GENÇLİĞİN SOSYAL MEDYA İLE İMTİHANI
ÇEVRİM İÇİ BAĞIMLILIKLAR
Doç. Dr. Ekmel GEÇER
Marmara Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi
Bugün yaşadığımız “dijital çağ”, teknolojiyle olan ilişkimizi tamamen değiştirdi. Eskiden hayatımızın merkezinde fiziksel etkileşimler varken şimdi neredeyse her şey çevrim içi ve dijital ortamda gerçekleşiyor. Bu dönemde iletişimden eğlenceye, bilgiye ulaşmaktan alışverişe kadar her şey çok daha kolay hâle geldi. Ancak bu kolaylıkların yanında, dijital dünyanın karanlık yönleri de var. Bağımlılık, sosyal medya yüzünden oluşan yanıltıcı algılar ve zararlı içerikler, genç dimağların zihinsel, sosyal ve duygusal sağlığına ciddi zararlar verebiliyor.
İnternetin yaygınlaşmasıyla akıllı telefonlar ve sosyal medya hayatımızın merkezine girdi. Artık kendimizi her an çevrim içi olmamız gerekiyor gibi hissediyoruz. Herkesin sürekli sosyal medyada aktif olma, kendini paylaşma ve “görünür” olma zorunluluğu gibi bir algı var. Bu da insanlar arasındaki iletişim şekillerini, kullanıcıların kimliklerini ve onların kişisel gelişimlerini hızla değiştirmeye başladı. Bundan en fazla etkilenenler ise geleceğimizin teminatı olan gençler. Teknolojinin sunduğu kolaylıklar ve beraberinde gelen “hızlı ve emeksiz” yaşam tarzı, sosyal medyanın genç kullanıcılarını tehlikeye atabiliyor. Dijital dünyanın görünmeyen olumsuz tarafı ise aslında ciddi psikolojik sorunları beraberinde getiriyor olması.
Her an bir şeyleri paylaşma zorunluluğu ve sürekli çevrim içi olma baskısı, gençler üzerinde yeni tür stresler ve kaygılar oluşturuyor. Ekranlarda daha fazla zaman geçirdikçe bilgi bombardımanı ve seçim yapma zorlukları yüzünden zihinsel olarak erkenden tükenmeye başlıyorlar. Ayrıca “bir şeyleri kaçırma korkusu (FOMO)”, gençlerimizi ekran başına kilitleyen bir başka faktör. Sanki arkadaşlarından haber almasalar, ne olup bittiğini bilmeseler, kendilerini yaşayamayacaklarmış ya da yarım kalacaklarmış gibi hissediyorlar. Bu türden mecburi hisler ve diğer sosyal medya içerikleri ise sürekli kaydırarak bir şeyleri izlemeyi alışkanlık hâline getiriyor. Dolayısıyla mental yorgunluk ve tükenmişlik artık kaçınılmaz oluyor. Zihinler sürekli uyarılıyor olsa da maalesef canlı kalamıyor. Aksine derinlemesine bir şeylere odaklanmak gittikçe zorlaşıyor. Böylece gençler, gerçek hayatlarıyla dijital dünyada oluşturdukları yaşamları birbirinden ayırt etmekte zorlanıyor.
Bir diğer önemli sorun da dijital dünyanın, bilhassa da sosyal medyanın, gençlerin kendilik algısını değiştiriyor olmasıdır. Sosyal medya, insanlara sanki bir sahnede oldukları hissini veriyor; burada herkes kendini en iyi şekilde göstermeye çalışıyor. Herkesin en güzel, en başarılı ve en mutlu anlarını paylaştığı bu dünyada, insanlar genellikle gerçek benliklerinden farklı bir imaj oluşturmaya çalışıyor. Ama bu “ideal benlik” hâli, sürekli gösterilmesi gereken mükemmel bir imaj isteği, gençlerin kendilerini ciddi bir baskı altında hissetmelerine neden oluyor. Ayrıca “ideal benlik” ile “gerçek benlik” arasındaki mesafe büyüdükçe de genç bireyin kendiyle barışık olma, yeterli hissetme, kendi kararlarını kendi verebileceğine olan inanç seviyesi de düşüyor.
