Makale

KÖYE VE KÖY HALKINA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ALİ VAHİD ÜRYANİ

KÖYE VE KÖY HALKINA ADANMIŞ
BİR ÖMÜR
ALİ VAHİD ÜRYANİ

Dr. Mehmet BULUT
DİB Emekli Başkanlık Müşaviri

Dergimizin bir önceki sayısında Diyanet İşleri Başkanlığının ilk dönemlerinde köy hocalarına ve köy ahalisine yönelik mütevazı birkaç hizmetini anlatırken Başkanlıkça 1965 yılında yayımlanan Köy Hocası İlmihali adlı eser ve yazarı Müşavere Heyeti azalarından Ali Vahid Üryani’den de söz etmiştim. Ancak, ömrünü köylere ve köylülere adamış bir kişilik olarak o, daha fazla tanıtılmayı hak ediyor.

Üryanizade Ali Vahid Efendi -ilgili kanundan sonra “Üryani” soyadını aldı- 1879’da (Hicri 1297, Rumi 1295) İstanbul’da doğdu. (Bu yazıda konuya ilişkin kayıtlardaki Rumi tarihler Miladiye çevrilerek verildi) Kilisli olduğu belirtilmektedir. Babası Hayrullah Efendi, annesi Zevkidil Hanım, eşi Fatma Mediha Hanım’dır. Çocuklarının isimleri ise bir hoştur: Fatma Zehrun, Ayşe Nezhun, Abdurrahman Haldun.

Özlük dosyasındaki kayıtlara göre Üryani, İstanbul Haseki’de Evliya Mekteb-i İptidaisini ve ardından Davutpaşa Rüştiyesini bitirdi. Bayezid Camii dersiamlarından Hadimî Hasan Efendi’den okuyarak 1904’te icazetname aldı. Bu arada devam ettiği Mekteb-i Nüvvap’tan da 1902’de mezun oldu. Ayrıca özel olarak Hesap, Hendese, Tarih, Coğrafya, Jeoloji, Biyoloji, Türk ve İran Edebiyatı ile Fransızcayla ilgilendi. İleri düzeyde Arapça bilmekteydi.

Üryani’nin resmî görevlerinin ağırlıklı kısmı Osmanlı devlet teşkilatı içinde ve Mekteb-i Nüvvap’tan edindiği formasyonla adli hizmetlerde geçti. İlk görevine 23 Haziran 1895’te Meşihat Sicil-i Ahval Şubesi kâtibi olarak başladı. 1903’ten 1908’e kadar sırayla Sahyun, Membuç, Hadim, Antakya, Halilürrahman Şer’i Naiplikleri; 1910’dan itibaren Eyüp Kadılığı; Canik, Cidde ve İzmit naipliği görevlerinde bulundu. 1914-1917 yıllarında Evkaf Kadılığı Müşavir-i Saniliği yaptı. 1917-1920 arasındaki görevi ise Mühallefat-ı Umumiye Kassamlığı Müşavir-i Saniliği idi. Bu arada 1916’dan 1919’a kadar Medresetü’l-Huteba’da Türkçe kitabet müderrisliği yaptı.

Kassam Umum Müşaviri iken Osmanlı idaresi onu, Çanakkale Savaşlarını mahallinde görmek amacıyla Suriye, Filistin ve Lübnan’dan seçilerek gönderilen bir “İlmî Heyet”e mihmandar olarak tayin etti. Bu ziyaret, Suriye’de bulunan 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa’nın isteği üzerine gerçekleşmişti ve devlet bu teşebbüse büyük önem atfediyordu. Bu heyette dört Arapça gazete sahibi de vardı. Mihmandar olarak Üryani’nin tercihinde onun Arapçaya olan hâkimiyetinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Arap İlmi Heyeti, önce İstanbul’da ağırlanmış sonra Çanakkale Cephesine götürülmüştür. Her iki ziyarette de Üryani onlara mihmandarlık etmiştir.

