Makale

ASR-I SAADET GENÇLİĞİ

ASR-I SAADET GENÇLİĞİ


Prof. Dr. Ayşe Esra ŞAHYAR
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İslam, kadın, erkek, genç, yaşlı her akil insana hitap eden ve öğretileri ile yeryüzünü imar ve ıslah etmeyi hedefleyen evrensel bir dindir. Bu dinin, insanı yeryüzünde bir “halife” olarak görmesi, dünyayı imar ve ıslah gayesi, muhatapları arasında özellikle gençlerin varlığını kıymetli ve anlamlı hâle getirir. Zira gençlik, hem bugünü hem de geleceği temsil etmektedir. Dolayısıyla yeryüzünü imar ve ıslah görevini yerine getirecek olanların başında yine gençler gelmektedir. Öte yandan enerjileri, öğrenmeye açık oluşları ve temiz fıtratları nedeniyle gençler çoğu zaman yaşlı ve tecrübeli insanlardan daha başarılı olabilirler. Nitekim Peygamber Efendimizin siretinde de en dikkat çeken olgulardan biri kendisine iman edenlerin önemli bir kısmının gençlerden oluşmasıdır. Resul-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz, eğitim öğretimden askerî komutaya, tebliğ çalışmalarından diplomatik faaliyetlere kadar birçok stratejik alanda önemli görevleri gençlere emanet etmiştir.
Hz. Ali, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Harise, Abdullah b. Mesud, Zübeyr b. Avvam, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Sad b. Ebu Vakkas, Erkam b. Ebi’l-Erkam ve Musab b. Umeyr… Peygamber Efendimizin kızları Zeyneb, Rukayye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma, Hz. Ebu Bekir’in kızları Aişe ve Esma, Hz. Ömer’in kız kardeşi Fatıma ve daha birçok mümtaz genç… Hepsi ilk Müslümanlar arasında yer alarak tarihe geçmiştir. (İbn Hişam, es-Sîretü’n-nebeviyye, thk. Mustafa es-Seka, I-II, Mısır:1375/1955, I, 245-262.) Asr-ı saadetin Mekke günlerinde tebliğ faaliyetlerinin merkezi olan Daru’l-Erkam’da bir araya gelenlerin önemli bir kısmını da gençler oluşturuyordu. Bu gençlerden Musab b. Umeyr, Mekke’nin önde gelen varlıklı ailelerinden birine mensuptu. Ailesi onun Müslüman olmasından büyük rahatsızlık duymuş ve kendisinden tüm desteğini çekmiş, onu hapsetmeye kalkışmış ama yine de Musab’ı yıldıramamışlardı. (İbn Hacer, Ebu’l-Fazl Ahmed b. Ali el-Askalânî, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe, thk. Âdil Ahmed Abdülmevcûd, I-VIII, Beyrut: 1415, VI, 98.) Abdullah b. Mesud, gencecik yaşında, Mekkelilerden gelecek baskılara aldırış etmeden, Peygamber Efendimizden sonra Kâbe’de aşikâre Kur’an okuyan ilk sahabi idi. (İbn Hişam, es-Sîretü’n-nebeviyye, I, 314; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 198-201.) Erkam b. Ebu’l-Erkam, evini Müslümanların toplantıları ve tebliğ faaliyetleri için tahsis etmişti. (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 196-197.) İslamiyet, bu gençler için herhangi bir zorlukla karşılaşınca hemen vazgeçilecek geçici bir hevesten ibaret değildi. Bilakis her birinin bilinçli ve kararlı bir tercihi idi.
Mekke’de Müslümanlara yönelik baskı ve işkenceler yoğunlaşıp da Resul-i Ekrem, Habeşistan’a hicret izni verdiğinde, aralarında Musab b. Umeyr ve Abdullah b. Mesud’un da bulunduğu muhacirlerin büyük bir kısmı yine gençlerden oluşuyordu. Hatta Kureyşlilerin, Müslümanların iadesi için heyet göndermesi üzerine Necaşi Ashame’nin karşısında muhacirleri savunan ve İslam’ın esaslarını oldukça beliğ bir dille anlatarak hem Müslümanları Mekke’ye gönderilmekten kurtaran hem de Ashame’nin Müslüman olmasına vesile olan kişi henüz 25 yaşlarındaki Cafer b. Ebu Talip idi. (İbn Hişam, es-Sîretü’n-nebeviyye, I, 336; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 592.)
