ÜÇ AYLARIN HAYATIMIZA BIRAKTIĞI İZLER
İnsan, hayatında kazandığı manevi değerleri kaybettiğini hissettiğinde, eski günlerine dönmeyi arzular. Üç aylar da bize diğer aylarda kaybettiklerimizi elde etme imkânı sunulan değerli vakitlerdir. Bu ayların her insanda bıraktığı izler farklıdır, etkisi çeşitlidir. Üç aylar; imanı güçlendirmek, inancın gereklerini yapmak için fırsatlarla doludur. Bazı insanlar sunulan bu imkânları ihmal edip terk eder; bazıları ise gücü ölçüsünde değerlendirir manevi zaman dilimlerini. Ne mutlu o zamanları değerlendirenlere! Ne yazık bu vakitlerin kıymetini bil(e)meyenlere!
Üç ayların başlangıcı, müminlere farklı telaşlar yaşatır. Maddi ve manevi hazırlıkların yapılmasını sağlar. İnsanların hayat akışını değiştirmeye, düzeltmeye; en önemlisi de Allah’ın emrettiği, Peygamberimizin (s.a.s.) yaşadığı, Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de öğretildiği şekilde yaşamaya hazırlar.
On bir ayın sultanı olan ramazan ayına kavuşup gereğince yaşayabilmek için maddi ve manevi hazırlıklarına recep ayında başlar, şaban ayıyla devam eder ve ramazan ayına gelindiğinde ise kulluğun zirvesine en yoğun hâliyle ve çeşitli ibadetlerle ulaşır.
Recep ayında ruhumuz ve nefsimiz, ramazan ayının kokusunu hissetmeye başlar. Onun içindir ki recep ayına ulaşınca Peygamber Efendimizin (s.a.s.), “Allah’ım! Recep ve şabanı bize mübarek kıl ve bizi ramazana ulaştır!” (Müsned, I, 259.) şeklindeki duasını hatırlar ve dilimizden düşürmeyiz. Üç ayların kişi üzerindeki etkileri belirmiş ve kalıcı izleri bırakılmaya başlamıştır. Normal zamanlarından farklı şekilde, yapması gereken her türlü ibadeti ve hayır hasenatı yerine getirmek için fırsatları değerlendirmeye bakmaktadır kişi. İlk fırsatı da Allah (c.c.) bahşetmiştir kuluna, en güzel şekilde değerlendirsin diye. Üç ayların başladığı ayın ilk Cuma gecesini, duaların kabul edilip geri çevrilmeyeceği değerli vakitler olarak geçirsin diye.
Üç ayların başındaki “Regaip Gecesi” bizlere bazı gerçekleri hatırlatmaktadır. Bizler, aslında Regaip’i “istenilen, arzulanan, beğenilen şeyler, ibadet ve hayır hasenat” diye bilsek de bir yönüyle “Allah’ın yasakladığı, kullarının üzerinde görmek istemediği, yapmamalarını arzuladığı şeylerden uzak durmak” şeklinde anlamalıyız. Allah’ın istemediklerini O’nun rızası için terk edip kulluğun gereğini yerine getirmiş oluruz. Olumsuzu, haram olanı, yasak olanı terk edip olumlu, helal ve mübah olana özlemle yönelmiş oluruz. Belki de işte hakiki kulluk budur. Kişi, daha ilk günlerden itibaren ibadetlerini yoğunlaştırmakta, eksik kalan ve düzensiz olan namaz ve oruçlarını tamamlamaya çalışmaktadır. Niçin bir mümin Allah’ın rağbetini kazanmak için regaip olan şeyleri yapmasın! Böyle bir şey düşünmek mümkün olabilir mi?
