Prof. Dr. Soner DUMAN:
“Allah’a ibadetle büyüyen genç, hayatının en zor dönemindeki sınavı başarıyla atlatmış olması bakımından takdire şayandır.”
Söyleşi
Mustafa Mirza DEMİR
Peygamber Efendimizin, bir hadis-i şerifinde arşın gölgesinde gölgeleneceğini müjdelediği yedi sınıf insan içerisinde yer alan “ibadetle büyüyen genç” tanımlamasını nasıl anlamalıyız?
İbadet, kişinin nefsani arzularını dizginlemek suretiyle Rabbine boyun eğmesi, gerek bedeni gerekse malı vasıta kılarak Allah’ın emirlerini uygulamasıdır. İnsanın yaratılış amacı Rabbine ibadet etmektir. Her ibadet ise imtihan gereği birtakım zorluklar barındırabilir.
Gençlik dönemi, insanın biyolojik olarak en güçlü olduğu, nefsani arzularının zirvede olduğu bir dönemdir. Bir gencin, böyle bir dönemde bir yandan nefsinin gayrimeşru arzularını bastırması, onlara karşı direnmesi, diğer yandan Rabbinin emrettiği ibadetleri yaparak yetişmesi çok büyük bir fedakârlık, azim ve sabrı gerektirir. Zaten söz konusu hadiste belirtilen yedi sınıf insanın temel özelliği, imtihanların zorluklarını atlatabilen kimseler olmalarıdır. Allah’a ibadetle büyüyen genç de hayatının en zor dönemindeki sınavı başarı ile atlatmış olması bakımından takdire şayandır.
Bizim için her zaman en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) örnek gençliği hakkında neler söylemek istersiniz?
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), peygamberlik görevi kendisine verilmeden önce bile yaşadığı toplumda üstün ahlakı, dürüstlüğü ve erdemli davranışlarıyla dikkat çeken bir şahsiyet olarak temayüz etmiştir. Mekke toplumu o dönemde inanç açısından büyük ölçüde şirk anlayışıyla şekillenmişti. Putperestliğin egemen olduğu bu toplumda ahlaki yozlaşma da yaygın bir şekilde kendini göstermekteydi. Zina, içki, kumar, faiz, güçlülerin zayıfları ezdiği sosyal adaletsizlikler gibi pek çok ahlaki dejenerasyon ise normal karşılanıyordu. Kadınların ikinci sınıf sayıldığı, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, kölelerin haklarının hiçe sayıldığı bir ortamda, Peygamber Efendimiz bütün bu olumsuzluklardan uzak durarak tertemiz bir hayat sürdürmüştür.
Peygamberimiz gençlik döneminde, yanında kaldığı amcası Ebu Talib’in maddi durumu güçlü olmamasına binaen hiçbir zaman başkalarına yük olmamış, küçük yaşlardan itibaren çalışarak hem geçimini sağlamaya hem de amcasına destek olmaya gayret etmiştir. Özellikle çocukluk ve gençlik yıllarında çobanlık yaparak hayatın zorluklarını erken yaşta tecrübe etmiştir. Bu görev, onun sabır, merhamet ve sorumluluk gibi erdemleri geliştirmesine de katkı sağlamıştır.
Gençlik döneminde Mekke’nin en güvenilir insanı olarak tanınması onun ne denli sağlam bir ahlaka sahip olduğunu göstermektedir. Sevgili Peygamberimizin “el-Emin” (güvenilir) lakabıyla anılması, toplumun ona duyduğu itimadı açıkça ortaya koymaktadır. Mekke’de insanlar en kıymetli eşyalarını ona emanet ederlerdi. Ticaretle uğraşmaya başladığında da dürüstlüğü ve adaleti sayesinde ticaret hayatında örnek bir kişi olmuştur. Hz. Hatice validemizin dikkatini çekmesi ve onunla evlenmesinin temel sebeplerinden biri de işte bu dürüstlük ve yüksek ahlakıdır.
Yine gençlik yıllarında, Mekke toplumundaki zulüm ve adaletsizliklere karşı duyarlılığını gösteren önemli bir hadise de “Hılful-Fudul” adlı erdemliler cemiyetine katılmasıdır. Bu oluşum, mazlumların hakkını zalimlere karşı korumayı amaçlayan bir sivil inisiyatif derneği gibi görülebilir. Bu da onun daha vahiy gelmeden önce bile adalet duygusu, zulme karşı hassasiyeti ve toplumsal sorumluluk bilincinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.