Birinci Akabe Biatı’ndan sonra Medinelilere İslam’ı tebliğ edecek ve öğretecek bir kişinin görevlendirilmesi gerekiyordu. Peygamber Efendimiz, bu iş için Musab b. Umeyr’i tercih etti. Böylece Musab hem İslam tarihinde ilk öğretmen oldu hem de Mekke’den Medine’ye ilk hicret eden kişi olarak tarihe geçti. Peygamber Efendimizin bu oldukça önemli vazifeyi Musab’a tevdi etmesinde, onun o güne kadar inen tüm Kur’an ayetlerini ezbere bilmesi, Resulullah’ın tebliğ metotlarını çok iyi kavramış olması ve üstün hitabet yeteneği etkili olmuştu. Nitekim onun samimiyeti ve kabiliyetleri sayesinde Medine’de İslam büyük bir hızla yayılmıştı. (Hüseyin Algül, “Mus‘ab b. Umeyr”, DİA, XXXI, 226-227.)
Medine’de İslam iyiden iyiye yaygınlaşıp Mekkeli Müslümanların önemli bir kısmı da Medine’ye hicret ettikten sonra Allah, peygamberine de hicret emri verdi. Ancak Peygamber Efendimiz (s.a.s.), müşriklerin buna izin vermeyeceklerini ve kendisini öldürmeye geleceklerini biliyordu. Bu nedenle müşrikleri oyalamak amacıyla Hz. Ali’yi görevlendirmiş, o da geceyi Hz. Peygamber’in yatağında geçirerek onun evde olduğu izlenimi oluşturmuştu. Hz. Ali, bu oldukça zor ve tehlikeli görevi üstlendiği zaman henüz yirmili yaşlarının başındaydı. Peygamberimizin güvenle hicret edebilmesi için ölümü dahi göze alabilmiş, akabinde Resulullah’ın bıraktığı emanetleri sahiplerine iade etme vazifesini yerine getirmişti. Hicretten sonra da Hz. Ali, hemen hemen bütün gazve ve seriyyelerde görev almış, Resulullah’ın sancaktarlığını yapmıştı. Resulullah, Mekke’nin fethinden sonra Kâbe’deki putları imha etme görevini Hz. Ali’ye vermişti. Tebük Gazvesi esnasında Medine’de vekil olarak da Hz. Ali’yi bırakmıştı. (Ahmet Ağırakça, Hz. Ali ve Hilafet Dönemi, İstanbul: 2024, s. 29, 40-52, 54-56.) Tüm bu önemli görevleri ifa eden Hz. Ali (r.a.), Peygamber Efendimiz vefat ettiği zaman henüz otuzlu yaşlarının başında idi.
Peygamber Efendimizin vahiy kâtiplerinin başında, hicrette henüz on bir yaşında olan Zeyd b. Sabit geliyordu. Zeyd, ensari sahabilerdendi ve Peygamber Efendimiz henüz Medine’ye gelmeden on yedi sure ezberlemişti. Peygamberimiz hicret edince Zeyd ezberlediği sureleri okuyarak onun övgüsüne mazhar oldu. Resul-i Ekrem ona vahiy kâtipliği yaptırmanın yanı sıra, gayrimüslimlerle yazışmalarında yardımcı olması için Süryanice ve İbranice okuma yazma öğrenmesini söyledi. Zeyd de oldukça kısa bir sürede bu iki dilde okuma yazma öğrenerek Peygamberimizin diplomatik yazışmalarını güvenle emanet ettiği kişi hâline geldi. Resulullah’ın vefatından sonra Hz. Ebu Bekir, Mushaf’ı cem etmek için oluşturduğu heyetin başkanlığına Zeyd b. Sabit’i getirdi. Hz. Zeyd bu önemli vazifeyi üstlendiğinde de henüz yirmili yaşlarının başındaydı. Zeyd, Hz. Ömer’in danışmanlarındandı ve halife şehirden ayrıldığında ona vekâlet ederdi. (İbn Hacer, el-İsâbe, II, 490-492.) Hz. Ömer’in hilafet döneminde Zeyd’in yaşı ise 24-34 aralığındaydı.
