
“Ey Müslümanlar! Eğer sahip olduğunuz nimetin ne kadar büyük olduğunu gereği gibi bilseydiniz, sizi Müslüman bir anne babadan dünyaya gönderdiği, Müslüman bir ailede yetişme fırsatı verdiği ve bu yüce dini üzere büyüttüğü için Allah’a çok hamd ederdiniz. Peygamberliğin manası, uluhiyetin manası, vahyin, risaletin, dirilişin, hesabın vs.’nin manası sizin dininizde diğer dinlerdekiyle gök ile yer arası kadar uzak ve üstündür.”
“Beni bu dine asıl cezbeden husus, iman konularındaki netliktir. Bu netliği başka hiçbir dinde göremiyorum.”
Nasıl Müslüman oldu?
Miller, Kitab-ı Mukaddes hakkında çok geniş malumata sahip bir misyonerdi. Ayrıca matematiği de çok severdi. Bu nedenle de mantığa ve olayları mantıki bir silsile hâlinde ele almaya meraklıydı. Bir gün Kur’an-ı Kerim’i okumak istedi. Amacı, Müslümanları Hristiyanlığa çağırırken yapacağı dinî tartışmalarında kullanabileceği bazı yanlışlıklar yakalamaktı. O, 14 asır önce yazılmış, çöl vs.’den bahseden köhne bir kitapla karşılaşacağını bekliyordu. Fakat onu okudukça hayret ve şaşkınlığı arttı. Hatta bu dünyada başka hiçbir kitapta rastlanamayacak gerçekler keşfetti.
Hz. Peygamber’in başından geçen ve sinirleri üzerinde olumsuz etki bırakan bazı olayları bulacağını sanmıştı. Mesela, değerli eşi Hatice’nin, kızlarının ve erkek çocuklarının hüzün dolu hikâyelerini okuyacağını zannetmişti. Ne var ki, bunlardan hiçbir şey bulamadı. Onu hayrete düşüren bir husus da, Kur’an’dan tam bir surenin Hz. Meryem’in adını taşıması ve Hristiyanların dinî kitap ve İncillerinde bile rastlanamayacak derecede Hz. Meryem’in onurlandırılmasıydı. Oysa Kur’an’da ne Aişe ne Fatıma adını taşıyan bir sure mevcuttu. Yine Hz. İsa’nın Kur’an’da 25 yerde adının geçtiğini, oysa Hz. Muhammed’in isminin ise sadece dört yerde yer aldığını gördüğünde hayreti bir kat daha arttı. Kur’an’ı daha bir dikkat ve ilgiyle okumaya başladı. Aklında hep tenkit edilebilecek bir açığı yakalamak vardı. Fakat sonunda çok önemli ve ilginç bir ayetle karşılaştı. Bu ayeti okuduğunda vurulmuşa döndü. Ayet şöyle diyordu:
“Kur’an’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer Kur’an, Allah’tan başkasına ait olsaydı, elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı.” (Nisa, 4/82.)
“Falsification test”, günümüzde bilinen prensiplerdendir. Bu da, doğruluğu kanıtlanıncaya kadar ortaya atılan teorilerde yanlış arama veya konuyu ciddi incelemeye tabi tutma kuralıdır. İlginçtir ki, Kur’an, Müslüman olsun veya olmasın herkese bu konuda meydan okuyor. Kendisinde asla bir hata bulamayacaklarını ilan ediyor.
Dünyada hiçbir yazar böyle bir cüret gösteremez. Yani bir kitap yazıp da, “Bu kitap her türlü hatadan uzaktır” deme cesaretini gösteremez. Bunun tek istisnası olarak Kur’an, kendisinde hata ve tutarsızlık bulunmadığını ve böyle bir şeye asla rastlanamayacağını söylüyor.”
Prof. Dr. Gary Miller’in üzerinde durduğu bir ayet de şudur:
“Hakkı inkâr edenler görüp bilmediler mi ki, göklerle yer bitişik (bir bütün) idi, onları Biz ayırdık, hayatı olan her şeyi sudan yaptık? Hâlâ inanmayacaklar mı?” (Enbiya, 21/30.)
Bu ayet 1973 yılında Nobel ödülü alan bilimsel araştırmanın tam da konusunu oluşturmaktadır. Söz konusu araştırma Big Bang teorisini konu alıyordu. Bu teoriye göre şu mevcut evren içinde uzayın ve yıldızların yer aldığı şu âlem büyük bir patlama sonucu doğmuştur.
Ayette geçen “ratk” kelimesi bitişik nesne demektir. “Fetk” ise ayrılmış, parçalanmış anlamına gelir. Sübhanallah! Bu ayete göre de yer ve gökler bir zamanlar bitişikti. Allah onları birbirinden ayırdı.