İslam davasını, ilk günden itibaren gençler omuzlamış; ayrıca Sevgili Peygamberimiz, çevresindeki gençleri ilgi ve yeteneklerine göre yönlendirmiş, İslam medeniyetinin inşasında onlara önemli görevler vermiştir. Valilik, kadılık, komutanlık gibi idari görevlerde bulunan genç sahabiler, günümüz gençlerine ne söyler? Bugün bizler, gençlerle ilişkimizde sorumluluk ve yetki dengesini yeterince koruyabiliyor muyuz?
Bir davayı insanlık nezdinde etkin ve kalıcı kılan en önemli etken, toplumdaki gençlerin o davaya sahip çıkmasıdır. Dünya tarihinde hak ya da batıl, hangi davaya gençler sahip çıkmışsa o dava toplumda mutlaka karşılık bulmuştur.
Allah Resulü (s.a.s.), peygamber olmasının verdiği fetanet ve zekâsı ile gençliğin İslam davası için ne kadar önemli olduğunu bilmesinin yanı sıra, Müslüman olan gençlerin her birinin bireysel durumunu, bilgi ve kabiliyetini de yakından takip ediyordu. Tabiri caizse o, bir “insan sarrafı” idi. Hangi gencin hangi göreve layık olduğunu, neler yapıp neleri yapamayacağını iyi biliyordu. Peygamber Efendimiz bu doğrultuda Musab b. Umeyr’i Medine’ye İslam’ı tebliğ etmek üzere gönderdi. Üsame b. Zeyd’i 18 yaşında ordu komutanı yaptı. Muaz b. Cebel ve Ebu Musa el-Eşari’yi 20’li yaşlarında Yemen’e vali ve zekât memuru olarak gönderdi. Hz. Ali’yi Hayber’in fethinde öncü komutan yaptı. Daha buna benzer pek çok örnek zikretmek mümkün.
Allah Resulü’nün bu uygulamasından bugün bizler kendi adımıza birtakım ilkeler çıkarabiliriz, çıkarmalıyız. Gençlerin tecrübe eksikliğinden dem vurarak onları birtakım toplumsal sorumluluklardan uzak tutmak doğru değildir. Bununla birlikte bu sorumlulukları yüklerken gençlerin kabiliyetlerini, güçlerini, fırsat ve imkânları dikkate almak gerekir. Onlara güçlerinin yetmeyeceği sorumlulukları verip kendilerinde hayal kırıklığı, beceriksizlik hissi oluşturmamak gerekir. Diğer yandan hiçbir sorumluluk vermemek onları ya rahatlığa ya da kendilerine güvenilmediği düşüncesine sevk eder. Gençler sorumluluklarını yerine getirdiklerinde onları takdir etmek, ödüllendirmek, sorumluluklarını aksattıklarında nazik bir şekilde uyarmak, doğruyu göstermek gerekir.
Küresel bir köy hâline gelen dünyada, sosyal medya ve iletişim araçlarının da etkisiyle radikal düşünceler ve inanç akımları çok hızlı şekilde yayılma imkânı buluyor. Bu durum, özellikle de kimlik arayışı içerisinde olan gençleri nasıl etkilemektedir? Bizler bu durumda neler yapabiliriz?
Gençlik dönemi, insanın çocukluktan itibaren ailesinden ve çevresinden edindiği inançları, uygulamaları sorgulamaya başladığı bir dönemdir. Aynı zamanda kişinin ailesi ve okul arkadaşları gibi öncelikli muhataplarının dışına açıldığı, “kabuğunu kırdığı” bir dönemdir. Günümüzde internet ve sosyal medyanın etkisi ile her türlü inanç, fikir, tutum ve davranış, gençlerin gündemine anında ve etkin bir şekilde girebilmektedir. Gençlikteki sorgulama dönemi kimi gençler açısından, ailesinden ve toplumdan devraldığı inançları akli temellere dayandırma, rasyonel hâle getirme, taklitten tahkike yönelme noktasında önemli bir fırsat sağlamış olsa bile özellikle sosyal medya ve iletişim araçlarının olumsuz etkilerine maruz kalan ve ilk çocukluk döneminde yeterince sağlam bir eğitim almamış gençlerde olumsuz inançlara ve yönelimlere yol açabilmektedir.
Bu durum karşısında ana babalar, eğitimciler ve gençlik çalışmalarında bulunan ve onlara olumlu inanç ve davranışlar kazandırmak için gayret gösteren herkesin uyanık olması gerekir. Bu hususta yapılması gerekenleri birkaç adımda özetlemek mümkündür:
Sağlıklı ve sorunsuz bir gençlik dönemi için ilk çocukluk dönemi çok iyi değerlendirilmeli, en başından itibaren çocuklara sağlam bir eğitim verilmelidir. Bu, âdeta vücudu sonraki dönemde alacağı mikroplara karşı koruyacak bir aşı vazifesi görecektir.
