Makale

TEMİZLİK

TEMİZLİK

Prof. Dr. Neşet ÇAĞATAY

İslâm dininin en önemli konularından biri temizliktir. Bu sebeple ben de burada temizlikten bahsetmek istiyorum.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in İslâm Dînini yaymakla görevlendirilişinin başlangıcı olarak gelen ilk âyetler, Kur’ân-ı Kerîm’in 96. sûresinin yâni Alâk sûresinin şu ilk beş âyetleridir: “Yaratan Tanrı’mn adıyla oku, o, insanı bir pıhtı kandan yarattı; O, keremine son olmıyan Rabb’ın adına oku. Kalemle (yazmağı öğreten), insana bilmediğini belleten, keremi sonsuz olan Tanrı’mn adıyla oku.” Bu ilk âyetlerden sonra bir müddet vahiy kesildi, yâni Tanrı’dan emir gelmedi; sonra tekrar âyetler gelmeğe başladı, işte bu ikinci defada gelen Müddessir sûresinin ilk âyetleri de “Ey örtüsüne bürünmüş kişi! Kalk (eğri yolun sonucundan) korkut, Tann’nın adını yücelt, elbiseni temizle. Kötülüğün her türlüsünden uzak ol.” şeklindedir. .

Kur’ân-ı Kerîm’in bu ilk defada ve ikinci defada gelen âyetleri bize gösteriyor ki İslâmiyet, Allah’ın birliği ve Peygamber’in gerçek Peygamber olduğa esasına dayanan inançtan yâni akideden sonra en büyük önemi, bilime ve temizliğe vermiştir.

Yer yüzündeki insanların inandıkları türlü dinler arasında temizliğe büyük önem veren yalnız İslam dinidir. Başka hiç bir dinde bu hususta kat’î ve ciddî bir emir veya tavsiyeye rastlanamaz. Gerçekten insanlığı hem fikir hem sağlık yönünden ayakta tutacak olan iki konu, bilgi ve temizliktir.

Hz. Muhammed’in, İslâmiyet’i halka duyurma ve yayma ödeviyle görevlendirilmesinden sonra geçen yirmi bir küsur yıl içinde gelen âyetler arasında defalarca temizlik üzerinde duran ve onun öneminden bahseden hükümler yer almıştır ki, bunlar İslâmiyet’in ruh duruluğuna ve kalb temizliğine olduğu kadar vücut temizliğine, genel olarak da her türlü temizliğe nekadar büyük bir yer verdiğini göstermektedir.

Daha mühimi, Islâmiyette ibadet kalb ve vücut temizliği ile başlar. Günde beş vakit namaz dolayısiyle, insanın temizliğe en çok muhtaç azası beş defa yıkanmak suretiyle temizlenir. Bunu, içinde yaşadığımız yirminci yüzyıl medenî dünyasının sıkı ve devamlı sağlık öğütleri bile zor temin edebilir.

Bir Müslüman, el, yüz, ağız, burun, kulak, boyun, baş ve ayak gibi pislik ve mikroplarla her an temasta bulunan uzuvları günde beş defa temizlediği gibi, namaz kılacağı yeri ve üstünü başını da temizlemek zorundadır. Abdest alınacak su, içme suyunda aranan şartlara uygun olmak icabeder. İlm-i Hal ve fıkıh kitapları, temizlik konularının ince teferruatıyla doludur. Bu kitaplarda abdest alınacak suyun zellikleri, abdest alınırken temizlenmesi icabeden kısımların iyice yıkanması, büyük ve küçük abdest bozmadan sonraki temizlik, içilecek suyun, et, balık vesaire gibi yiyecek maddelerinin nasıl olacağı ve temizlik şartları, özellikleri uzun uzun anlatılmıştır. Bunlara, boy abdestİ, tırnak kesme ve bugünkü tıp ilminin dahi lüzumunu kabul ve tasdik ettiği erkek çocukların sünnet olmasını da ilâve edersek dinimizin bu hususa nekadar büyük bir önem verdiği, bu hususta nasıl dört başı mâmur düşündüğü ve kaideler koyduğu meydana çıkar.

