Makale

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde ekvân olan âdemsin sen Şeyh Gâlib

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Şeyh Gâlib
(Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün.
Sen varlıkların gözbebeği olan insansın.)


Divan şiirinin son büyük temsilcisi sayılan Şeyh Galip, edebiyatımızda, yaşadığı döneme bir çığır açmış ve Divan edebiyatına değişik bir bakış açısı getirmiş sanatçılarımızdandır. Birçok kalıplaşmış düşünce onunla yeni bir boyut kazanmıştır.

Şeyh Galip, insanın eşref-i mahlûkât, yani yaratılmışların en şereflisi sıfatıyla yaratıldığını, bu yüzden insanların da insanca yaşaması gerektiğini savunur. Yani insan, yaratılışındaki hikmeti kavramalı ve ona göre düşünmeli, ona göre hareket etmeli. Şeyh Galip, şöyle diyor bir şiirinde:
“Ey dil, ey dil niye bu rütbede pür gamsın sen
Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-fermâ-yı melek zât-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen
Rûhsun nefha-i Cibrîl ile tev’emsin sen
Sırr-ı Hak’sın mesel-i Îsî-i Meryemsin sen.”

Günümüz Türkçesiyle şöyle sesleniyor: “Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun? Yıkıksın, kırık dökük bir haldesin hâlbuki sen tılsımlı bir hazinesin. Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın. Bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun, daha ilerisin. Ruhsun, Cebrail’in üfürmesiyle ikizsin. Sen Allah’ın sırrısın, Meryem’in oğlu İsa gibisin.” Bu ifadelerle Galip, âdeta insanı sarsmak, yaratılışı üzerinde tefekküre teşvik ettikten sonra da harekete geçirmek ister.

İnsan bazen kendini çok zayıf, güçsüz, umutsuz, yılgın hisseder, kendinde hiçbir işi yapacak kuvvet bulamaz. Âdeta yıkık bir virane gibidir; fakat o, aslında böyle değildir. Sadece içinde bulunan enerjiyi keşfedemeyişin uyuşukluğunu yaşamaktadır. Galip, burada bir durum tespiti yapıyor ve diyor ki sen, yıkık bir viraneye benziyorsun; fakat unutma ki hazineler viranelerde bulunur. Burada eski bir geleneğe telmih yapılıyor. Eskiden hazineler viranelere saklanırmış.

Şeyh Galip, insanın yaratılışı üzerine çok düşünmüş bir şair mütefekkirimizdir. Kendisini yetiştiren ana kaynaklardan biri de Mevlana’dır ki onu çok okuduğunu ve ondan etkilendiğini kendisi de bizzat söylemektedir. Şiirlerindeki genişlik ve derinlik Mevlana’nın Mesnevi’sindeki iç içe geçmiş hikâyeleri hatırlatıyor. Bir şiirinde yine Allah’ın insana verdiği ruh genişliğini, hayal zenginliğini, kudret cevherini şöyle izah ediyor:
“Bir şu’lesi var ki şem’-i cânın
Fânûsuna sığmaz âsmânın
Bu sîne-i berk-âşiyânın
Seynâ dahi görmemiş nişânın
Efrûhte-i inâyetindir.”

Şiiri günümüz Türkçesiyle ifade edersek, aşağı yukarı şu anlama geliyor: “Can mumunun öyle bir yalımı var ki gökyüzü fanusuna bile sığmaz. Bu şimşekler yuvası olan göğsün izini Tur Dağı bile görmemiştir. Onu senin inayetin, senin lütfun yaktı, parlattı.”

Allah, insanı en yüce bir şekilde yaratmıştır; çünkü insan hiçbir mahlûkâtın üstlenemediği sorumluluğu yüklenmiştir. Ahzâb suresi, 72. ayette şöyle buyruluyor: “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi.” Böylece Allah Teala, kâinatta insanı muhatap almıştır. Bütün mahlûkât da insanın emrine verilmiş; bir başka deyişle insan bir bakıma emrine verilen mahlûkâtın sevk idaresiyle memur edilmiş; ancak onunla da mükellef sayılmış, dünyadaki davranışıyla imtihan edileceği bildirilmiştir. Yani başıboş da değildir insan. Hud suresinin 56. ayetinde, “İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın.” buyruluyor.
İnsanın yaratılışındaki üstünlük, insandaki cevher üzerine Şeyh Galip’in fikirlerini destekleyen bir şairimiz de Gülşenî’dir. Gülşenî bir beytinde şöyle diyor:
“Âlemin maksûdu sensin cânı sen
Hayf ola kim olan şâkird-i ten.”

“Bu dünyanın yaratılma amacı sensin, canı da sen. Eğer ten’e çırak olursan yazıktır.” Gülşenî’nin söylemek istediği de Galip’ten farklı değildir. O da dünyanın yaratılma sebebi olarak insanı gösteriyor ve insanın bu şuurla hareket etmesini bekliyor. Kendindeki bu yüceliği unutup hayvani davranışlar sergileyene yazıklar olsun, diyor. Ten’e çırak olmak, sadece hayvani/nefsani duygulara esir olmak anlamına geliyor ki burada da nefsine hâkim olamayan insanların Kur’an’da belirtildiği üzere “hayvandan da aşağı” sıfatına bürünebileceği hatırlatılıyor.

İnsanın aslında mukaddes bir varlık olduğu ve yaratılışındaki üstünlüğü dile getiren bir şair de Gubarî’dir:
“Gâfil olma gözün aç âlem-i kübrâsın sen
Sidre vü levh ü kalem arş-ı muallâsın sen

Gubarî: “Gafil olma, gözünü aç. Sen en büyük âlemsin. Sidre, tahta, kalem ve yüce arşsın sen.” ifadesiyle insanlığı ve kulluğu temsil eden bir peygamberin, Hz. Muhammed’in, miracına da telmihte bulunarak her insanın tek başına büyük bir âlem olduğunu vurguluyor.

Şeyh Galip, hoşça bak zâtına derken insanın yaratılışı üzerine fikretmenin lüzumunu öğütlemekten başka, ümitsizliğe düşmenin, dünya dertlerinin altında ezilip kalmanın, mücadeleden vazgeçmenin de insan onuruna ve fıtratına yakışmayan bir davranış olduğunu ve hayata iyimser bir gözle bakmak gerektiğini söyler.