Sosyal medya platformları, kullanıcılarının paylaştığı her fotoğraf ve içerik için geri bildirim almalarına yol açar. Yani beğeni (like) sayıları, yeniden paylaşımlar (repost) ve yorumlar (comment), kişinin kendini nasıl hissettiği üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olabiliyor. Bu durum, insanların sürekli başkalarıyla kendilerini karşılaştırmasına, kıyaslamasına sebep olabilir. Kendisini, daha başarılı ya da mutlu görünen başka biriyle karşılaştırmak, düşük özsaygıya yol açar. Ama bazen de kendisinden daha kötü durumda olduğunu düşündüğü kişilerle kıyaslama yapmak, kişinin kendi gelişimini yeterli görmemesine neden olabilir. Aslında hem aşağıya doğru karşılaştırmanın hem yukarı doğu karşılaştırmanın, avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır. Mesela insan kendinden daha iyi birini görüp motive olabilir (yukarı doğru karşılaştırma) ya da daha az gelişim gösteren birini görüp daha iyi çalışmaya (aşağı doğru karşılaştırma) yönelebilir. Ama sosyal medyada her an karşılaşılan “kusursuz” görüntüler, kıyaslamanın bu olumlu yanlarından kişiyi uzak tutuyor. Sonuç olarak dijital dünyada özgür gibi görünen bir kimlik inşası, aslında kişiyi sürekli olarak kaygı ve stres içinde bırakıyor. Bu da gençlerin, gencecik zihinlerine rağmen büyük bir tükenmişlik hissine kapılmalarına neden olabiliyor.
İnternetin, gençler üzerindeki zihinsel ve duygusal etkileri
Bugün internet, özellikle de gençler açısından yalnızca bilgi edinmek ya da eğlenmek için kullanılan bir araç olmanın çok ötesinde bir anlam ifade ediyor. Artık dijital dünyada her şey birbirine bağlı… Düşünme biçimlerimiz, davranışlarımız ve hatta duygusal deneyimlerimiz de bu dijital etkileşimler tarafından şekillendiriliyor. Özellikle sosyal medya platformları, genç kullanıcılarına, sadece eğlence değil, aynı zamanda başkalarıyla etkileşim kurma, aidiyet duygusu oluşturma ve onaylanma gibi çok önemli psikolojik ihtiyaçlarını karşılama fırsatı da sunuyor. Ancak interneti sürekli ve kontrolsüz şekilde kullanmak, genç bireylerin dijital dünyaya bağımlı hâle gelmesine ve gerçek dünyayla bağlarının zayıflamasına yol açabiliyor. Bu durum ise birey üzerinde zamanla yalnızlık, kaygı, depresyon ve dijital bağımlılık gibi psikolojik sorunların artmasına neden olabiliyor.
