“DİN ADAMI, RUHLARIN SELAMETİ İÇİN ÇALIŞAN EDAKÂR BİR CİHAT İNSANIDIR”
Prof. Dr. İbrahim Hilmi KARSLI
DİB Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
Başlıktaki bu söz, geçen asırda yaşayan ülkemizin seçkin düşünürlerinden merhum Nurettin Topçu’ya aittir. Bu yazıda onun örnek din adamı ile ilgili görüşlerini özetleyeceğiz. Üstat, kitaplarında İslam düşüncesi, dinî hayat, felsefe, eğitim, ahlak, tasavvuf, siyaset, manevi kalkınma, fetih, İslam dünyasının durumu vb. konularda hâlâ güncelliğini koruyan çok değerli yazılar kaleme almıştır. Yaşanan dinî hayatla ideal dinî değerler arasındaki çelişkilere değinmiş, zaman zaman ağır eleştirilerde bulunmuştur. Ancak yaşanan problemleri aşmayı ve çözüm yollarını göstermeyi de ihmal etmemiştir.
Yazılarında yaşadığı dönem itibarıyla din adamları, şeyh ve mürşitler hakkında eleştiriler yapmıştır. Burada din eğitimi ve din hizmetlerinin uzun zaman sekteye uğramasının, dinî hayatta doğurduğu başıboşluğun rol oynadığı anlaşılmaktadır. Uyarılarını çekinmeden yapmış ve örnek din görevlisinin nasıl olması gerektiğini anlatmıştır. Ele aldığı hemen her konuda çıtayı yüksek tutmuş, okuyucuya bir derinlik ve ufuk kazandırmıştır. Yazdığı yazılarda, serlevha niteliğinde felsefi ve dinî değeri yüksek çok sayıda vecize bulunmaktadır.
Topçu din adamının sorumluluğuna nasıl bakmaktadır? Aşağıda bu konuyu açacağız. Öncelikle şunu ifade edelim: Bütün başarı ve kazanımların ardında güçlü sorumluluk duygusu yatar. İslam’a bağlanmak da ruha sinmiş ve sonsuz mükâfata taşıyan yüce bir sorumluluk duygusu kazandırır insana. Bunun temeli, Allah’ın mutlak iradesine teslimiyettir. Ardından bu, insanın takva ve teslimiyetine bağlı bir şekilde ailesine, yakınlarına, milletine ve İslam ümmetine hatta insanlığa olan sorumluluğu da beraberinde getirir.
Topçu, din adamının sorumluluğunu, çoğunlukla anlaşıldığı şekliyle mabetteki ibadetlere rehberlik yapmakla sınırlandırmaz. Din görevinin davet ve hizmet yönlerini de dikkate alan aksiyoner bir tarif getirir ve şunu der: “Din adamı, Allah ve kul huzurunda cemaatin ‘din yaşayışı’ndan mesuliyet yüklenmiş insan demektir.” (Nurettin Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, Dergah Yay., Şubat 2008, s. 69.)
Bahsedilen tarif, toplumun dinî hayatındaki ihmal ve gevşeklikleri dert edinmeyi din adamlarına imani ve vicdani bir sorumluluk olarak yükler. Dolayısıyla onlar, böyle bir dava şuuruyla insanları maneviyat ve selamete taşımak için her türlü gayreti gösterirler. Bu anlamda onların örnek alacakları nesil sahabedir. Günümüze gelince, din adamının sorumluluğu, maddi hayatın iyice ağırlaşan yükü altında bunalan ruhları İslam’ın rahmet ve güven iklimine taşımaktır. (Topçu, age., s. 69.) O, bu görevi dert edinir ve hayatının gaye ve hikmeti olarak onu görür. Topçu bunu şu ifadelerle dile getirir: “Gerçek din adamı ‘bağrı başlu gözü yaşlu’ hizmet ehli, varlığından soyulmuş ve hayat kervanının en sonunda yürüyen bir neferdir.” (Topçu, age., s. 64.)
Topçu, din adamının, her kesimiyle insana olan sorumluluğuna şöyle dikkat çeker: “Din görevlisi ruhların kurtarıcısı, ahlak yaralarımızın doktorudur. Genç kalplerin iç yaralarının usanmaz tedavi edicisi, bir eli sağda öbür eli ile soldaki kardeşinin kalbini dinleyen, kin ile kibirden temizlenmiş, menfaatlerden sıyrılmış, nefsini unutmuş, kalbi ve kafasıyla Allah’ın bütün kullarının imdadına koşmak isteyen, dünya gözüyle gönülsüz, Allah gözünde kahraman hizmet eridir.” (Topçu, age., s. 65.)
