ARŞIN GÖLGESİNDE GÖLGELENEN GENÇLİK
Prof. Dr. Ali ERBAŞ
Diyanet İşleri Başkanı
İnsan, iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin arasında tercih yapabilme kabiliyetiyle donatılmış müstesna bir varlıktır. Allah tarafından şan ve şeref verilen, çeşit çeşit nimetlerle, güzel rızıklarla donatılan ve yaratılanların çoğundan üstün kılınmış olan (İsra, 17/70.) insan, sahip olduğu tüm özellikleri ve kendisine bahşedilen bütün nimetleri özgür iradesiyle dilediği şekilde kullanma ehliyetine sahiptir. Beşerî özellikleri ve ilahi nimetlere mazhariyeti, ona üstünlük sağlayan temel hususiyetlerdir. Allah’a, kendisine, çevresine ve eşyaya dair taşıdığı sorumluluk bilinci de insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerdendir. İnsanlar için bir hakikat ve hidayet membaı, inananlar için bir rahmet ve rehber olarak indirilen Kur’an-ı Kerim’in (Yunus, 10/57.) bildirdiğine göre bunca kabiliyet ve nimetle donatılan insan başıboş bırakılmamış (Kıyamet, 75/36.), yüklendiği sorumluluğun mahiyeti ve çerçevesi, vahiy yoluyla kendisine bildirilmiştir. “Nihayet o gün nimetlerden elbette sorguya çekileceksiniz.” (Tekasür, 102/8.) ayet-i kerimesi, insanların dünya hayatında birtakım görevlerle yükümlü olduğunun açık bir ifadesidir.
Vahyin gayesi insanın dünya ve ahiret mutluluğudur. Bu yüzden insan, takatini aşan bir şeyle yükümlü kılınmamış, ancak gücü nispetinde sorumlu tutulmuştur. İnsanın omuzlarına yüklenen bu sorumluluk aynı zamanda onun bir şeyi yapıp yapmama hususundaki özgür iradesini de ortaya koymaktadır. Bu sebeple kim doğru yolu seçerse kendi iyiliği için seçmiş, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. (İsra, 17/15.) Kişinin lehinde olan da aleyhinde olan da ancak kendi gücü, iradesi ve tercihiyle kazandığıdır. (Bakara, 2/286.) Bu da hayatta başarının ön şartı olan irade eğitimini ve insanı iyi olana yönelten değerlerin ikame edilmesini zorunlu kılmaktadır.
Ne var ki bugün insanın iradesini örseleyen, insanlığı maddi ve manevi savrulmalara maruz bırakan bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte belirginleşen bir davranış olarak maddi olanı ön plana çıkarma ve inancı, ahlakı ve değerleri hayatın dışında tutma eğilimi, sorumluluk bilincini önemsizleştirmekte, güç ve menfaat arzusunu körüklemekte, tüketim iştahını artırarak dünyevileşme tutkusuyla insanlığı çepeçevre kuşatmaktadır. Bu kuşatmadan ve dünya genelinde yaşanan olumsuzluklardan en fazla geleceğimiz olan gençler etkilenmektedir. Bugün popüler kültürün gündeme taşıdığı aykırı yaklaşımlar, sapkın ideolojiler, marjinal gruplar, kendilerine gençleri hedef seçmekte; menfur emellerini onlar üzerinden kurgulamaktadır. Dünyanın pek çok yerinde derin hesapların ve çıkar tutkularının kurbanları daima gençler olmaktadır.
Bugün değerlerimizi ve gençlerin sağlıklı kimlik gelişimini aşındıran bazı akımlar, zihin ve gönül dünyalarını tahrip ederek içinden çıkamadıkları vahim travmalara sebep olmakta, böylece bireysel, toplumsal kırılmalara zemin teşkil etmektedir. Oysa insani değerler, neyin doğru, neyin yanlış, neyin önemli veya önemsiz olduğu hakkındaki davranış ve düşüncelere rehberlik eden standartlardır. Hâl ve hareketlere yön veren ilkeler ve kurallardır. Söz ve davranışların uyumunu, etkisini, ahlakiliğini belirlemeye kılavuzluk eden yöntem ve unsurlardır. Dolayısıyla dünya hayatını, değerlerden ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu sebeple hayat tasavvuru, gelecek ideali olan her toplum, gençlerini donanımlı hâle getirebilmek ve değerler ekseninde, “iyi bir insan, iyi bir vatandaş” olarak yetiştirebilmek için var gücüyle çalışmak zorundadır. Bugünün talipleri, yarının mimarları olan gençler, bir toplum için en büyük zenginlik, en değerli imkân ve geleceğe uzanan köprülerdir. Milletler, sahip oldukları değerleri bir sonraki nesle ancak gençleriyle taşıyabilir. Bu yüzden gençler, geleceğe yönelik planlamaların daima odağında yer almaktadır. Gelecek onlarla şekillenmekte, toplumsal gelişme ve yükselme, ancak onların hayalleri ve çabalarıyla mümkün olmaktadır.
Modern çağın olumsuz süreçlerinden hasarsız çıkabilmek, daha huzurlu ve güvenli bir gelecek inşa edebilmek için maddi ve manevi bakımdan donanımlı bir gençliğe sahip olmak büyük bir önem arz etmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz Mekke’de bir cahiliye toplumundan insanlık tarihinin en güzel dönemini inşa ederken bunu kendisine inanan bir avuç genç Müslüman ile birlikte yapmıştır. İslam davası, büyük çoğunluğu gençlerden oluşan sahabe-i kiramın omuzlarında yükselmiştir.
Yüce dinimiz İslam, gençlik dönemini insan hayatının en kritik dönemlerinden biri olarak görmüş ve yaratılışın gayesini idrak eden, yaratıcısına, kendisine ve çevresine karşı sorumluluklarını bilen bir gençlik hedeflemiştir. Gençliğin en büyük örneği olan ve gençlerin eğitimi ile özel olarak ilgilenen Hz. Peygamber (s.a.s.), kırmadan, incitmeden, küçük düşürmeden onlara yardımcı olmuştur. Müslüman’ı, “Elinden ve dilinden diğer insanların emin olduğu kimse” (Müslim, İman, 65.) olarak tanımlamış; neşe ve huzuru Rabbine ibadette arayan, O’na ibadet ederek tertemiz bir hayat içinde büyüyen genci, Allah’ın kendi (arşının) gölgesinden başka hiçbir gölgenin (himayenin) bulunmadığı kıyamet gününde himaye edeceği yedi kişiden biri olarak saymıştır. (Buhari, Ezan, 36.) Onun bu yaklaşımı, bu nebevi metot, bizler için gençliğin ideal konumunu tahkim edecek zaruri bir yaklaşımdır. Zira dün olduğu gibi bugün de bunalımlara düçar olmuş insanlığın kurtuluşu, gücünü Allah’a imandan alan, Resul-i Ekrem’in örnek ahlakını kuşanan ve “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Kudâî, Müsnedü’ş-şihâb, I, 365.) sözünü kendine düstur edinen gençlerin enerjisindedir.
Onun için Kur’an-ı Kerim’in yolunda ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünnet-i seniyyesinin izinde bir gençlik, en büyük umudumuz, idealimiz ve çabamızdır.