İnternetin hayatımıza bu kadar güçlü bir şekilde etki etmesinin sebeplerinden biri de dijital platformların kullanıcıları sürekli ekran başında tutmaya yönelik kullandıkları yöntemlerdir. Yani bu platformlar da psikolojik bilgiyi bir anlamda istismar ediyorlar. Özellikle sosyal medya, aralıklı ve öngörülemez “ödüller”le tasarlanmış: Paylaştığınız her fotoğraf ya da video bir şekilde beğeniliyor, yorum alıyor ve başkaları tarafından paylaşılıyor. Bu da âdeta birer dijital ödül gibi çalışıyor ve beynimizde mutluluk hormonu olan dopaminin salgılanmasına yol açıyor. Zamanla bu ödülleri almak için sosyal medya platformlarında daha fazla zaman geçirmeye başlıyor ve farkında olmadan bir sosyal medya kısır döngüsünün içine giriyoruz. Ancak bu süreçte bir tehlike ortaya çıkıyor: Dışarıdan aldığımız beğeniler ve onaylar, bizim kendi içsel değerimizi ölçmemize neden oluyor. Bu vakıayı da gençlerimiz açısından değerlendirdiğimizde şöyle bir sorunla karşılaşıyoruz: Gençlerin, kendi değerini başkalarından aldığı onayla ölçmesi, uzun vadede içsel doyumlarını zayıflatabiliyor ve kendilerini daha kötü hissetmelerine yol açabiliyor. Başlangıçta eğlenceli bir oyun gibi görünse de bu durum zamanla yalnızlık duygusunu pekiştirebiliyor ve sosyal medya kullanıcılarını depresyona itebiliyor. Böylece gençler, sosyal medya aracılığıyla bir “ideal benlik” oluştururken diğer yandan gerçek kimliklerini bulmakta zorlanabiliyorlar ve bu durum, onlarda psikolojik olarak daha fazla yalnızlık ve stres meydana getirebiliyor.
İnternetin ve sosyal medyanın bağımlılık oluşturma potansiyeli sadece bireysel eğilimlerle ilgili değil. Dijital platformlar, insanların beğenilerine, alışkanlıklarına ve davranışlarına göre içerikler önererek bu bağımlılığı pekiştirir. Sosyal medya, çevrim içi müzik dinleme ve film izleme uygulamaları ve diğer bütün dijital eğlence platformları, kullanıcıların çevrim içi davranışlarını çok iyi analiz edebiliyor. Yapay zekâ teknolojisi sayesinde, bu platformlar devasa veri setlerini kullanarak kullanıcıların ilgisini çekmeye yönelik içerikler sunuyor. Bu platformlar, kullanıcıların internette bıraktıkları “dijital izleri” yani tıklama, yorum ve beğeni gibi verileri topluyor. Bu veriler, kullanıcılar hakkında detaylı profiller ya da avatarlar oluşturulmasına olanak sağlıyor ve sonuçta bu platformlar kişiye özel içerikler sunarak kullanıcıyı sürekli bağlı tutmayı başararak genç kullanıcıların bağımlılığını artırmayı amaçlıyor. Bu süreç, genellikle kullanıcılar farkında olmadan gerçekleşir. Her tıklama, beğeni ve paylaşım, dijital dünyada bir veri parçası hâline gelir. Sonra teknoloji devleri bu verileri kullanarak her kullanıcıya özel içerikler sunar ve onların, özellikle de genç bireylerin internette daha fazla vakit geçirmesini sağlamayı amaçlar.
Büyük teknoloji şirketleri, kullanıcılarını önemli bir “müşteri” gibi değil, aksine onları yalnızca “veri kaynağı” olarak görüyor. Dijital platformların sunduğu içerikler ve öneriler aslında tamamen kullanıcıların kişisel bilgilerinden oluşan devasa veri setlerine dayanıyor. Yani herkes internette gezinirken bıraktığı dijital ayak izleri sayesinde, bu teknoloji devlerine kendi davranışlarını çok net bir şekilde gösteriyor. Bu nedenle, kullanıcılar sürekli daha fazla içerik almak için ekran başında vakit geçirmeye devam ediyorlar. Aslında bu durum onları daha fazla bağlı tutmak için yapılan bir stratejiden öte bir şey değil.
Bütün bunlar, gençler açısından dijital bağımlılıkla ilgili tehlikelerin boyutlarını gözler önüne seriyor. Sosyal medya ve diğer dijital platformlar, genç kullanıcılara sadece eğlence ya da bilgi sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda onların zihinsel ve duygusal dünyalarını da şekillendiriyor. Bu süreç, onları sürekli daha fazla etkileşim almak için idealize edilmiş bir yaşam sunmaya itiyor, ancak bu çaba genç nesilde zamanla yalnızlık, depresyon ve kimlik problemleri gibi olumsuz sonuçlara yol açabiliyor.