İbadete yoğunlaşıp dinî yaşantısına yön veren kişiler, “Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsra, 17/1.) ayetiyle bildirilen “isra ve miraç” mucizesinin yaşanıp namazla birlikte verilen müjdeleri öz benliğinde yaşamaktadırlar. Bir manada manevi hayatında yolculuk yaparken “isra”yı yaşamakta; manevi dereceleri çıkarken belki de Allah’a giden yollar, katmanlar olan “meâric”i Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) miracını örnek alarak katetmektedir. Peygamberimizin yaşadığı güzellikleri dünyada tatma imkânı bulmaktadır. Allah’a yaklaştırıcı derece ve katmanları bir bir aşmaktadır.
Bu gece namazla birlikte verilen müjdelerden biri de “Allah’a şirk koşmayanların büyük günahlarının bağışlanabileceği” (Müslim, İman, 279.) müjdesidir. Ne büyük bir müjdedir ki Allah (c.c.), kendisine şirk koşmayan bütün kullarını affedip bağışlayabilir, bizleri affetmek için her zaman hazırdır. Bunu bilen bir Müslüman, ümitsiz olabilir mi? Allah’a (c.c.) kul olmaktan uzak durabilir mi? Kulluktan vazgeçebilir mi? Tabii ki hayır. Biliyoruz ki ne kadar hata yaparsak yapalım, yanlış yapıp günah işlesek de bizi kabul edecek bir Rabbimiz var. Bizi bizden iyi bilen; bizi yoktan var eden tek sığınağımız, tek çaremiz, onsuz olamayacağımız yegâne yaratıcımız O.
Bakara suresinin 286. ayetinin de bir müjde olduğunu düşünürsek Allah (c.c.), hiçbirimizi gücümüzün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; neticede kişinin lehinde olan da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır. Bu bilince sahip olan kullar olarak şöyle dua etmeyi ihmal etmemeliyiz: “Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri boynumuza borç kılma! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!” Anlıyoruz ki bile bile yapmadıkça unutur veya yanılırsak Rabbimiz bizleri cezalandırmaz. Bizlere, yerine getirip hesabını veremeyeceğimiz ağır sorumluluklar yüklemez. Hata ve günahlarımızın ortaya çıkmasını değil üzerinin örtülmesini ister. Biz de en büyük yardımcımız olan Rabbimizden; bizi bağışlayıp rahmetiyle muamele etmesini isteriz.
Şaban ayı, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ramazan ayı dışında düzenli oruç tuttuğu bir aydır. Peygamberimize şaban ayında tuttuğu oruçlar sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Bu ay, recep ile ramazan arasında insanların gafil bulundukları bir aydır. Bu ayda ameller, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a arz olunur. Ben de amellerimin oruçlu iken Allah’a sunulmasını arzu ederim.” (Nesai, Sıyam, 70.) Acaba bizler de o gafillerden miyiz, diye kendimize sormalıyız. Oruçlu iken amellerimizin Allah’a (c.c.) arz edilmesi ne büyük nimet olur bizlere. Bu müjdeyi veren belli, şüphe duyabilir miyiz?
İbadet, taat, oruç ve hayır hasenatla gafletten kurtulan kul, ayın on dördünde gerçekleşen dolunay gibi tertemiz olur. Kulluğun izleri her hâliyle bilinir ve aşikâr olur. İşte bu durum öyle hâl alır ki üç ayların tam ortasında bulunan “Berat Gecesi”nde dolunayın beyazlığı gibi amel defteri de bembeyaz olur. Çünkü insan, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) Müslümanlara bildirmiş olduğu oruç tutma ve Allah’a yönelerek bolca dua etme tavsiyesini, güneşin batışından fecre kadar Allah Teâlâ’nın “Bağışlanmak dileyen yok mu, onu bağışlayayım! Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim! Belaya düçar olan yok mu, ona afiyet vereyim!” (İbn Mace, İkâmetü’s-Salavat, 191.) müjdesini aklından çıkarmaz ve en güzel şekliyle yerine getirmeye çalışır. Allah’ın, kullarına beratını vermek için, kullarının da sadakatini artırmak adına “isteyeni bağışlayacağını”, “isteyeni helalinden rızıklara boğacağını” ve “isteyeni sıkıntı ve hastalıklardan kurtaracağını” yakîn olarak bilmiş oluruz. Düşündüğümüzde Allah (c.c.) kullarını her türlü şekliyle nimetlendirmeye hazır iken insanlara ne oluyor da gaflete düşüyor belki de reddediyoruz. Nimetleri reddedenlerden değil de nimetlerin değerini bilenlerden olursak dünya ve ahiret huzuruna erenlerden oluruz. Belki de Berat Gecesi’nde Rabbimizin Afüvv (çok affedici) ve Ğafûr (çok bağışlayıcı) oluşunu ifade eden “şaban ayının yarısına denk gelen bu gece, Allah dünya semasına iner (rahmetiyle tecelli eder) ve Kelb kabilesinin koyunlarının kıllarından daha çok sayıda günahkârı bağışlar.” (Tirmizi, Savm, 39.) hadisine dâhil olup da bağışlananlardan oluruz.
