Makale

RAHMET ELÇİSİNİN ÇOCUKLARA OLAN MERHAMETİ

RAHMET ELÇİSİNİN ÇOCUKLARA OLAN MERHAMETİ

Dr. Abdulhekim ÖZ
Kilis Müftü Yardımcısı

قَالَ أَنَس... وَاللَّهِ لَقَدْ خَدَمْتُهُ تِسْعَ سِنِينَ مَا عَلِمْتُهُ قَالَ لِشَيْءٍ صَنَعْتُهُ لِمَ فَعَلْتَ كَذَا وَكَذَا أَوْ لِشَيْءٍ تَرَكْتُهُ هَلَّا فَعَلْتَ كَذَا وَكَذَا

Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatıyor: “Vallahi, dokuz yıl boyunca Peygamber Efendimize hizmet ettim. Yaptığım bir şey için bunu niye yaptın ya da yapmadığım bir şey için bunu niye yapmadın diye bana hiçbir zaman azarlayıcı bir söz söylediğini hatırlamıyorum.”
(Müslim, Fedail, 2310)

Allah Resulü’nün (s.a.s.) Medine’yi hicretiyle şereflendirdiği ilk günlerdi. Rahmet Elçisi’nin etrafındaki Müslümanlar, onun dilinden dökülen her bir cümleyle âdeta toprağa hayat veren can suyu gibi hayat bulup diriliyor; onun anlattıklarıyla sanki kendilerine ait olan yitiklerini buluyorlardı. Onların Hz. Peygamber’e (s.a.s.) karşı olan bu sevgi ve bağlılıkları, farklı kültür ve bölgelerde büyümüş olmalarına rağmen onları yekvücut yapmış, birbirlerine kenetlemişti. Her birinin tek gayesi ve kaygısı vardı: Allah’ı ve Kutlu Elçi’sini razı etmek. Rahmet Peygamberi de bir yandan Müslümanları bir araya getirecek Mescid-i Nebevi’yi inşa ediyor bir yandan da onları bir arada yaşama kültürüyle tanıştırıyor; kardeşlik müessesesiyle ensar ve muhacirleri buluşturuyordu.
Herkesin kendi imkânıyla, çiçeği burnunda İslam toplumuna maddi ve manevi anlamda yaptığı katkıları vardı. Medineli bir hanım sahabi olan Rümeysa (Ümmü Süleym) da oğlunun, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) rehberliğinde büyümesini, aynı zamanda ona hizmet etmesini istiyordu. Rümeysa Hatun, henüz on yaşında olan oğlu Enes’i Hz. Peygamber’e getirerek: “Ya Resulallah! Ben de sana hizmet etsin diye oğlumu, Enesciğimi getirdim.” diyordu. (Müslim, Fedail, 2481) Böylece, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanında on yıla yakın bir zaman geçirecek olan Enes, yıllar sonra şefkat elçisine olan hayranlığını, onun insan yetiştirmede ne kadar iyi bir muallim olduğunu, çocuklarla olan iletişimini, insana verdiği değeri ve ehemmiyeti farklı rivayetler aracılığıyla bize aktarmıştır.
Aynı Enes, başından geçen hadiseyi ise şöyle anlatmaktadır: “Allah Resulü (s.a.s.) en güzel ahlaka sahipti. Bir gün beni bir şey almak için bir yere gönderdi. Gitmem gerektiğini bildiğim hâlde ben de gitmeyeceğim dedim ve gidip çarşıda oyun oynayan (yaşıtlarım olan) bir grubun oyununa katıldım. Bir de baktım ki Allah Resulü (s.a.s.) arkadan elini enseme koymuş. Başımı çevirip ona baktığımda güldüğüne şahit oldum. Bana, ‘Enesciğim! Söylediğim yere gittin mi?’ diye sordu. ‘Evet, işte gidiyorum ey Allah’ın Resulü!’ dedim.” (Müslim, Fedail, 2310)
Allah Resulü’nün (s.a.s.) hayatında çocuklarla olan iletişimine, onlarla yaptığı sohbetlerde kullandığı dile, sarf ettiği sözcüklere dair onlarca örnek verilebilir. Sadece yukarıda Enes b. Malik kanalıyla gelen hadis-i şerifin vermek istediği mesaja bakılacak olursa Hz. Peygamber’in (s.a.s.) insana ve insan eğitimine verdiği değerin; bir diğer tabirle yetişme çağında olan çocuklara yönelik iletişimde gösterdiği yaklaşımın ne kadar büyük bir önem arz ettiği görülecektir. Onun çocuk psikolojisi anlayışı ve çocuklarla olan iletişimi, herhangi bir meselenin detayından ziyade insana verilmesi gereken değerin belki de çocukluk yaşında verilmesinin önemine işaret etmekte ve bu yaştaki doğru iletişimin hayati bir kıymete sahip olduğunu göstermektedir.