Gençliğe yönelik her türlü faaliyette gençlik döneminin psikolojisi iyi bilinmelidir.
Gençler, içinde bulunduğumuz dünyanın ve özellikle de sosyal medyanın tehlikelerine karşı yeterince bilgilendirilmeli, başta din ve değerler olmak üzere önemli hususların sosyal medyadaki yansıtılma biçimine teslim olmamaları konusunda uyarılmalıdır.
Gençlere yönelik hem görsel hem yazılı olarak dinimizi, ahlakımızı, kültürümüzü doğru bir şekilde öğreten, tanıtan, ilgi çekici materyal üretimine mutlaka önem verilmelidir.
Gençlerle birlikte faaliyetler yapılmalı, bunun yanında onların sosyal sorumluluk projelerine katkı sunmaları sağlanarak içinde yaşadıkları toplum ve kültüre mensubiyet duyguları geliştirilmelidir.
Gençlerin özellikle camiye devamı noktasında gayret gösterilmeli, camiler gençlerin buluşma alanı olacak şekilde tasarlanmalı, imkânı olan gençler umreye ve diğer tarihî ve kutsal mekânlara götürülerek buraların önemi kavratılmalıdır.
Gençlerle birlikte okuma başta olmak üzere diğer kültürel faaliyetler (konferans, sinema, tiyatro, şiir dinletisi vb.) yapılmalı, bu tür faaliyetlerde kendi dinimiz, ahlakımız ve kültürümüz merkeze alınmalıdır.
Tarih boyunca medeniyetlerin kurulmasında, gelişmesinde ve geleceğe aktarılmasında en büyük rol hiç şüphesiz ki genç kuşakların olmuştur. Gençler, toplumu; toplumlar da medeniyetleri şekillendiriyorsa bu değişimi sağlayacak olan gençliğin inşası nasıl olmalıdır?
Gençlik döneminde kişilik inşasının temelini, “Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri birleştirmek” şeklinde ortaya koymak mümkündür. Günümüzün en temel sorunlarının başında, insan hayatında birbirinden ayrılmaması gereken şeyler arasındaki rabıtaları koparmak yatmaktadır.
İnsanın riayet etmesi, koparmaması gereken ilk bağ, kendisini yaratan Rabbi ile arasında var olan bağdır. Sağlıklı bir kimlik inşasının ikinci basamağını gencin kendi fıtratı ile kuracağı bağ oluşturur. Kimlik inşasında gencin fıtratı ile yüzleşmesi son derece önemli bir basamağı oluşturur. Bu noktada yapılabilecek en önemli işlerin başında, kimlik inşası açısından tayin edici öneme sahip olan; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, niçin varım?” şeklindeki varoluşsal sorularla kişiyi yüzleştirmek ve bu sorulara doğru ve tatmin edici cevaplar bulabileceği kaynaklarla genci buluşturmaktır.
Kimlik inşasının üçüncü basamağını gencin tabiatla buluşması oluşturur. Günümüz sanayi toplumlarında ve kentsel yaşamında insanın tabiatla olan ilişkisi günden güne yok olmakta, insanlar tabii hadiselerin etkileyici gücünü ruhlarında hissedememektedirler. Bu bakımdan genci, kısa bir süreliğine de olsa bulunduğu çevre ve alışık olduğu yaşam tarzından kopararak doğa kampları gibi faaliyetlerde tabiatla buluşturmak onun ruhunda farklı bir etki meydana getirecektir.
Modern zamanlardaki yaşam tarzının kopardığı ve örselettiği bir başka bağ ise akrabalık bağlarıdır. Çekirdek aileye indirgenen yaşam tarzları, geçim endişesi, akrabaların gerek şehir gerekse ülke olarak farklı bölgelere dağılmış bulunmaları çoğu zaman bir soya mensubiyet duygusunu bütünüyle yitirme sonucuna yol açmaktadır.
Gencin kimliğini bulması ve kişiliğini hissetmesinde en önemli noktalardan birisi namaz ve cami ile olan irtibatın muhafazasıdır.
Gencin kimliğini bulması ve kişiliğini inşa etmesinde en önemli maddelerden birisi de kuşkusuz onun aklının doğru bilgi, kalbinin doğru inanç ile doldurulmasıdır. Çocukluk çağından itibaren çocukların eğitim öğretiminde aklı ikna edecek ve doyuracak doğru bilgi ile ruhu tatmin edecek doğru inanç son derece önemlidir.