Ensarın gençleri arasında en bilinen isimlerden biri de Muaz b. Cebel’dir. Muaz, on sekiz yaşında Müslüman olarak İkinci Akabe Biatı’na katılmıştı. İslamiyet’i kabul eden bazı arkadaşlarıyla birlikte Benî Seleme kabilesinin putlarını kırarak putperestlik karşıtı eylemler yaptı. Bedir başta olmak üzere pek çok gazveye katıldı. Mekke’nin fethi sonrası Peygamber Efendimiz onu Mekke’ye emir ve öğretmen olarak tayin etti. Hicretin dokuzuncu senesinde de Yemen’e elçi, kadı ve zekât memuru olarak görevlendirdi. Muaz’ın ilmî birikimi ve yeteneklerinin farkında olan Hz. Ömer, onu öğretmen olarak Suriye topraklarına göndermişti. Muaz (r.a.), asr-ı saadette Kur’an’ın tamamını ezbere bilen sahabilerden biriydi. Aynı zamanda haramı ve helali en iyi bilen ve fetva verebilen altı sahabi arasında yer almıştı. (İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 107-109; Yaşar Kandemir, “Muaz b. Cebel”, DİA, XXX, 336-338.) Bu nitelikleri ile övüldüğü zaman ise henüz otuz yaşına erişmemişti bile.
Küçük yaşta zekâsı ve yeteneği ile Peygamber Efendimizin dikkatini çeken ve dualarına mazhar olan Abdullah b. Abbas, kısa sürede fakih, müfessir sahabiler arasında anılmaya başlamıştı. Abdullah, Peygamber Efendimizin amcası Abbas’ın oğluydu. Hicretten üç yıl önce dünyaya gelmişti. Babası ile birlikte Mekke’nin fethedildiği sene Medine’ye hicret ettiğinde on bir yaşındaydı. (İbn Hacer, el-İsabe, IV, 121-131.) Zaman zaman Peygamber Efendimizin evinde kalır, dinî hükümleri birebir kendisinden öğrenirdi. (Buhari, Vudû, 5; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 185.) Peygamber Efendimiz onun için, “Allah’ım ona Kitab’ı öğret, onu dinde fakih kıl.” diye dua etmişti. (Buhari, İlim, 17, Vudû, 10; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 138.)
Özellikle hadis ilmindeki seçkin konumu ile bilinen genç sahabilerden Abdullah b. Ömer, bisetin üçüncü senesinde dünyaya gelmişti. Babası Hz. Ömer ile Medine’ye hicret ettiklerinde on yaşlarındaydı. On üç yaşında Uhud Savaşı’na katılmak istemiş ancak Peygamber Efendimiz, yaşının küçüklüğü sebebiyle ona izin vermemişti. Ancak on beş yaşına geldiğinde Hendek Savaşı’na ve ardından pek çok gazveye katıldı. Abdullah’ın gördüğü bir rüya Hz. Peygamber’e iletildiğinde, Resulullah, “Abdullah ne iyi insan, bir de gece namazı kılsa!” sözleri ile onun rüyasını tabir etmiş, o da bu sözleri duyduğu günden itibaren gece namazlarını hiç terk etmemişti. Peygamber Efendimizin vefatında henüz yirmi yaşına girmiş olan Abdullah, bizzat Peygamber Efendimizden, babası Hz. Ömer’den, ablası Hz. Hafsa’dan ve daha birçok sahabiden hadis öğrenerek kendisinden en çok hadis nakledilen sahabiler arasında yer aldı. (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 155-161; Aynur Uraler, Abdullah b. Ömer ve Sünnet Hassasiyeti, İstanbul: 2019, s. 47-49, 55, 141, 142.)
Resul-i Ekrem’in yanı başında yetişen gencecik Müslümanlardan, âlim ve fakih isimler arasında Hz. Aişe’yi de mutlaka anmak gerekir. Hz. Aişe, Hz. Ebu Bekir’in kızı olarak Müslüman bir ailede yetişmişti. Baba evinde edindiği dinî terbiye, peygamber evinde kemale ermişti. Peygamber Efendimizin eşleri arasında yaşça en genç olan, öğrenmeye meraklı ve zeki olup Resulullah’a çok önemli sorular sorarak dinimizin pek çok meselesini öğrenmemizi sağlamıştır. Resulullah ile beraber Uhud Savaşı başta olmak üzere bazı gazvelere de katılmıştı. Peygamber Efendimizin vefatından sonra insanlar muhtelif sorularını ya bizzat gelerek ya da mektuplar aracılığıyla Hz. Aişe’ye sorarlardı. (Bedrüddin ez-Zerkeşi, Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, Çeviren ve Düzenleyen: Bünyamin Erul, Ankara: 2002, s. 25-28, 31-35.)
Peygamber Efendimiz, eğitim öğretim faaliyetlerinde gençlerin önünü açtığı gibi idari ve askerî alanlarda da gençlere şaşırtıcı derecede geniş yetkiler vermişti. Mesela Amr b. Hazm’ı Necran’a vali olarak görevlendirdiğinde Amr henüz on yedi yaşındaydı. Bilahare onu kadı olarak Yemen’e tayin etmiş, onun için feraiz ve diyet ahkâmını yazdırmıştı. (Zehebî, Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, Târîhu’l-İslâm, thk. Beşşar Avvad Ma‘rûf, I-XV, Daru’l-Garbi’l-İslâmî, 2003, II, 528.)
