KELAMA KALEMLE TUTUNMAK
Abdurrahman AKBAŞ
DİB Başkanlık Müşaviri
Kelimelerin ruhlara dokunan bir büyüsü vardır. İnsanların zihin ve gönül dünyasında derin izleri olur. Bu yüzden söz ustaları, edipler, şairler, yazarlar, bilginler, hep kelimelerden güç alır. Tarihe yön vermiş nice fikir, gücünü ve etkisini kelimelere borçludur. Kelimelerin gücü ise muhatabının ona zihin ve gönül dünyasının kapılarını aralamasındadır. Bu da sözün hakikati ve söyleyenin meziyetiyle yakından ilişkili bir durumdur.
Kelimeler, bilgi edinme, onu saklama ve iletme hususunda en güçlü vasıtalardır. İnanç, kültür ve medeniyet değerlerinin oluşmasını ve nesillere aktarılmasını sağlayan bütün unsurlar, kelimelerle can bulur. Duygu, düşünce ve hayaller, hep kelimelerle biçimlenerek hayata ve geleceğe taşınır. Geçmişin, bugünün ve geleceğin birbirine bağlanmasında kelimelerin rolü büyüktür. Çünkü kelimeler, hem bireysel hem de toplumsal iletişim ve etkileşimin nirengi noktasını oluşturmaktadır. Bu sebeple bir toplumun kültür ve medeniyet seviyesi, o toplumun sahip olduğu kelime hazinesinin zenginliğinde ve anlam yelpazesinin genişliğinde tebarüz eder.
Köklü bir iletişim aracı olarak kelimelerin sözlü ve yazılı olmak üzere iki temel formu vardır. Bu aynı zamanda inanç, bilgi ve değerlerin oluşum ve aktarımında kullanılan iki temel yönteme de karşılık gelmektedir. Bunlardan biri sözlü kültür diğeri ise yazılı kültürdür. Etki ve tutarlılık hususunda birbirinden ayrışan her iki yöntemin kendine has avantajları ve dezavantajları bulunmaktadır. Bu bağlamda hayata etkisi bakımından sözlü kültürün önemli bir üstünlüğe sahip olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira sözlü kültürde ses, jest, mimik, hâl vb. yardımcı etkenler, kelimelerin gücünü ve etkisini daha da pekiştirmektedir. Kelimelerin gücü, hitabet sanatının zarafetiyle birleştiğinde son derece kapsamlı, çok boyutlu ve kalıcı sonuçlara vesile olmaktadır. Bu yüzden geçmişten bugüne kitleleri bir inanç, düşünce ve ideoloji ekseninde isteklendirme, yönlendirme ve harekete geçirme hususunda belagati güçlü bir hatibin rolü, kalemi güçlü bir yazardan daima daha belirgin olmuştur.
Diğer taraftan sözün kişisel ve toplumsal bağları güçlendirerek üst düzey bir sosyal etkileşim sağladığı müsellem bir hakikattir. Bu yönüyle toplumu müşterek bir idealde buluşturma hususunda elverişli bir yöntem olarak öne çıkan sözlü kültür, iletilmek istenen mesajın yazıya nispetle daha güçlü bir şekilde karşılık bulmasını sağlamaktadır. Bu meyanda İslam inanç, ibadet, hukuk, ahlak ilkelerinin ve evrensel değerlerinin büyük oranda sözlü kültür yoluyla hayata taşındığı göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’e sözlü hitap olarak indirilmiştir. Vahyin, ilk muhatapların duygu ve düşünce dünyalarında olduğu kadar bireysel ve toplumsal hayatlarında da büyük bir karşılık bulmasının bu durumla yakından ilişkisi vardır.