Kur’an’ı meydana getirmede Hz. Muhammed’e şeytanların yardımcı olduğunu ileri süren iddiaya cevap olarak da Kur’an şöyle buyurur:
“Kur’an’ı asla şeytanlar indirmiş değildir. Bu onların yapacağı iş değildir! Hem isteseler de buna güçleri yetmez. Çünkü onlar vahyi işitmekten kesinlikle menedilmişlerdir.” (Şuara, 26/210-212.)
Başka bir ayette de Kur’an okunduğunda şeytandan Allah’a sığınılması istenir:
“Kur’an okuyacağın zaman, o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” (Nahl, 16/98.)
Şeytan bir kitabın yazımında yardımcı olup da ardından, o kitap okunduğunda kendisinden Allah’a sığınılmasını isteyebilir mi?
Bu ayetler de bu eşsiz Kitab’ın icaz yönlerinden biridir. Asırlar öncesinden bu konuda ortaya atılacak iddialara son derece mantıki cevaplar vermiştir.
Mukaddes denilen dinî kitaplar arasında bu üslupla söz söyleyebilen başka bir kitap yoktur. Diğer tüm kutsal kitaplar, nereden geldiğini belirttikleri birtakım malumatlardan meydana gelmektedir. Mesela, tahrif edilmiş İncil, eskilerin kıssalarını anlatırken der ki: “Falan kral falan yerde yaşadı. Falan komutan filan yerde filan savaşı yaptı, falan şahsın şu kadar çocukluğu var, çocuklarının adları şunlar şunlardı vs.”
Yine kitaplar genellikle, “Daha fazla bilgi istiyorsan, falan veya filan kitabı da okuyabilirsin” derler. Bu da o kitabın onlardan da istifadeyle hazırlandığını gösterir.
Kur’an ise böyle değildir. O, okuyucusuna bir bilgiyi verir ve bunun yeni bir bilgi olduğunu söyler. Hatta bu bilginin insan aklının ürünü olmadığından emin olman için araştırma yapmanı önerir. Mesela, gayet ilginçtir ki, Kur’an’ın indiği dönemde Mekke halkı Kur’an’ın ve onun verdiği bazı bilgilerin yeni olduğuna, ne Hz. Muhammed’in ne de kavminin bilmediğine ilişkin meydan okuyucu iddiasını tekrar tekrar dinledikleri halde, çıkıp şunu diyememişlerdir:
“Bunun neresi yeni? Biz bunu zaten biliyorduk!” Böyle diyemedikleri gibi, Kur’an için makul bir beşerî kaynak da gösterememişlerdir. Çünkü Kur’an’ın verdiği bilgiler gerçekten yeni ve orijinaldi. İnsan aklının ürünü olamazdı. Geçmişi, geleceği ve şimdiki zamanıyla gaypları bilen Allah’tan geliyordu.”
Prof. Dr. Miller, Müslüman olduktan sonra birçok makale kaleme aldı. Bunlardan birkaç tanesinin adı şöyledir: “Hristiyanlığa Kısa Bir Reddiye”, “Kur’an’ın Büyüklüğü”, “Hz. İsa’nın Tanrılığı İddiasına Karşı Bazı Düşünceler”, “Müslüman’ın İnanç Esasları”, “İncil ile Kur’an Arasındaki Fark”, “Misyonerlik Hristiyanlığı”.
Prof. Dr. Miller, Kur’an-ı Kerim’i “Büyük” olarak sadece Müslümanların nitelemediğini, onun büyüklüğünü gayrimüslimlerin bile itiraf ettiğini, hatta bazıları İslam’a azılı düşman olduğu halde böyle bir itiraftan kendilerini alamadıklarını belirtir.
Ayrıca, Kur’an’ın, öyle bazılarınca ileri sürüldüğü gibi çölde inen ve sadece çöl hayatından bahseden bir kitap olmadığını, bu iddiada bulunanların Kur’an’ı okuduklarında onun konularının zenginlik ve renkliliği karşısında hayrete düştüklerini söyler. Mesela, Kur’an’ın denizi, denizdeki fırtınaları ve denizde yolculuk yapanların ruh halini anlatan ayetlerini okuyan bir denizcinin, önce Hz. Muhammed’in denizci olduğunu zannettiğini, gerçeği öğrendiğinde ise, Kur’an’ın Hz. Muhammed’in sözü değil, Allah’ın kelamı olduğunu anlayarak Müslüman olduğunu anlatır.