Gençlerin kişilik inşasında son olarak toplumsal hayır faaliyetleri içinde yer almalarının da son derece önemli bir etkiye sahip olduğunu belirtmek gerekir.
“Özgürlük” anlayışının ötekinin hukukuna göz diktiği bu çağda, “sınırsız özgürlük” vaatleriyle çocuklarımızı ve gençlerimizi hedef alan emperyalist tahakküm karşısında nesil emniyetini sağlamak için neler yapılmalıdır?
Modern çağın özgürlük söylemi, hiçbir kayıt ve şart tanımadan, hiçbir mensubiyet ve aidiyet hissine bağlı kalmadan hareket etmek düşüncesi üzerine kurulmuştur. Bu söylem, insanın nefsinin ölçüsüz arzularını ve hevasını tanrı edinmekten başka bir şey değildir. Gençlerimize dünyada da sonsuz ahiret yurdunda da gerçek huzur ve mutluluğun, Allah’ın koyduğu ölçülere bağlı şekilde yaşamaktan geçtiği, gerçek özgürlüğün Allah’tan başkasına kul olmamakta olduğu kavratılmalıdır.
Bu kapsamda modern dünyanın nefse hitap eden, ahlak sınırlarını hiçe sayan, fıtratla savaşan akımları, eğilimleri reklam, moda, sosyal medya gibi araçlarla pazarlanırken tüm bu tahakkümden etkilenmemenin ancak sağlam temeller üzerine inşa edilmiş aile kurmaktan geçtiği, bunun için de gençlerin sağlıklı bir şekilde evlilik yapmalarının, yalnızca onlara değil topluma yüklenen bir vazife olduğunu göz önünde bulundurmalıdır. Hatta bu noktada önceki sorunuza da atfen, gençlerimizin karakter inşasında önemli bir etkenin de aile ile kurulacak sıkı ve samimi bağların olacağını da belirtmiş olalım. Nitekim aile, her zaman ve her çağda en büyük sığınak, en kuvvetli kaledir.
Gençlik döneminde ortaya çıkan ikilemler, kırılmalar, manevi krizler, dinî şüphe ve tereddütlere yaklaşımımız nasıl olmalıdır sizce? Yargılamadan uzlaşmak için iletişim dilinde nelere dikkat etmemizi önerirsiniz?
Bu noktada özellikle iki hususa dikkat etmek gerekiyor:
Birincisi, gençlere yönelik kullanılacak “dil ve üslup”: Gençlerle itham edici, suçlayıcı, yargılayıcı, mukayese edici, alay edici, hakaret edici bir dille konuşmak kesinlikle ters etkide bulunur. Onun için “anlamaya çalışan”, “değer veren”, “olumlu yönlerini öne çıkaran”, “takdir eden” bir dil kullanmak gerekiyor.
İkinci önemli husus ise “beden dili”: Asık surat, sert ses tonu, katı kalpli yaklaşım, çoğunlukla gençlerde ters teper. Kur’an, Hz. Peygamber hakkında şöyle buyuruyor: “… Eğer kaba, katı kalpli olsaydın hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi…” (Âl-i İmran, 3/159.) Gençler kendi aileleri, çevreleri ve öğretmenleri içerisinde etrafına negatif enerji yayan kimseler varsa onlardan uzak dururlar. Gençler her zaman olumlu ve pozitif insanları örnek almışlardır. Kendi gençlik dönemlerimizi hatırlayalım: Dayakçı hoca, sıfırcı hoca, otoriter ana baba vs. hep itici gelmiştir.
Öz Geçmiş
Prof. Dr. Soner Duman, aslen Kastamonu Taşköprülü olup 1975’te İstanbul’da doğdu. 1993’te Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne girdi. 1998’de buradan mezun olduktan sonra aynı yıl Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Hukuku Anabilim Dalında yüksek lisansa başladı. 2000 yılında yüksek lisansını, 2007 yılında doktorasını tamamladı. 2000 – 2011 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak çeşitli liselerde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak görev yaptı. 2011 yılında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku bölümünde öğretim üyesi olarak göreve başlayan Duman, 2014 yılında aynı üniversitede doçent, 2019 yılında ise profesör oldu. Hâlen aynı üniversitede İslam Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. İleri derecede Arapça ve iyi derecede İngilizce bilmektedir. Bugüne kadar telif ve tercüme şeklinde pek çok kitap ve makalesi yayımlanmıştır.