Makale

MEDENİYETİN İMARI GENÇLİĞİN İNŞASI

MEDENİYETİN İMARI GENÇLİĞİN İNŞASI


Doç. Dr. Ömer Faruk SÖYLEV
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Bugün küresel bir köye dönüşen dünyada, gençler kimlik karmaşalarının, sanal bağımlılıkların tüketim kültürünün, hız ve haz odaklı yaşam dayatmalarının ağır kuşatması altındadır. Modern dayatma ve meydan okumalar karşısında gençlerin hem çağın cazibesine kapılmadan hem de köklerine bağlı, dinî ve manevi değerlerine sadık kalarak bir yaşam sürdürebilmeleri öyle sıradan ve basit bir mesele değildir. Yalnızca gençlerin kişisel gelişimleri, kimlik arayışları ve yaşam konforları gibi bireysel açılardan değil, aynı zamanda insanlık onuru, kültürel miras ve değerlerin muhafazası gibi çok daha geniş boyutlarda medeniyetin geleceği bakımından da kritik öneme sahiptir.
Tarih boyunca medeniyetlerin gerek yükselişleri ve gerekse çöküşleri, sadece siyasi güç ya da ekonomik unsurlarla değil, aynı zamanda bu medeniyetleri geleceğe taşıyacak olan genç kuşakların zihinsel donanımları ve ahlaki değerleri üzerinde biçimlenmiştir. Medeniyetlerin inşası ve devamlılığı, temelde bireylerin değer dünyaları, inanç sistemleri ve sosyal sorumluluk bilinçleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu yüzden bir medeniyetin devamlılığı, onu gelecek nesillere aktaracak genç kuşakların ahlaki yapıları, bilinç düzeyleri ve yüksek seviyede içselleştirilmiş inanç, değer ve ideallere sahip olmalarıyla yakından alakalıdır. Ne var ki modern dünyadaki hızlı değişimin sunduğu dijitalleşme, tüketim alışkanlıkları ve bireyselcilik gibi unsurlar, gençlerin derin kökleri bulunan geleneksel değerlerle bağlarını zayıflatma ve ortadan kaldırma potansiyeli taşırken aynı zamanda onları, kendi kimliklerini modern değerler etrafında yeniden tanımlamaya da zorlamaktadır. Bu makalede, modern çağın meydan okumaları karşısında gençliğin dinî, kültürel ve ahlaki köklerine bağlı kalarak medeniyet imarı görevini nasıl sürdürebileceği ele alınacaktır.
Gelenek ve gelecek arasında: Kuşatma altında gençler
İlk olarak modern çağın gençliği kuşatma biçimlerini psikososyal açıdan ele almak, hem problemin derinliğini ortaya koyacak hem de bu yazının ilerleyen bölümlerine sağlam bir zemin hazırlayacaktır. Zira günümüz gençliği, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar çok yönlü girift bir etkileşim ve köklü değişim süreçlerinin içinde yaşamak zorundadır. Bilim ve teknoloji alanındaki baş döndürücü gelişmeler bir yandan hayatı daha da kolaylaştırıp konfor alanlarını artırırken diğer taraftan bireysel, toplumsal ve kültürel hayatta meydana getirdiği dönüşümlerle gençlerin hem iç dünyalarını hem de toplumsal rollerini olumsuz şekilde etkilemektedir. Bu çok boyutlu ve iç içe geçmiş karmaşık şekilde meydana gelen değişim unsurları, günümüzde özellikle genç nesillere yönelik kültürel, ahlaki ve bir tür zihinsel kuşatmaya dönüşmüş durumdadır. Genç bireyler, bu çağda sadece kimliklerini inşa etmek zorunda değil, aynı zamanda onu anlamlandırmaya çalışmak ve korumak da zorundadırlar. Doğası gereği gençlik dönemi, bireyin kendini tanımladığı ve hayatın anlamını aradığı bir gelişim sürecidir. Ancak modern çağın teşvik ettiği geçmiş köklerinden ve gelecek sorumluluğundan uzak “anı yaşama” felsefesi, “haz odaklı” yaşam ve kimlikleri dejenere eden diğer popüler kültür unsurları, gençlerin sağlam bir kimlik inşa etmesini, tarihin her döneminden daha da zor hâle getirmektedir. Biraz daha açmak gerekirse dijital ortamlarda oluşturulan yapay kimlikler ve elde edilen sanal başarılar, bireyin gerçek benliğiyle yüzleşmesini engelleyerek genç gönüllerde bir yabancılaşma durumuna neden olmaktadır. Kendisine ve zamanla çevresine ve değerlerine karşı meydana gelen bu yabancılaşma, psikolojik düzeyde değersizlik duygusu, varoluşsal boşluk ve anlamsızlık gibi sorunların yanında gencin sosyal çevreyle olan bağının zayıflaması ve kopmasını da beraberinde getirerek kendini inşa potansiyellerini hafif tabirle zayıflatmaktadır.