*

* *

Şimdi, İslâmiyet’in bu husustaki mükemmel emirlerim kayd ettikten sonra bir de işin tatbikat cephesine göz atalım: Hemen söyliyebilirim ki maalesef, gerek ibadet esnasında olsun gerekse günlük hayatımız içinde olsun bu emirleri ve kaideleri icap ettiği şekilde tatbik etmiyoruz. Sanki, abdest alırken esas olan, o uzuvların yıkanması değilmiş de namazdan önce yerine getirilmesi icabeden bir formalite imiş gibi hareket ediyoruz. Bayram, cuma, teravih ve vakit namazlarında camilere, çok pis ve kötü kokan çoraplarla, tozlu ve kirli elbiselerle gelenlerin orada bulunanları ne kadar rahatsız ettikleri hepimizin malûmudur. Bu gibi kimselerin, namaz kılınırken bir başkasının kendi arkasındaki safta topuğu dibine secdeye varacağını hatırlayarak camiye bu vaziyette gelmeğe hakları olmadığını düşünmeleri gerekir. Temizlik vasıtalarının o kadar bol ve ucuz olduğu bu devirde bu gibi hareketler hem insanlığa hem de Müslümanlığa yakışmaz. Çorapları ve ayakları sık sık yıkamak, bir fırça alıp eve koymak zor ve külfetli bir iş değildir; her gün eve gelindiğinde elbisenin ve şapkanın fırçalanması insanı kolayca toz pas içinde gezmekten kurtarır. Şapkalarının içi ve kenarları yağla tozun karışmasından meşin haline gelmiş olanlarla çorapları aynı şekilde pis kokan kimselerin camiye gelmeleri günahtır. Çünkü bu gibi pis kimselerin camide namaz kılmakla kazanacakları cemaatla namaz kılma sevabı, diğer Müslümanlar’a eza vermekle, rahatsız etmekle girecekleri günahı karşılayamaz. Peygamberimiz, Camiye giderken en temiz ve güzel elbiselerinizi giyiniz, güzel koku sürünüz, camiye ve müsafirliğe giderken soğan, sarmısak gibi, başkalarını rahatsız edecek koku neşreden şeyler yemeyin” buyuruyor. Eski giymek ayıp değil fakat, pis gezmek ayıp, hem de çok ayıptır. Herhangi bir sebep ve mazeretle üstünü, başını, çorabını temizliyemiyen kimseler câmiye girmemelidirler. Buna riayet etmeden gittikleri taktirde başkalarını rahatsız ettikten başka, orası Allah’ın evidir, orayı kirletmek, pis koku ile doldurmak günahtır. İslâm Dîninde ibadet her yerde yapılabilir; câmiye gitmek şart değildir. Temiz pak olarak camide cemaatla namaz kılmak elbette ki daha sevaptır fakat, temizliğe riayet etnıiyenlerin, câmileri kirletmeğe, cenıaatı rahatsız etmeğe hakları yoktur.

Şimdi gelelim bir başka meseleye: Maalesef köylerimizin bir kısmında evlerde helâ ve gusülhane dediğimiz hamam yapacak bir yer yoktur. Ahırlar veya evin önünde bir metre kadar duvarla çevrilmiş yerler helâ olarak kullanılmaktadır. Bu, bir kere, âile şeref ve mahremiyetinin muhafaza edilememesi bakımından çok çirkin ve ayıp olduğu gibi sinekler vasıtasivle pisliklerin, mikropların ve pis kokunun etrafa yayılması ve türlü hastalıklara sebep olması bakımından da son derece tehlikeli ve iğrençtir. Köylülerimizin, ekim, hasad ve harman zamanları dışında bir çok boş zamanlan vardır. Türklüğe, insanlığa yakışacak, âile mahremiyetini koruyacak şekilde her evde muntazam ve etrafi kapalı helâlar yapılması, evin münasip bir yerine hamamlık yapılması zor bir iş değildir. Din adamlarımızın ve idare âmirlerimizin bu hususları tavsiye, teşvik ve takib etmeleri şâyân-ı arzudur, vatandaş sağlığı, ülke esenliği bakımlarından vatanî ve millî vazifedir.

Dedelerimiz, bugün temizlik ve tertipliliklerine imrendiğimiz Avrupada yıkanmanın mâna ve ehemmiyetinin meçhul olduğu zamanlarda, evlerde olduktan başka gayet temiz, her tarafı mermerle kaplı umumi hamamlar, her tarafından şarıl şarıl sular akan temiz umumî helâlar bile yaptırmışlardı ve temizliğe son derece dikkat ediyorlardı. Buna, o zamanlarda memleketimize gelip bu durumu görmüş batılı seyyahlar hayranlıkla tanıklık etmektedirler. Endülüs’teki yâni İspanya’daki engizisyon mahkemeleri gusledenleri veya su ile temizlenen kimseleri en ağır cezaya çarptırdıkları zamanlar, bizde Kanunî Sultan Süleyman devrinde Avusturya devleti tarafından İstanbul’a elçi olarak yollanmış ve “Türk Mektupları adıyla dikkate şayan ve önemli bir eser yazmış olan Büzbek, bu kitabında cedlerimizin temizliği hakkında şu enteresan satırları yazıyor: “Türkler vücut kirliliğinden çok nefret ederler, bunu adeta bir cürüm sayarlar. Onların gözünde pişlik, ruh pisliğinden daha kötüdür. Bundan dolayı sık sık yıkanırlar. Kadınların çoğu umumî kadın hamamlarına gittikleri için hür ve halayık kadınların bir çoğu bu hamamlarda toplanırlar.”[1]