Prof. Dr. Miller’e göre, Kur’an-ı Kerim bir beşer olan Hz. Muhammed’in aklının ürünü olsaydı, o sıralarda aklından geçen, zihnini meşgul eden ve hayatını etkileyen olay, şahıs ve duyguları yansıtması gerekirdi. Oysa acı tatlı pek çok olay yaşadığı, felaketler gibi mutluluklar da gördüğü halde, bunlar Kur’an’da yer almamaktadır. Mesela, sevgili eşi Hz. Hatice’nin vefatı, Hz. Fatıma hariç tüm çocuklarının vefatı gibi acı olaylara Kur’an’da hiç yer verilmemekte, hatta bunlardan hiçbirinin adı bile geçmemektedir.
Kur’an’ın eşsiz bir özelliği ve mucizelik yönü de, kendinden son derece emin olması ve söyledikleri konusunda şüphesi olanların, verdiği bilgileri araştırması ve özellikle o konuda gerçek ilim ehli olanlara sormasını önermesidir. “Bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun.” (Enbiya, 21/7.) ayeti bunun ifadesidir.
Mesela, bundan birkaç sene önce Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde bazı Müslümanlar, anne rahmindeki yavru ile ilgili tüm ayet-i kerimeleri toplayıp Kur’an’ı, biraz önce kaydettiğimiz ayetin tavsiyesine uyarak Kanada’nın Toronto Üniversitesi ünlü hocalarından Kis Muir’e verdiler. Bu zat bu sahanın en önemli mütehassıslarından olan ve pek çok eseri bulunan bir ilim adamıdır. Onu Riyad’a davet edip araştırması için gerekli tüm şartları hazırladılar ve bu ayetleri tamamen bilimsel bir açıdan değerlendirmesini istediler. O, araştırmasının sonunda hayretler içinde kaldı ve o konuda yazdığı bir kitabın ikinci baskısında önemli değişiklikler yaptı. Hatta bu zatla kendisinin bir röportaj yaptığını, röportaj sırasında mikroskop altında çekilmiş resimlerle bilgiler verdiğini, Kur’an’ın bu teknik gelişme sonucu erişilen bulgularla tamamen örtüştüğünü, sadece mikroskopla tespit edilebilecek bu bilgilerin öyle bir canlının karnını yarmakla tespit edilebilecek türden olmadığını, dolayısıyla bu son derece dakik ve isabetli bilgilerin o çağdaki bir insanın ürünü olamayacağı ve vahiy kaynaklı olması gerektiğini söylediğini belirtir. Hatta, Dr. Muir’in bu tespitlerinin Kanada’daki gazetelere de manşet olduğunu, söz konusu manşetlerden birinin, “Eski bir kitapta bulunmuş müthiş bir gerçek!” şeklinde atıldığını ifade eder. Ona göre Kur’an’da bunun gibi daha birçok konu var. Her birisini tek tek ele almak için uzun araştırmalara ihtiyaç vardır.
Prof. Dr. Gary Miller’in, şu tespiti de oldukça çarpıcıdır:
“Yeni Katolik Ansiklope-disinde Kur’an’la ilgili bir maddede aynen şöyle demektedir: ‘Geçmiş yüz yıllar boyunca Kur’an’ın kaynağıyla ilgili pek çok teoriler ileri sürüldü. Bugün bunlardan hiçbirini kabul edebilecek aklı başında bir insan bulunamaz.’ Görüldüğü gibi Katolik Kilisesi bile Kur’an-ı Kerim’in gerçek kaynağını çürütmeye çalışan tutumları inkâr etmeye mecbur kalmıştır. Şüphesiz, Kur’an’ın kaynağı Katolik Kilisesi için de bir problem olarak ortada durmaktadır. Çünkü Kur’an, kendisinin Allah’tan vahiy yoluyla geldiğini açıkça belirtmektedir. Kilise’nin dediği, bu güne kadar ileri sürülen kaynakların doğru ve tutarlı olmadığıdır. Yoksa Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu kabul etmiş değiller. Bunun için araştırıyorlar ve vahiy olmadığını kanıtlayacak bir delil bulmaya canla başla çalışıyorlar. Fakat başaramıyorlar. Makul bir izah getiremiyorlar. Fakat en azından araştırmalarında haysiyetli davranmaya çalışıyorlar ve kuvvetli bir delile dayanmayan öylesine bir izahı kabul etmiyorlar. Kilisenin açıkça belirttiği husus, on dört asırdır Kur’an’ın kaynağı konusunda makul bir izahın yapılamadığıdır. Böylece en azından Kur’an-ı Kerim’in, öyle kolayca inkâr edilebilecek bir kitap olmadığını itiraf etmiş oluyorlar.” (Ricâl ve Nisâ Eslemû, s. 63-93.)