Allah’a bağlanmak, O’na yönelip O’na sığınmak dinî hayatın güç ve ilham kaynaklarıdır. Burada zikir, tesbih, tefekkür, dua, istiğfar belirli zamanlara hasredilmez. Böylece Mevla’ya yaklaşmak arzusu zamanı kuşatır. O’na yönelmek, bayatlamaktan, pörsümekten kurtulmak, kendine gelmek ve dirilmektir. Rabbanilerden olmaktır. Yani O’na ait olma hissini, O’nunla beraber bulunma şuurunu yaşamaktır. İslam boyasıyla boyanmaktır. Evet, bütün bunlar dinî hayatın beslendiği feyiz ve bereket kaynaklarıdır.
Topçu, bu gerçeği İslam davetçileriyle ilgili olarak şöyle dile getirir: “Din adamı kalabalıktan değil, Allah’tan kuvvet alacaktır. Ruhunu köprü olarak kullanarak Allah’ına ulaşacak ve cemaati de bu yoldan geçirip Allah’a ulaştıracaktır. Bunun için kendi ruhunun ıslahına, ihyasına çalışmalıdır. Yalnızlığı ile Allah’ın saltanatına sığınsın… Sonsuzluğa saldığı kendi ruhunu arasın, onun arkasından koşsun; cemaat kendiliğinden onu takip edecektir. Bu yoldan yalnız Allah’a bağlanan büyük ferdiyetçi ruhların hiçbir karşılık beklemeden halkın hizmetine atılmaları asıl dinî cihattır.” (Topçu, age., s. 66.) Yine üstadın şu ifadelerini nakletmeden geçemeyeceğim: “Allah yolunda atletizme bağlanan bir ruh, büyük fertlerin ruhu insanlığı kurtarır. Kalabalık arayanlar tıklım tıklım dolu hapishanelere, tımarhanelere ve şehirlerin neşeli caddeleriyle pazarlarına koşsunlar, bize Allah’ı arayan bir ruh lazımdır.” (Topçu, age., s. 67.)
Hak ve hakikat uğrunda mücadele etmek, dayanıklı ve güçlü olmayı gerektirir. Kur’an, ashab-ı kiramın ruh ve iman gücünden, cesur kişiliklerinden, boyun eğmeyen duruşlarından söz eder. (Âl-i İmran, 3/173.) Ayetler, onların karşılaştıkları onca eziyet ve musibet karşısındaki metanetlerini, şehadet konusundaki arzularını, kahramanca savaşmalarını bizlere haber verir. Bu iman ve ruh gücü, savaşlarda katlanarak maddi bir potansiyele dönüşür. Bazen bu, savaşta bir kişinin on kişiye galip geleceği şekilde zirve yapar. (Enfal, 8/65.) Elbette ki bu sadece savaşla ilgili değildir. Aksine imandaki sağlamlık, Allah’a tevekkül ve teslimiyet, hayatın her alanında müminin gayretini, fedakârlığını ve başarısını kat kat artırır.
Bugün din hizmetleri alanında karşılaşılan onca engel ve zorlukları aşabilmek için böyle bir ruh ve iman gücüne ihtiyaç olduğu açıktır. Topçu bu konuya değinir ve dinin insan ruhu için sonsuz bir kuvvet kaynağı olduğunu, dindar kimsenin de başkalarından daha kuvvetli bir ruha sahip olduğunu belirtir. Bu bağlamda “Ruh kuvvetini cemaat içinde hâkim kılmak devirlerin zaferidir; böyle devirler insanlığın altın devirleridir.” der. (Topçu, age., s. 70.)
İslam dünyası, son yüz elli yıldır siyasi, askerî, ekonomik ve kültürel alanlarda çalkantılı dönemler yaşamaktadır. Dinî hayat da tarihte ilk defa bu denli bir yozlaşma ve bozulmaya şahit olmaktadır. İnsanların dinle olan bağlantıları nahif ve zayıf bir hâl almıştır. Yaşanan sosyal süreçler, egemen dünyacı zihniyet ve uygulamalar, insanları dinî hayattan soğutmaktadır. İnsanlar bir ömür yaşıyor, ancak İslam’ın şifa ve rahmet ikliminden doğru dürüst tatmadan bu dünyadan göçüp gidiyorlar. Topçu bu gerçeği şöyle ifade eder: “İman üç yüz yıldan beri kuvvetini kaybetmişti, din cemiyet için kuvvet kaynağı olmaktan çıkmış, yerine hurafelerden ibaret bir iskelet bırakmıştı. Yeni nesil bu iskeletten hayat alamazdı.” (Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergah Yay., Şubat 2010, s. 20.)