Yukarıdaki her iki haberin/hadis-i şerifin hem ravisi hem de olayın kahramanı bizzat Enes b. Malik’tir. Bizler, Allah Resulü’nün Enes’le olan bu diyaloğundan da anlıyoruz ki o, sadece yetişkin insanlara ilahi mesajı tebliğ eden, Müslümanca bir hayatı yaşayanlara cenneti müjdeleyen, Allah’a ve ahiret hayatına inanmayan inkârcıları cehennemle uyaran bir peygamber değildi. Bütün bunlarla beraber o, çocukların da peygamberiydi ve onlara karşı ilgisi ve iletişimi zaman zaman etrafındaki yetişkin sahabeyi tatlı bir kıskançlığa sevk edecek kadar güçlüydü. Bundan dolayıdır ki o, asla çocukları ihmal etmezdi; onların istek ve arzularını ötelemez, çocukça isteklerine bigâne kalmazdı. Gün geldi onların oyunlarına iştirak etti; gün geldi beslediği kuşu ölen çocuğu teselli ederek onun üzüntüsünü gidermek için âdeta ona taziyede bulundu. Çocuklara vakit ayırıp onları sevdi, öpüp kokladı. Çocuklara bu şekildeki yaklaşımına şahit olup şaşıran ve bunu garip karşılayan kişiyi uyararak kendisini şefkat ve merhamete davet etti.
Buradan hareketle, hadisten çıkarılması gereken bir diğer ders de maddi veya manevi olarak bizlere karşı savunmasız konumda olan kişilere karşı tavrımızın nasıl olması gerektiğidir. Günlük hayattan örnek verilecek olursa; çocukların eğitimini üstlenen farklı kademelerdeki tüm öğreticiler her şeyden önce insan yetiştirdiğinin bilinciyle çocuğa yaklaşmalıdır. Sorumluluğu altında olan bugünün çocuğuyla, yarının yetişkini ve dünyayı yönetme potansiyeline sahip bir değer olduğu düşüncesiyle iletişime geçmelidir. Her bir çocuğun taze bir bitki gibi canlı olduğunu, onu farklı farklı ortam ve iklimlerde yetiştirilebilir hâle getirmenin de susuz bırakıp kurumaya terk etmenin veya dalını kırıp atmanın da kendi elinde olduğunu unutmamalıdır.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Enes’le olan bu diyaloğundaki bir mesajın da bugünün iş insanlarına, idarecilerine ve amirlerine yönelik olduğu kanaatindeyiz. Zira Hz. Enes (r.a.), Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hizmetinde bulunan biridir. Meseleye maddeyi ön plana alan bir bakış açısıyla bakıldığında, Hz. Peygamber yaşının küçük olmasına bakmaksızın Enes’i bu durumdan ötürü pekâlâ azarlayabilir hatta huzurundan gönderebilirdi. Ama o, çocuklarla olan iletişimin, onları kazanmanın her türlü maddi kazancın veya kaybın üstünde bir değer olduğunun bilincini bize aşılamak istiyordu. Zira bu dünyayı ve içindeki her türlü nimeti insanın emrine amade kılan Allah, aynı zamanda bunu insan eliyle insana vermiştir. Dolayısıyla, kırılan makineler, bozulan motorlar, her türlü araç ve gereç yenilenebilir fakat şahsiyeti zedelenen, gönlü ve onuru kırılan insanı yenilemek hiç kolay değildir, belki de bazı durumlarda imkânsızdır. Genel olarak bütün insanlık, özellikle de günümüz eğitimcileri ve işverenleri, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu yaklaşımına ve çocuklarla olan iletişim ve diyaloğuna ne kadar da muhtaçtır.