Peki, gençlerimiz savunmasız mı?
Elbette hayır. Yerinde, zamanında ve dozunda kullanmak şartıyla teknoloji, internet ve sosyal medya, gençlerimiz için iyi birer imkândır aynı zamanda.
Dijital çağ, internetin, yapay zekâ teknolojilerinin hızla gelişmesi ve sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle hem bireysel hem de toplumsal yaşamda derin değişiklikler meydana getirdi. Özellikle de gençler üzerindeki bu değişim ve dönüşümü, günlük yaşamda net bir şekilde gözlemlemek mümkün. Dijital teknolojiler, iletişimden eğitime, eğlenceden bilgiye kadar, gençlerin hayatına kolaylık ve yenilikler katmış, sınırları kaldırmış ve onlara yeni fırsatlar sunmuştur. Ancak bu teknolojilerin, onların psikolojik ve duygusal dengesini etkileyen karmaşık ve zaman zaman olumsuz yönleri de bulunmaktadır.
Sosyal medya, internet ve yapay zekâ temelli uygulamalarla birlikte gençler arasında yaygınlaşan bağımlılıklar, benlik algılarını zayıflatabiliyor; kaygı, depresyon gibi ruhsal sorunlara yol açabiliyor ve sürekli karşılaştırma yapma eğilimlerini artırabiliyor. Özellikle yapay zekânın karar alma süreçlerine müdahale etmesi, gençlerin kendilerini yeterli ve etkili hissetmelerini engelleyip sosyal ilişkilerini zayıflatabiliyor ve özerklik duygusunu zedeleyebiliyor. Yapay zekâ ve algoritmalar, onların içsel motivasyonlarını zayıflatabiliyor ve üretici düşünme gibi önemli yeteneklerini kısıtlayabiliyor.
Bu nedenle dijital teknolojilerin sağladığı fırsatların yanı sıra genç bireyin yaşamını şekillendirme gücünü tehdit eden risklerin farkında olmak ve bu dengeyi bilinçli bir şekilde yönetmek oldukça önemlidir. Dijital araçları farkındalıkla ve ölçülü kullanmak, gençlerimizin olumsuz etkilerden korunmasını sağlayacaktır. Bu şekilde zamanlarını daha verimli yönetebilir, gerektiğinde kendilerine sınırlamalar koyabilir, sosyal medyadan gerektiği gibi uzak durabilir ve dijital detoks gibi sağlıklı yöntemlerle bağımlılıklardan kaçınabilirler.
Ayrıca gençlerimize, “dijital medya okuryazarlığı” becerilerinin kazandırılması, onlara dijital dünyada daha bilinçli ve eleştirel bir yaklaşım geliştirme imkânı sunar. Bu beceriler, algoritmaların nasıl çalıştığını anlamayı, internet üzerindeki her içeriğe sorgusuz inanmamayı ve yine sorgusuz reddetmemeyi, mahremiyeti korumayı ve dijital etkileşimlerde eleştirel düşünmeyi her zaman canlı tutmayı içerir. Bu tür bir farkındalık, gençlerin dijital dünyada kendini korumasına ve teknolojiyi daha anlamlı bir şekilde kullanmasına olanak tanıyacaktır.
Dijital dünyanın, gençler üzerindeki olumsuz etkilerini dengelemek için ayrıca şunlar da yapılabilir: Gençlerimiz, yüz yüze ilişkileri önemseyerek fiziksel aktiviteleri günlük yaşamlarına daha fazla dâhil edebilir ve farkındalık temelli faaliyetlere katılarak böylece içsel dengeyi koruyabilirler. Bu şekilde dijital dünyadan kaynaklanan psikolojik riskler azaltılabilir ve daha sağlıklı bir ruh hâli geliştirilebilir.