Merhum Akif’in “Şu kopan fırtına” diye tanımladığı Çanakkale’de verilen cihat, heyet üyeleri kadar Üryani’yi de son derece etkilemişti. Nitekim 18-23 Ekim 1915 tarihlerini kapsayan bu seyahatte o, sadece mihmandarlık etmekle yetinmemiş, bir yazar ve bir basın mensubu olarak hayranlıkla müşahede ettiği mücahitlerin kahramanlıklarını, gazilerin metanet ve fedakârlıklarını seyahat dönüşünde kaleme aldığı Çanakkale Cephesinde Duyup Düşündüklerim adlı 30 sayfalık kitapçıkta dile getirmişti. Eserinde, Çanakkale cephelerinde gördüğü, duyduğu ve düşündüğü her şeyi samimi ve yoğun bir duygusallıkla anlatmıştı.

Üryani 1920 sonları veya 1921 başlarında Anadolu’ya geçmiştir. Akif gibi, Akseki gibi Üryani de herkesi Kuvayı Milliye saflarında, düşmanı vatanın harim-i ismetinden söküp atmaya, vatanın istiklali için mücahedeye çağırmıştı.

5 Kasım 1921’de Ankara Sultanisi Ulum-i Diniye muallimliğine, 23 Şubat 1923’te Şurayı Evkaf azalığına, 20 Aralık 1923’te de Ankara Erkek Muallim Mektebi Din Dersleri muallimliğine tayin edildi. Bu son görevdeyken 24 Kasım 1925’te birinci defa Diyanet İşleri Reisliği Hey’et-i Müşavere azalığına getirilen Ali Vahid Efendi, 22 Aralık 1932’de kendi isteğiyle emekliye sevk edildi. Emekliliğinden 5 sene sonra, yine kendi isteğiyle 18 Ocak 1937’de Heyet-i Müşavere azalığına yeniden tayin oldu. Üryani, bu görevdeyken 21 Temmuz 1940’ta Ankara Numune Hastanesinde vefat etti.

Eserlerinden bazıları: Köy Hatibi (1911), Çanakkale Cephesinde Duyup Düşündüklerim (1916), İbtidailerde Din Dersleri (1917), Köylü İlmihali (1922), Hacı Bayram Veli Kürsüsünden Birinci Vaaz (1926), Asker İlmihali (1926, 1927, 1939), Türkçe Hutbeler (1928), Terbiye Dersleri (1928, 1930), Köy Hocası İlmihali (1931).

Üryani’nin iki eseri, vefatından sonra Başkanlıkça yayımlandı. İlk defa İstanbul’da 1931 yılında basılan Köy Hocası İlmihali, 1965 yılında Köy Hocası İlmihali (İtikat Kısmı) adıyla basıldı. (Yayın No: 112, 96 sayfa.) Bu eseri önceki yazımda kısaca tanıtmaya çalışmıştım. İkincisi ise yine daha önce Câmiu’l-Künûz adıyla yayınlanmış Arapça eseri, Y. Ziyaeddin Ersal tarafından tercüme edilerek Câmiu’l-Künûz (Ahlaki Hadislerden Seçmeler I)
adıyla 1960’ta yayımlandı. (Yayın No: 82, 160 sayfa.) Öte yandan onun, Siyer-i Nebi adlı 1200 sayfa civarındaki eseri Müşavere Heyetince 1945’te incelenerek Başkanlıkça yayınlanması faydalı olarak görülmüş ancak yayımlanamamıştır. Onun Asker İlmihali eseri, günümüzde de herkesin okuyup anlayabileceği sadelikte bir din dersleri kitabıdır.

Görüldüğü gibi o, kaleme aldığı bir kısım kitaplarının adlarında “Köy” ve “Köylü” kelimelerinin bulunmasına ihtimam göstermişti. Sadece kitapları değil, çıkardığı mevkuteler de Köy Hocası ve Köy Hocası Gazetesi adını taşımaktaydı. 1925’ten sonra basılan kitaplarında yazar adının altına “Diyanet İşleri Reisliği Hey’et-i Müşavere azasından Köy Hocası Gazetesi Sahibi” gibi ibareler koymaya özen göstermişti. Hatta Ankara’da tesis ettiği matbaaya bile Köy Hocası Gazetesi Matbaası adını vermişti.

