BİR DURUŞU OLMALI İNSANIN
Mehmet KAHRAMAN
Menfaatperestlerin çoğunlukta olduğu yerde doğruluktan, vicdandan bahsetmek güç görünüyor. Hep daha fazlasını kazanabilmek için haramın helalin gözetilmediği, haksızlık karşısında sessiz kalınan bir ortamda duruş sahibi insanları bulmak da zorlaşır. Oysa hayatın her döneminde böyle insanlar yaşamıştı ve günümüzde de yaşamaya devam ediyor. Yalnız onları ortada göremeyiz. Yeri ve zamanı geldiğinde ortaya çıkar, üzerine düşeni yapar; kimseye minnet etmez, doğruluktan şaşmaz, yaptıkları karşılığında menfaat beklemezler. Kim bunlar? İsimleri her dönemde değişse de genelde “Muhsin Çelebi” diyebiliriz bunlara.
Ömer Seyfettin’in, Pembe İncili Kaftan öyküsünün başkarakteridir Muhsin Çelebi. Hikâye bu ya! Şah İsmail’e bir elçi gönderilecektir. Bu elçinin cesur olması istenir çünkü Şah İsmail zulüm ve gaddarlığıyla bilinen bir hükümdardır. Muhtemel ki gönderilen elçiye hakaret edecektir, zulmedecektir, belki işkence edip öldürecektir. Elçi ölümden korkmamalı ki uğradığı hakarete karşı koyabilsin, devletin şanını koruyabilsin. Sadrazam vezirleri toplar ve bu vazife için cesur birini bulmalarını ister. Vezirlerden biri Muhsin Çelebi’yi önerir. Muhsin Çelebi tam aradıkları bir adamdır: Cesurdur, doğrudan ayrılmaz, ölümden çekinmez, dünya nimetlerine minneti yoktur. Sadrazama takdim edildiğinde onun karşısında bile duruşunu muhafaza eder. Vakur bir şekilde, beni istemişsiniz, der. Sadrazam bir müddet sonra Muhsin Çelebi’ye durumu izah eder. Muhsin Çelebi ilk başta bu teklifi kabul etmez. Ondan fedakârlık yapması istenir. Fedakârlık denen şey ölümü göze almak. Zamandan feragat edilir, maddiyattan feragat edilir, rahattan feragat edilir ama candan feragat ne demek? Muhsin Çelebi bunu tek şartla kabul eder. Devletten hiçbir ücret almayacak, her şeyi kendi parasıyla karşılayacaktır. Sadrazam bunun çok masraflı olduğunu söyler. Hazineden altın verilmesini önerir. Fakat Muhsin Çelebi kabul etmez. Çiftliğini ve mandırasını rehin verecek, oradan gelen altınlarla meşhur pembe incili kaftanı alacak, yolculuk için gerekli atları ve hademeleri temin edecektir. Çiftliğini ve mandırasını rehin vererek on bin altın borç alır. Bunun sekiz biniyle pembe incili kaftanı alır, kalan iki binini kafileye harcar. Yolculuk sonunda Şah İsmail’in karşısına çıkar. Başı dik bir şekilde Şah’ın karşısında duran Çelebi, kendisine emanet edilen nameyi Şah’a uzatır. Sonra etrafına bakınır, oturacak koltuk veya şilte yoktur. Bunun, kendisine ve temsil ettiği makama hakaret amaçlı yapıldığını anlar ve sırtındaki kaftanı çıkarıp yere serer, böylece konuşmasına başlar. Öyle sert ve kararlı konuşur ki Şah hiçbir şey diyemez. Âdeta donup kalır. Çelebi, konuşması bitince müsaade istemeden kalkar. Kapıya doğru ilerler. Şah, şunun kaftanını verin, der. Nedimeler, “Kaftanı unutuyorsunuz.” deyince “Unutmuyorum, onu size bırakıyorum.” der Muhsin Çelebi. “Sarayınızda büyük bir padişah elçisini oturtacak şilteniz dahi yok. Hem bir Türk yere serdiği şeyi arkasına koymaz.” diyerek çıkar. Üsküdar’a geldiğinde doğruca sadrazamın yanına gider, durumu anlatır Muhsin Çelebi. Kaftanla ilgili hiçbir şey söylemez. Başka bir talebi de olmaz. Kaftan orada kaldığı için çiftliğini ve mandırasını da rehinden kurtaramaz. Kuzguncuk’ta küçük bir arsa alarak çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını oradan karşılamaya çalışır. Zorluklarla ve mücadeleyle dolu bir hayat yaşar ama ne kimseye minnet eder ne de kimseden bir talepte bulunur. Yaptığı fedakârlıkla gösteriş yapmaz, itibar kazanmaya çalışmaz. Asil duruşunu hiçbir zaman bozmaz.
Sitayişle bahsettiğimiz bir karakter Muhsin Çelebi. İlkeli, prensip sahibi ve şartlar ne olursa olsun duruşundan taviz vermiyor. Bahanelere sığınmıyor, çıkarlarını öncelemiyor, minareye kılıf aramaya çalışmıyor; aksine, bir Müslümanın nasıl olması gerekirse öyle davranıyor. Böyle olduğu için kimsenin önünde eğilmek zorunda kalmıyor ve girdiği her ortamda saygı görüyor. Çünkü onun Allah’tan başka kimseden korkusu yok. İnsan, inançlarına uygun bir hayat yaşadığında ilkeli ve karakterli bir duruş sergileyebiliyor aksi takdirde menfaatçi ve çıkarcı gibi sıfatlar yapıştırılarak değersizleştirildiği de oluyor. Bu kimselerin ruhları da huzursuzdur çünkü yanlış yaptıklarını bilirler. Bu kişiler korkaklıklarından, menfaatperestliklerinden karakterli bir duruş gösteremezler.
Pembe İncili Kaftan’da sergilediği asil ve örnek tavrıyla Muhsin Çelebi, duruşun ne olduğunu gösteriyor bize. Çıkar için eğilmeyen, cesur, gözü pek, riyadan uzak, duruş sahibi biridir o. Yegâne mefkûresi: “Allah’tan başkasına secde etmemek, kula kul olmamaktır.” Fukaraya, zayıflara, gariplere sahip çıkar. İlim sahibidir. Vaktinin çoğunu okuyarak geçirir. Şiir yazmaz ama şair ruhludur. Dikkat edilirse duruş sahibi insanın özelliklerini görürüz burada. Nedir onlar? Birincisi iman sahibi olması, ikincisi ilim ehli olması (ki bunun içinde okumak çok büyük yer kaplıyor), üçüncüsü sağlam bir karakter. Bunlar olmadan duruştan söz etmek mümkün olmaz. Duruş sahibi insanlar, dünyayı değiştiren sessiz kahramanlardır. Onların varlığı bizim için umuttur. Çünkü bu insanlar ne kadar zor olsa da doğruyu savunmanın ve cesurca yaşamanın önemini hatırlatırlar. Ödül beklemezler, alkış istemezler, doğru olan neyse onu yaparlar. Onlar sayesinde doğruluğun, cesaretin, vicdanın birer kelime değil yaşayan gerçeklik olduğunu anlarız.