İşte bu noktada din hizmetkârının sorumluluğu büyüktü. Üstat konuyu şöyle dile getirir: “Halkın her günkü hayat mücadelesi içinde madde hırsıyla bunalan varlığına ruh aşısı yapmak gerekmektedir. Bu noktada din adamı, halkı her yerde madde batağından çekip çıkararak onu Allah’a götürmek için bütün gayret ve kuvvetini harcamalıdır. O, bu uğurda bütün varını yoğunu harcamaya hazır fedakâr bir cihat adamıdır. Çünkü o ruhlara nizam ve hayat aşısı yapacak doktordur. Her sahada mücadelesini sevgi silahı ile yapmasını bilen ümit ve iman kaynağı bir varlıktır. Ruhları kurtarıcı olan her mücadelenin ön safında o bulunacaktır. Sözü ile yazısı ile ve bizzat örnek olan hareketleri ile insanlığa selamet yolunu gösterecektir.” (Türkiye’nin Maarif Davası, s. 62-63.) Bu anlamda din adamı, sahipsiz gencin ruhunu, bizzat kendi anlayacağı dille, ümitlerle dolduran kimsedir (İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s. 67.) Topçu’nun bu teklifleri, aslında Kur’an’ın birçok ayetinde tekrarlanan salih amel ve cihat emrini yerine getirmekten başka bir şey değildir.
Peygamberler tarihinde şu gerçeği görüyoruz: Allah’ın elçilerine karşı her türlü eziyet ve baskıyı reva görenler, çoğunlukla güç odakları, seçkinler ve sermaye çevreleri olmuştur. Diğer taraftan mazlumlar, zayıf düşenler, çaresizler de hep peygamberlerin etrafında halkalanmışlardır. Çünkü Allah’ın elçileri onlara hep kol kanat germiş, ellerinden tutmuş, dertlerine deva olmuştur. Bu anlamda bütün peygamberleri zayıfların sevgilisi ve sığınağı olarak görüyoruz. Çünkü Allah Teâlâ ezilenlere, çaresizlere onların koruyucu ve yardımcı olmalarını emrediyor. (Nisa 4/75; Kasas 28/5.) Bu anlamda peygamberler, meşhur ifadeyle çaresizlerin çaresi, kimsesizlerin kimsesi olarak görevlendirilmişlerdir.
Topçu, din adamlarının muhtaçları ve çaresizleri gözetmelerini, gerektiğinde koruyup kayırmalarını şöyle anlatır: “Din adamı her sefalet ve ıstırabın barındığı yerde olmalıdır. Hastanede, hapishanede mustarip işçinin yanında, yalnız ve sahipsiz yaşayanların başucunda bulunmalıdır. O, insan hareketlerinin uzanabildiği her yerde görevlidir. O dertlinin ve hastanın yanında, ümitsizlerin başı ucunda, mustarip işçinin yardımcısı, sahipsiz köylünün dostu ve emek arkadaşıdır.” (İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s. 64.)
Yine üstat, din eğitimini, okulda olduğu gibi hastane ve hapishanede bile inanan ve inanmayan bütün ruhları hayran kılacak bir ahlak heyecanı ve bir insanlık aşkı seviyesine yükseltmek gerektiğini ifade eder. (İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s. 67.) Bu noktada şunu ifade edelim: Bahsedilen görevler, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde manevi danışmanlar tarafından yürütülmektedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, deprem, salgın, sel felaketi, sığınmacılar vb. durumlarda din görevlileri mağdurlara önemli hizmetler yapmaktadır. Dolayısıyla müezzininden imam-hatibine, Kur’an kursu hocasından vaizine din hizmeti yapanlar, bahsedilen toplumsal görevlerini de artırarak devam ettirmelidirler. Çünkü toplumsal yaralara merhem olmak, peygamberlerin kendilerine bıraktığı dinî ve insani bir sorumluluktur.
Üstat Topçu’yu rahmetle yâd ediyor, üstlendiğimiz ağır sorumluluğu yeniden düşünmeye bizleri davet eden onun şu değerli tavsiyeleriyle yazımı noktalıyorum: “Okuyacaksınız, okuyacaksınız: Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede. İlmin en büyük ibadet olduğunu halka öğreteceksiniz… İlmin ilahi hikmet olan kâinat nizamının tanınması olduğunu anlamakta gecikmeyeceksiniz. Kurtuluşunu bekleyen bir cemaatin muallimleri olacaksınız. Cemaate İslam nurunun özü olan hürmet ahlakını aşılayacaksınız, kararmış yüzlere böylelikle nur getireceksiniz… Her varlığın hâline hürmet edeceksiniz ve her varlığın kendi diliyle konuşacaksınız… Rahmet diliyle kalpleri fethedeceksiniz. Her ne gaye uğruna olursa olsun para ve menfaat endişelerinden uzak duracaksınız.” (İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s. 76-77.)