Gazetesinde ve köy halkına yönelik kitaplarında halkın rahatlıkça anlayabileceği bir anlatım ve üslup hâkimdir. Bizim din bahsinde yazıp anlattıklarımız köy ahalisi başta olmak üzere insanımız tarafından ne kadar anlaşılıyordu? Üryani yeteri kadar anlaşılmadığına kani olanlardandı ve mesaisinin ağırlıklı kısmını bu yöne tevcih etti. Denilebilir ki bu yönüyle Üryani, kendini köylüye, köy halkına adamış bir zattır; köylüye âşıktır.

Burada sözünü ettiğimiz Köy Hocası, bilinen anlamda imamet ve hitabet hizmetlerini yürüten şahıs değil, köy halkını dinî ve dünyevi yönden aydınlatmayı, bilgilendirmeyi misyon edinmiş bir süreli yayın, bir belletendir. Yani burada köy hocalığı, mevkute aracılığıyla hatta -Eşref Edib’e kulak verirsek- derginin sahip ve yazarı Üryani tarafından yapılmaktadır. Şu var ki okuma yazma oranının çok düşük olduğu bir dönemde Köy Hocası da hedefine köy hocası aracılığıyla ulaşabilecekti.

Köy Hocası, Üryanizade Ali Vahid Efendi’nin kendi hususi teşebbüsüyle 1918 yılında İstanbul’da bir dergi olarak yayımlanmaya başlamış, 1920’den sonra yayınını Ankara’da sürdürmüştür. 1918-1922 yılları arasında 71 sayı olarak yayımlanmıştır. Mecmuanın bütün sayılarının başında “Köylüye dinini, dünyasını bildirerek çalışıp çabalamanın yolunu göstermektir” ibaresi yer alıyordu ki, bu ifade, mecmuanın esas amacını da ortaya koymaktaydı. Dergide köylünün işine yarayacak her türlü yazı yer alabilmişti. Din, ahlak, sağlık, sosyal, kültürel ve ekonomik hayat adı altında birçok konu okurların bilgisine sunulmuştur. Bu sebeple olmalı ki Büyük Millet Meclisi hükümetleri sırasında, Nisan 1921’de Meclis Başkanlığına verilen bir kanun teklifinde, o yıllarda yayınlarını sürdüren Köy Hocası ve Sebilürreşad dergilerinin kaza ve köylere kadar ulaştırılıp yaygınlaştırılması talep edilmişti. Sonuçsuz kalsa da teklif, halkın dinî kültürünün gelişimi noktasında bir hassasiyetin gösterilmiş olması açısından önemlidir.

Arşiv belgelerinden öğrendiğimize göre Üryani, 1925’te Müşavere Heyeti azası olduktan sonra bu defa süreli yayın faaliyetini Köy Hocası Gazetesi adıyla sürdürmüştür. Hatta Reislikten müftülüklere gönderilen bazı tamimlerde, abone kaydetmek suretiyle bu gazeteye destek olunması istenmiştir. Ancak ben, henüz örneklerine ulaşamadım.

Bir hususa daha işaret etmek istiyorum: Seçtikleri hedef kitle, yayınladıkları eserlerin konuları ve yazılarındaki üslup itibarıyla Ali Vahid Üryani ile çağdaşı Ahmet Hamdi Akseki arasında büyük benzerlik vardır. Her ikisi de Reislik mensubudur; her ikisi de ilmihal, asker için din dersleri, hutbe ve vaaz kitapları kaleme almışlardır. Bu hal, dönemsel olarak toplum katmanlarının ihtiyaçlarını da ortaya koymakta.

Yazımın burasında, Köy Hocası hakkında Üryani’nin çağdaşları ve dönemin dergicileri Mehmet Akif ve Eşref Edib’in değerlendirmelerine yer vermek istiyorum.