Resulullah’ın genç yaşta ağır görev ve sorumluluklar verdiği isimlerin başında Üsame b. Zeyd gelir. Peygamber Efendimiz, vefatına yakın zamanlarda, İslam’ı kabul eden Şam Araplarını Bizans’a karşı korumak üzere Suriye’ye bir ordu göndermeye karar vermiş ve ordunun başına o günlerde henüz on sekiz yaşında olan Üsame b. Zeyd’i kumandan tayin etmişti. Çoğu kimse stratejik önemi büyük olan böyle bir savaşa bu kadar genç yaşta birinin kumandasında katılmanın uygun olmayacağını zannetmişti. Ordu henüz yola çıkmadan Hz. Peygamber vefat edince Hz. Ebu Bekir, peygamberin planını hiç değiştirmedi ve orduyu Üsame komutanlığında Suriye topraklarına gönderdi. Öte yandan ona birtakım taktik ve ilkeler öğretti. Üsame, büyük bir olgunluk ve tevazu ile Hz. Ebu Bekir’in tavsiyelerine harfiyen uydu. Bir miktar esir ve ganimet getirerek kırk gün içinde görevini tamamladı. (İbn Hacer, el-İsabe, I, 202- 203; Yannis Mahil, “The Prophet Muhammed and Empowerment of Youth”, Uluslararası Mevlid-i Nebi Sempozyumu “Peygamberimiz ve Gençlik” (23-25 Kasım 2018) İstanbul: 2019, s. 186-188.) Bu dikkat çekici hadise, gençlere olağanüstü yetkiler ve zor görevler verildiğini ancak onların da bu yetkiler nedeniyle kibre kapılmayarak yetişkin ve tecrübeli insanların tavsiyelerini dikkate aldıklarını, böylece başarıya eriştiklerini ortaya koymaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), elden gitmeden kıymeti bilinmesi gereken nimetlerden birinin gençlik olduğunu ifade eder. Belki de bunun tatbiki olarak hayatında gençlere özel bir yer vermiş, evini onlara açmış, kendisi gençlerin evine misafir olmuş, gençlerle birlikte yemek yemiş, onlarla yürümüş, yolculuklarında bineğine gençleri alarak yol boyu onlarla sohbet etmişti. Sorunlarını dinlemiş, dertlerine ortak olmuş, onlar için çözümler aramıştı. (Selim Demirci, “Hz. Peygamber’in Gençleri Kendi Dünyasına Katması: Kuşaklar Arası İletişim ve Yetişkin Sosyalleşmesi Nasıl Gerçekleşir?”, Uluslararası Mevlid-i Nebi Sempozyumu “Peygamberimiz ve Gençlik” (23-25 Kasım 2018) İstanbul: 2019, s. 288-302.) Gençlerle kurduğu güzel iletişimin yanı sıra, onlara gençlik yıllarını en verimli biçimde geçirecekleri ve tecrübeler kazanacakları önemli görevler vermekten çekinmemişti. Bu görevler öğretmenlik, kâtiplik, valilik, elçilik, zekât memurluğu, savaş kumandanlığı gibi pek çok zorlukları olan ağır görevlerdi. Resulullah’ın bu yetkilendirmesi çevresindeki herkes tarafından her zaman kolay anlaşılamamıştır. Ancak o, toplumun alışkanlıklarının hilafına, gençlerin samimiyetinden ve enerjisinden istifade etmeyi, onları yetkilendirerek geliştirmeyi tercih etmiştir. Öte yandan asr-ı saadet gençliği ile ilgili dikkat çekilmesi gereken önemli bir hususu yeniden vurgulamak gerekmektedir. Onlar tüm samimiyetleri ile iman etmiş, İslam uğruna dünyevi refah ve konforlarından vazgeçmiş, hicret ve cihat etmiş, ömrünü ilme, ibadete ve cihada adamış bir nesildi. Ellerine geçen makamlar ve yetkiler kendilerini şımarıklığa sevk etmemiş, Allah ve Resulü’ne itaatten, tevazu ve güzel ahlaktan hiçbir zaman ödün vermemişlerdi. Asr-ı saadet gençlerinin isimlerini tarihe kazıyan da iman ve güzel ahlak üzere kurulu samimi yaşantılarıydı. Allah hepsinden razı olsun.