Birey merkezli bir anlayışı öne çıkaran modern yaşam, gençlerin aile ve toplumla olan bağlarının giderek zayıflamasına önayak olmaktadır. Oysa bireyin kişiliğini oluşturan değerler sisteminin en temelde şekillendiği ilk yer tereddütsüz ailesi ve sonra gerçek sosyal çevresidir. Geleneksel, sağlam, sağlıklı aile yapısının dağılması, genç ve yetişkin kuşaklar arası iletişimin azalması, sosyal dayanışma kültürünün zayıflaması, gençlerin sosyalleşme süreçlerini olumsuz etkilemektedir. Bu durumda ailesi, sosyal çevresi, yaşadığı toplumun değer ve inançlarıyla güçlü bağlar geliştiremeyen gençler, bireysel yalnızlıklarını ya da fıtraten ihtiyaç duydukları “aidiyet” duygularını, “sanal” ortamlarda tatmin etmeye yönelmektedirler. Gelişim ihtiyaçlarının karşılanmasında gerçek yerine yapay ya da sanal dünyayı alternatif olarak sunan dijital teknoloji, bilgiye ulaşımı ve yeni keşifleri kolaylaştırsa da bilinçsiz, aşırı ve kontrolsüzce kullanımı, duygusal ve zihinsel gelişimi tehdit etmektedir. Sosyal medya, gençlerin hayatını görünür olma, beğenilme arzusu, onaylanma isteği ve başkalarıyla kıyaslama üzerine şekillendirmelerine sebep olmaktadır. Bu durum odaklanma problemleri, depresyon, anksiyete ve benlik tasarımlarında bozulma gibi önemli ruhsal problemleri beraberinde getirmektedir. Bilinçli ve faydalı şekilde kullanılmadığı zaman, teknoloji kolaylaştırıcı bir imkân olmaktan öte tedavisi çabuk ve kolay olmayan bir bağımlılık nesnesine dönüşebilmektedir. Son olarak bu bölümde, modern çağın eğitim sistemlerinin ve insan yetiştirme düzenlerinin çoğu zaman gençleri sadece maddi kazanımlara, daha çok para kazanacakları meslek sahibi yapmaya odaklanmış olmalarına; yetişmekte olan genç kuşakların manevi ihtiyaçlarına, ahlaki gelişimlerine ve değer inşa etmelerine yeterince alan ve imkân tanımadıklarına da dikkat çekilmesi gerekir. Zira bu durum, bilgi ile hikmeti, kariyer ile karakteri birbirinden ayrıştıran bir insan modelini desteklemektedir. Tarih sahnesi, bilgisini hikmetle ve kariyerini karakteriyle bütünleştirememiş güç ve makam sahiplerinin kendilerinden beklenen yeryüzünün imarı ve medeniyetin inşası şöyle dursun hüküm sürdükleri saltanatlarının kırılgan temellerini dahi koruyamayan nice Nemrutlar, Firavunlar, Ebu Cehiller ve Ebu Leheblerle doludur. Hikmetten uzak bilginin anlamsız kuru bir yüke, karakterle bezenmemiş kariyerin bencil, bozguncu bir hırsa ve bunlarla elde edilen gücün ise yıkıcı bir zulme dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle eğitim çağındaki genç bireylerin, belirli başarılara ulaşsa dahi hayatın ve yaşam olgularının anlamına dair zaman zaman derin boşluklarla karşı karşıya kalması olağandır.
Medeniyet dirilişinin dinamik aktörleri: Gençler
Dün, Endülüs’te İbn Rüşdler; Selçuklu’da Nizamülmülkler; Osmanlı’da Fatihler, Mimar Sinanlar ve daha niceleri hep gençlik ateşiyle yanan bir idealin temsilcileri olarak yaşadıkları çağın bütün kuşatmalarına rağmen medeniyet imarının parlak simaları oldular. Bugün de medeniyetimizin imarı, ancak bilinçli, inançlı ve eylem odaklı bir gençliğin inşası ile mümkündür. Çünkü medeniyet, sadece taş binalardan, bir araya gelen notalardan ya da tuvallerdeki fırça darbelerinden ibaret değildir. Medeniyet, insanın inancı, ahlakı, bilgisi ve eserleriyle inşa ettiği bir ruhtur. Bu ruh en güçlü ve canlı şekilde gençlerle yeşerecek, yaşatılacak ve geleceğe taşınacaktır. Zira gençler, bir toplumun hem bugününü hem de yarınını şekillendiren en dinamik ve belirleyici kesimini oluşturmaktadır.