Sözün gücünden istifade etmek elbette önemlidir. Ancak, anlık etki bakımından güçlü bir iletişim ve etkileşim aracı olarak her ne kadar söz öne çıksa da zamanın seyri içerisinde kulaktan kulağa başkalaşmasına ve bozulmasına karşın sözün hakikatini koruyacak bir sabiteye şiddetle ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, dinî ve metafizik alanda kendini daha fazla hissettirmektedir. Bu bağlamda bilginin doğruluk, tutarlılık ve kalıcılık açısından teminat altına alınmasının ancak yazıyla mümkün olacağı açıktır. Zira bilginin şifahi yöntemle saklanması ve aktarılması toplumsal hafızanın gücüne bağlıdır. Hafıza-i beşer ise nisyan ile maluldür. Bu yüzden yazıyla kayıt altına alınmadığı sürece kelimelerin özgünlüğünü ve berraklığını uzun süre koruması mümkün olmayacaktır. Özellikle inançla ilgili konuların nesilden nesle sadece şifahi yöntemle aktarılması, süreç içerisinde kelimelerin değişip dönüşmesine, otantik anlamın buharlaşmasına, hakikatin bulanıklaşmasına ve neticede gerçeklikten uzaklaşılmasına sebebiyet verecektir.
Dinî bilginin saklanması ve aktarılması hususunda sadece sözlü yöntemlere bel bağlamanın zamanla zihinsel yozlaşmaya ve hakikat erozyonuna zemin teşkil ettiği tarihî bir tecrübedir. Şifahi kültürün egemen olduğu toplumlarda sıradan olayların birer efsaneye dönüştürülmesinde, örnek şahsiyetlerin de birer mit hâline getirilmesinde söz konusu yaklaşımın payı oldukça büyüktür. Nitekim bugün bazı topluluklar veya toplumsal yapılar, böyle bir yozlaşmanın tezahürü olarak varlık göstermekte ve vaktiyle ait oldukları ana omurgadan bu yüzden ayrışmaktadır. Bilhassa okuma alışkanlığı düşük toplumlarda bu tür savrulmalar daha yaygın bir şekilde kendini göstermektedir. Çünkü yazılı kaynaklarla bağını koparan toplumların inanç dünyası, din algısı ve hayat tasavvuru büyük ölçüde şifahi kültür ekseninde şekillenmektedir. Böyle toplumlarda hatip ve vaizlerin, öteden beri insanların düşünce ufkunu, gündelik hayatın seyrini ve sosyal dokusunu belirleyecek güçte olmaları tesadüf değildir.
Hiç şüphesiz uzun vadeli sabite oluşturması hasebiyle yazı, sözün otantik hâliyle muhafaza edilmesi ve ondaki mesaj, hakikat ve hikmetlerin olduğu gibi sonraki dönemlere aktarılması hususunda en ideal yöntemdir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in, kendisine sözlü hitap olarak nazil olan ayetleri ashabından seçip görevlendirdiği vahiy kâtiplerine yazdırmış olmasını, Kur’an’ın korunması ve asli hâliyle sonraki nesillere ulaştırılması adına hayati bir tedbir olarak değerlendirmek gerekir. Bu, aynı zamanda ilahi kelamın kıyamete kadar insanlığın yolunu ve ufkunu aydınlatma misyonuna hizmet etmiş olması bakımından da dikkat çekici bir uygulamadır.
Hasılı; bilgi, inanç ve değerlerin doğruluk ve tutarlılık bakımından sürdürülebilirliği, yazılı kaynaklara sadakat gösterilmesine bağlıdır. Özellikle dinî alanda konuşan herkes, kelimelerle ilişkisini bu minvalde kurmak mecburiyetindedir. Mesnetsiz her türlü söz ve uygulamadan sakınabilmek adına bunun önemsenmesi ve benimsenmesi elzemdir. Bilinmelidir ki yazıyla kayıt altına alınmış asli kaynağa sadakati önemsiz gören ve öteleyen her söz, yanılma ve yanıltma potansiyeli taşımaktadır. Sözü amacından saptırma, başkalarını aldatma ve kişisel çıkar devşirme kastıyla kuranlardan ise söz etmeye bile hacet yoktur. Bu tehlikeyi bertaraf edebilmenin yolu da yazıyla kayıt altına alınmış sözü öncelemekten ve kelamın büyüsüne karşı kalemin itibarını yüceltmekten geçmektedir.