Beratını alıp amel defterine yeni bir sayfa açan, günahlarının bağışlanması için gereken çabayı gösteren kişi, bu manevi hâlini bozmadan ramazan ayına kavuşmayı hatta bayrama ulaşmayı arzular. Ramazan ayını dolu dolu geçirmenin, bereketinden istifade etmenin her yolunu dener. Diğer aylarda olmayan ibadet çeşitliliğinin gereğini yapması gerektiğini bilir. Orucuyla, iftar ve sahuruyla, namazıyla, zekâtıyla, infakıyla, sadaka-ı fıtrıyla, itikâfıyla, teravih namazlarıyla ramazan ayını tamamlamak ister. İnsan için en önemli vakit olan, vakitlerin en değerli madeni “Kadir Gecesi” de bu ayda bulunmaktadır. Kadir suresinin ilk beş ayetinde ifade edilen hakikatler doğrultusunda, Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim bu gece indirilmeye başlanmıştır. İşte bu hakikat de bu geceyi bir insanın ömrünü ifade eden bin aydan daha değerli kılmaktadır. Allah (c.c.), hangi yaşta olursak olalım geçmişimizi arındırmayı ve bir ömürlük derinlikteki kazanımları bize nasip edeceğini müjdeliyor. Her yıl ortalama bir ömre bedel geceyi bize bahşetmektedir.
Üç ayların başından sonuna kadar biz aciz günahkâr kullarına verdiği nimetler sayısız iken yine de son noktayı birlik ve beraberliğimizin en büyük göstergesi olan bayram namazıyla tamamlamaktayız. Kazanılan maddi manevi güzelliklerin paylaşıldığı günler yaşamaktayız. Ailemizle, eşimizle, çocuklarımızla, büyüklerimizle hüzünlerin kendine yer bulamadığı kıymetli vakitler geçirmekteyiz. Ne mutlu bizlere!
Gelin hepimiz birlikte, istediklerimize kavuşalım; kulluğumuzun zirvesine çıkalım; günahlardan arınmışlık belgemizi alalım; ibadetlerimizle kulluğumuzun gerektirdiği şekilde kadir gecesini idrak edelim; birlik ve beraberliğimizin şiarı olan bayram namazına kavuşalım.
Ey Rabbimiz! Kazanımlarımızın izlerinin kalıcı olmasını ve ömür boyu etkilerini hissedebilmeyi bizlere nasip eyle. Manevi kazanımlarımızı silip yok edecek yanlışlar ve etkilerden bizleri koru. Ömrümüzün her anında üç ayları yaşamayı bizlere nasip et.
Ey Rabbimiz! Bizleri her türlü hayırlara kavuşan kullarından eyle. Maddi ve manevi nimet ve bereketlerinden mahrum eyleme. Manevi dereceleri aşıp beratını alan kullarından eyle. Ramazanı ve Kadir Gecesi’ni hakkıyla değerlendirebilenlerden eyle. Manevi iklimin sonunda kaybedenlerden değil kazananlardan eyle. (Âmin.)