Medeniyetler ancak köklerinden sağlam beslendiklerinde yeni filizler verebilirler. Gençliğin dün ve yarın arasındaki dengeyi kurma becerisi, insanlığın geleceğini şekillendirecek en önemli medeniyet görevidir. Yaşadığımız çağın baş döndürücü değişim dinamikleri, yabancılaşma, kültürel çözülme, manevi boşluk, ahlaki çöküş, sanal bağımlılık, benlik kaybı ve kimlik bunalımları gibi tehditleri barındırsa da bilgiye ulaşma, küresel iletişim ağları, dijitalleşme ve yapay zekâ gibi alanlarda daha önce hiçbir kuşağa nasip olmayan eşsiz fırsatları da beraberinde sunmaktadır. Gençlik, bireysel özgürlüklerin alabildiğine genişlediği, teknolojik imkânların yeni zirveleri zorladığı ve bilgiye ulaşmanın hiç bu kadar hızlı ve kolay olmadığı bu dinamik süreçte hem ciddi meydan okumalarla hem de büyük fırsatlarla karşı karşıyadır. Genç sineler, karşı karşıya oldukları tehdit ve fırsatlar arasında makul bir denge kurabilmesi ve gelecek adına ümit veren bir filiz olabilmesi için güçlü bir referans sistemine ihtiyaç duymaktadır. İhtiyaç duyulan bu referans sistemi hiç şüphesiz İslam’ın inanç esasları, kültürel mirası ve medeniyet birikimidir.
Yaşadığımız yüzyılda gençlerin en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri anlamdır. Çünkü çağımızın tüketim kültürü, rekabet anlayışı, başarı baskısı ve nihayet yalnızlıklar; gençleri, “Niçin yaşıyorum?”, “Yaşamın anlamı nedir?” gibi temel varoluşsal kaygı ifade eden sorulara yönlendirmektedir. İslam inancı ise bireye varlıkla kurduğu
ilişkiyi en güzel şekilde anlamlandırma imkânı sunar. Bizzat Yaradan tarafından insanın yaratılma gayesi, sorumlulukları ve sınırları açıklanır tevhid inancıyla. Böylece genç bireyler için sahip oldukları bu inanç, hem zihinsel buhranları için güven veren bir sığınak hem de hayata yön veren sağlam bir pusula olur. Ayrıca İslam’ın namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadet sistemi, modern yaşantının hız ve kaosuna karşı sükûnet, disiplin ve içsel denge sağlar. Özellikle genç yaşlarda devam edilen ibadetler, bireylere hayatın zorluk ve meşakkatlerine karşı ruhsal dayanıklılık kazandırır ve ahlaki istikamet verir.
Her biri tevhid inancıyla âdeta ilmek ilmek örülmüş manevi kültürel mirasımıza gelince o, yalnızca geçmişe dair geleneğin bilgisi değil, şimdinin ve geleceğin de ihya ve inşa malzemesidir. Gençlik, kendi kültürüne ait manevi değerlerini tanıdıkça kimliğini inşa edebilir. İbn Haldun’un medeniyet perspektifi, Hacı Bektaş Veli’nin toplumsal adalet vurgusu, Mevlana’nın engin hoşgörüsü, Yunus Emre’nin tevazu anlayışı gibi daha nice örnekler, modern çağın dayatmaları altında bunalan genç bireylere yön tayin edebilecek evrensel mesajlar sunar. Ancak Kur’an ve sünnet dahil manevi kültürel mirasın bütün mesajları yalnızca retorik ve nostaljik bir bağlamda değil; güncel koşullarla harman ve analiz edilerek okunmalı, anlamlandırılmaya çalışılmalıdır. Aksi takdirde geçmişle bir bağ kurulsa da çağın ruhuna etkili şekilde hitap etmek, medeniyeti geleceğe taşımak mümkün olmaz. Yalnızca dinî alanda değil; ahlak, ilim, sanat, mimari ve sosyal adalet gibi alanlarda da büyük bir birikim sunan İslam medeniyeti, genç bireylere sadece tüketen bir kişi olmayı değil, aynı zamanda düşünmeyi, üretmeyi ve sorumluluk almayı da öğretir. Mesela, “İlim Çin’de de olsa gidip alınız…” (Beyhaki, Şuabu’l-İman, 2/253.) rivayeti, bilgiye ulaşma ve hikmeti kuşanma konusundaki geniş ufku ortaya koyarken “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Hâkim, Müstedrek, 4/183, [7307].) düsturu ise toplumsal sorumluluk ve dayanışma ruhuna hayat verir. 21. yüzyıl gençliğinin kişiliğini, motivasyonunu ve değer zeminini İslam dininin temel referanslarından alarak bilim, teknoloji, sanat, girişimcilik, mimari ve sosyal inovasyon gibi alanlarda İslami değerlerle uyumlu modern üretim biçimleri geliştirmesi pek tabii ki mümkündür. Nitekim inanç, değer, kültür ve medeniyetin bireyin önünde bir engel değil; bilakis yön tayin eden, anlam kazandıran ve harekete geçiren bir güç kaynağı olduğunu, farklı alanlarda kayda değer parlak başarılar elde eden bazı günümüz gençlerinin başarı hikâyeleri açıkça ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak modern çağın fırsatlarını değerlendirirken köklere bağlı kalmak, gençliğin önünde hem bir sorumluluk hem de tarihî bir fırsat olarak durmaktadır. İslam inancı, kültürü ve medeniyeti, günümüz gençliği için modern dünyanın sunduğu imkânları bilinçli bir şekilde değerlendirme ve karşı karşıya kaldığı zorluklara karşı direnç geliştirme noktasında en önemli referans kaynağıdır.