Köy Hocası 1918 yılında İstanbul’da yayına başladığında Mehmed Akif, Sebilürreşad Dergisinde “Köy Hocası” başlığıyla bir yazı kaleme almış ve memnuniyetini dile getirmişti. Yazısında halkın her bakımdan tealisine, toplumun irşadına, uyandırılmasına olan ihtiyacı dile getirdikten, halkı ilim ve irfanla mücehhez kılarak maddi ve manevi yönden terakkisinin önemine işaret ettikten sonra sözü Köy Hocası’na getirerek o güne kadar böyle bir yayının yapılmamış olmasına hayıflanıyordu. Akif’e göre bu dergide sadece din ve ahlak konuları değil, köy halkı için lazım gelen her şey bulunuyordu. Dolayısıyla mutlaka bir yolu bulunup bu derginin sesi Anadolu’nun her tarafına ulaştırılmalıydı. İlk sayısına dayanarak dergiye ve dergiyi yayınlayan Ali Vahid Efendi’ye duyduğu hayranlığını şu sözlerle ortaya koymuştu: “İşte, kemali şükran ve hürmetle elimizde tuttuğumuz şu mübarek eser, şu Köy Hocası gösteriyor ki bu ümmetten henüz hayır münkati olmuş değildir. Hâlâ vatanın selametini, saadetini düşünenler ve maksad-ı mukaddesin husulü için fisebilillah uğraşanlar bulunuyor.”

Sözlerinin devamında derginin sahibi ve yazarı Ali Vahid Efendi’ye şükranlarını, minnettarlığını da şu sözlerle dile getirmişti: “Vatanın en büyük bir ihtiyacına vefa etmek üzere fedakârane ortaya çıkıyorlar da bu kadar mükemmel bir eser meydana koyuyorlar. Evet, her eserin kıymeti, kendisinden beklenilen maksada edeceği hizmetin derecesiyle ölçülmek lazım geleceğine nazaran Köy Hocası için en mükemmel eser demekte hiç tereddüt etmeyiz.” Akif, Köy Hocası’nın dilinin güzelliğine, fikirlerinin temizliğine, konularının güzelce seçimine hayran kaldığını belirtmekten de geri durmaz: “ Yakinen anladık ki köylülerimizce bilinmesi elzem olan hakaik, bu lisan ile pek güzel anlatılabilecek ve ancak bu lisan ile anlatılabilecek. Köylü, Köy Hocası’nı can kulağıyla dinleyecek, dinledikçe zevk duyacak, müstefid olacak…”

Derginin 1921’de Ankara’da yayınına başlaması üzerine yine Sebilürreşad’da bu defa Eşref Edib, “Köy Hocası Geldi” başlığıyla bir yazı kaleme almıştı: “Köylülerin pek ziyade sevdikleri Köy Hocası Anadolu’ya geldi. Geçen haftadan itibaren rahlesi başına geçti. Köylülere dinini, dünyasını öğretmeye başladı. Köy Hocası’nın köylülerden başka bir derdi yoktur. Hep düşündüğü, taşındığı köylülerdir. Ne kadar da güzel söylüyor. Ne kadar da faydalı şeyler buluyor. Okudukça insan şaşıp kalıyor. Dinledikçe zevk duyuyor. O tatlı sözlerin uzayıp gitmesini istiyor…”

Şöyle bitireyim yazımı:

Yukarıda sözünü ettiğim makalesinde Akif merhum, Ali Vahid Efendi’nin derginin ilk sayısında çıkış amacını anlatırken kullandığı, “Halime bakmam, Hasan Dağına oduna giderim” sözüne değinerek bu sözü onun tevazuuna bağlamış, bilakis Cenabı Hakk’ın onu sırf bu hizmet için yarattığını dile getirmiş ve sözünü şöyle bağlamıştı: “Belki siz, maksad-ı hilkatinizi geç anlamış yahut vazifenize erken başlayamamış olabilirsiniz. Bunu kabul ederiz (…). Eseriniz pek vazıh bir tarzda gösteriyor ki kudretiniz de himmetiniz kadar âlidir. Sakın bu kudreti istihfaf etmeyiniz, sakın bu himmete fütur kondurmayınız. Mesleğinizde sebat ediniz, devam ediniz, yılmayınız…”

Yüz yıl sonra, haddim olmayarak ve Akif’ten ödünç alarak bu öğütleri, elinizde tuttuğunuz derginin çıkışında emeği geçen herkes için ben de tekrarlıyorum. Emekleri meşkûr olsun...