Makale

AKL-I SELİM, KALB-İ SELİM VE ZEVK-İ SELİM SAHİBİ OLMAK

AKL-I SELİM, KALB-İ SELİM VE ZEVK-İ SELİM SAHİBİ OLMAK

Prof. Dr. Ali ERBAŞ
Diyanet İşleri Başkanı

İnsanı yaratılmışlar arasında ayrıcalıklı kılan özelliklerin başında akıl, irade ve muhakeme gibi kabiliyetleri sebebiyle vahye muhatap olması gelmektedir. Cenab-ı Hak, insanı en güzel surette yaratmış ve ona dünya hayatında kılavuzluk edecek ve onu esenlik yurduna ulaştıracak bir rehber olarak vahiy göndermiştir. İlahi rahmetin yeryüzüne tecellisi olan vahyin tebliğcisi peygamberler de bu kutlu mesaja elçilik etmiş; örnek hayatlarıyla insanlığı daima hak ve hakikate, adalet ve merhamete, iyilik ve güzelliğe çağırmışlardır. İnsanın bu kutlu çağrıya icabet etmesi, dünyada huzur, güven ve esenliğe, ahirette ise ebedî kurtuluşa ulaşmasının yolunu açacaktır. Bunun için insanın öncelikle aklını ve kalbini büsbütün vahyin rehberliğine ve risaletin örnekliğine açması gerekir.
Akıl ve kalp, insanın söz, tutum ve davranışları üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Özellikle kalp, erdemli bir hayat inşasında önemli bir role sahiptir. Zira söz ve eylemlere etki eden irade, niyet, rıza, ümit, sevgi, korku gibi hasletler de kibir, haset, kin, nefret gibi kötü huylar da önce kalpte neşet eder. Diğer yandan namaz, oruç, zekât, hac gibi bedenî ibadetlerin ve diğer bütün iyiliklerin Allah katındaki değeri, kalbin bir ameli olan niyete bağlanmıştır. Nitekim amellerin ancak niyetlere göre değerlendirileceğini (Buhari, Bed’ü’l-vahy, 1.) haber veren Resul-i Ekrem (s.a.s.), “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar” (Müslim, Birr, 34.) hadisiyle kalbin, nazargâh-ı ilahi olduğunu vurgulamıştır.
Kalp, insanın idrak eden ve bilen yönüne işaret etmektedir. Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son vahiy Kur’an-ı Kerim’de ve onu hayatla buluşturan Peygamberimizin (s.a.s.) sünnetinde kalp, dinî, insani ve ahlaki her bir meselenin izahında merkezî kavram olmuştur. İslam’ın bu iki asli kaynağında iman ve inkâr, hidayet ve dalalet, sevgi ve nefret, sevinç ve hüzün, iyilik ve kötülük hep kalbin ameli olarak zikredilmiştir. Menfi eğilimleri bulunan kalp yerilirken müspet hasletlerin karargâhı olan kalp ise ilahi övgüye mazhar kılınmıştır. Bu bakımdan vahye muhatap olan insanın yaratılış gayesini bilmesi, Allah’ın mesajını idrak etmesi, sorumluluklarını kavraması, ancak selim bir kalp ile mümkündür. Allah’ın cennet davetine layık ve sınırsız mükâfatlarına nail olabilmenin yolu da kalb-i selimden geçmektedir.
Diğer taraftan insanı varlık âleminde seçkin bir konuma yükselten nimetlerden akıl, dinin hükümleriyle mükellef tutulmanın en temel şartı olarak görülmüştür. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde taakkul, tefekkür, tezekkür, tedebbür, tefakkuh, şuur, furkan, nazar gibi kavramlarla aklın doğru işletilmesine vurgu yapmıştır. Aklını gerektiği gibi kullanmayanları ve körü körüne taklitçiliği benimseyenleri ise şiddetle kınamıştır. Kur’an’da akletmeye atfedilen önemden hareketle İslam düşünürleri, aklı bir rehber olarak görmüşler ve ancak selim bir aklın iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan, güzeli çirkinden ayırt edip evrendeki hikmet ve hakikatleri görebileceğini söylemişlerdir. Dolayısıyla insanı her türlü yanlış düşünce ve inançtan koruyan, ön yargı ve taassuptan uzak tutan akl-ı selimi, “hidayet-i hassa” olarak isimlendirmişlerdir. Onlar akl-ı selimi sadece nesne ve olayların gerçekliğini bilmenin değil aynı zamanda dünyevi huzur ve uhrevi selametin de en önemli vasıtası kabul etmişlerdir.
Hiç şüphesiz selim akıl ile nazar edildiğinde kâinattaki her şeyin, yüce Allah’ın sonsuz irade ve kudretinin bir eseri olduğu görülecektir. Bütün mahlukatın, O’nun cemal sıfatının bir tecellisi olduğu idrak edilecektir. Zira yüce Allah, kâinattaki her şeyi eşsiz bir sanat olarak en güzel şekilde yaratmış ve fıtratlarına tevdi ettiği görevlerini ifa edecek salahiyetle donatmıştır. Akıl ve irade gibi ayırıcı kabiliyetlerle donattığı insandan da yaratılışının gerektirdiği davranışlar sergilemesini istemiştir. Esasen ulvi bir gaye için en güzel kıvamda yaratılmış olan insan, varlık âlemiyle ilişkilerini vahyin rehberliğinde gerçekleştirebildiği nispette yaratılış gayesine uygun bir hayat yaşama imkânına kavuşacaktır. Böylece hem fıtratını muhafaza etmiş olacak hem de kendi iç dünyasındaki ve kâinattaki Allah’ın eşsiz sanatını görme bahtiyarlığına ve zevk-i selime ulaşacaktır.
Zevk-i selim sahibi olmak, yaratılıştaki güzelliği görmek ve canlı cansız her varlığa karşı nezaketi, zarafeti ve sağduyuyu esas alan bir bilinç ve duyarlılık geliştirmektir. Varlığın özündeki güzelliği, uyumu ve dengeyi idrak edebilecek bir bilinç ve duyarlılığa sahip olmaktır. Hiç şüphesiz zevk-i selim sahibi olma hususunda da insanın en büyük dayanağı Kur’an-ı Kerim’dir. Zira insana kalemi, kelamı ve beyanı öğreten Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim ile onu medeni, erdemli ve ahlaklı kılan değerlerle buluşturmuş; ilmin, irfanın, hikmetin ve sanatın zirvesine taşımıştır. İnsan, ancak Kur’an’ın rehberliğiyle hak ile batılı, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini, faydalı ile zararlıyı birbirinden ayırabilir. Duygu, düşünce ve davranışlarının merkezine iyiliği, hayrı, merhameti, zarafeti, nezaketi ve güzel ahlakı ancak onun kılavuzluğuyla yerleştirebilir. Kalbini ve aklını selim fıtrat üzere muhafaza edip yaratılışta yüklendiği emanet ve sorumluluklar doğrultusunda bir hayatı ancak onun kılavuzluğuyla yaşayabilir. Çünkü Kur’an-ı Kerim, âlemin yaratılışından insanın varoluşuna, tevhidden adalete, nübüvvetten ahirete, ibadetten ahlaka varıncaya kadar aklın ve kalbin ilgi alanına giren her konuda insana en güzel şekilde rehberlik etmektedir.