Türkiye’ye seyahat etmiş Edmondo Dö Amisi’ler, Teofil Deyrol’ler, Elizabet Kraven’ler, Jan Dö Taveno’lar, Leydi Meri Montegü’ler, J. E. Doza’lar hep hayranlıkla Türk temizliğinden bahsederler. Yüzyıllar boyunca yurdumuzu ziyaret eden yabancıların zikrettikleri misallerde de gördüğümüz gibi İslâmiyetin emrettiği temizlik biz Türklerde en yüksek bir dereceye ulaşmış ve imrenilir bir hal almıştı. Daha otuz kırk yıl önceye kadar, sıhhî su tesisleri bulunmayan köylerde, yemeklerden önce ve sonra, kalaylı bakır ibrikler ile üzeri süzgeçli kapaklı leğenler gelir sabunla eller yıkanırdı. Her evin uygun bir yerinde abdestlik denen ve lavabo olarak kullanılan el yıkama yerleri vardı. Bu güzel âdetler ıslah edilip yeni icatların ortaya çıkardığı daha kullanışlı temizlik vasıtalariyle daha mükemmel hale getirilmeli. İslâmiyet’in ve insanlığın ve sağlık kurallarının emrettiği temizlik usul ve kaideleri sadece bir şekil olarak tatbik edilmekten çıkarılıp ciddî olarak benimsenmeli. Hz. Muhammed, dişlerin misvak denen, ucunun lifleri bıçakla çentilerek yumuşatılmış ve mikrop öldürücü bir maddeyi ihtiva eden bir ağaç parçasiyle yıkanmasını bile tavsiye etmek suretiyle temizliği ideal şekle vardırmıştı ki, bu, bugünkü medenî âlemin kullandığı diş fırçası ve macun kullanmayı bin üçyüz küsur yıl önce öğretmek demektir. Hatta bu hususta Hz. Peygamber bîr hadîsinde “Ümmetime zahmet vermekten çekinmeseydim her namazda kendilerine misvak kullanmayı emrederdim” buyuruyor. Sonra O, saçlarını uzatanlara, başlarını sık sık yıkamalarnı, taramalarını ve koku sürmelerini tavsiye ediyor. Kendisi, gün aşırı bunu yapardı ve hazerde, seferde, ayna, tarak, makas gibi şeyleri yanlarından eksik etmezlerdi. Sırası gelmişken burada önemli bir noktaya temas etmek istiyorum. Hz. Muhammed sakal uzattı diye bugün dahi sakal uzatanlar vardır. Bu, tamamiyle yanlış ve ters anlaşılmış bir meseledir. Çok eski zamanlardanberi, Arapların da dâhil bulunduğu eski Samî milletlerde, erkeklerin çok uzun sakal koyvermeleri âdetti. İslâmiyet’ten önce Araplar çok uzun sakal bırakıyorlardı. Bu âdet İbranîlerde de câri idi. Hz. Mûsâ ve Hz. İsa uzun sakallı idiler; bu sebeple yahudi ve hıristiyan din adamları Hz. Musa’nın ve Hz. Îsâ’mn sünnetine uyarak uzun sakal bırakmış ve hâlâ da bırakmaktadırlar. Peygamberimiz Hz. Muhammed’de bu durum aksinedir, O, sakalın bir tutamdan fazla olmamasını tavsiye etmiş, kendileri de sakallarını bir tutamdan fazla uzatmamışlardır. Bu gösteriyor ki, Yahudi ve Hıristiyan âdetinin tersine olarak İslâmiyette alabildiğine sakal koyvermek değil, sakal kesmek esastır. Sakalın bir tutamdan daha uzun olmaması tavsiye edilmiştir.

Esasen İslâmiyet şekilcilikten uzak, mânaya, ahlâk, fazilet ve insanî duygulara önem veren bir dindir. Ne sakal bırakmakla ne bere giymekle insan gerçek Müslüman olamaz. Gerçek Müslümanlık, Allah’a karşı borcumuz olan ibadet, akîde bütünlüğü, iyi ahlâklılık, terbiye ve nezaket, başkalarına yardım ve iyilik etmek ve güler-yüzlü lüktür.

İslâm Dîni beden temizliğine önem verdiği gibi üst baş giyeceklerinin temizliğine ve ibadet sırasında temiz elbise giyilmesini de tavsiye ve emreder. Bu hususta yukarıda zikrettiğimiz Müddessir sûresinden başka A’raf sûresinin bir âyetinde “Ey âdem oğulları, her ibadet yeri için temiz elbisenizi giyiniz” buyuruluyor.

Bir Müslüman namaz vakitlerinden gayrı zamanlarda meselâ yemekten evvel ve sonra, bir işten sonra vesaire gibi zamanlarda da elini yüzünü yıkamalı. İslâmiyet bu hususta o kadar hassas, titiz davranır ki, meselâ vücûdun bir uzvunu temizlemek için kullanılan ve şeriat dilinde Mâ-i Müsta’mel (kullanılmış su) diğer uzuvların yıkanması için kullanılamaz; çünkü bir uzvu yıkayan su oradaki tozu, toprağı, kiri, mikrobu almıştır.

Dînîmiz vücud yıkanmasına yâni beden temizliğine de çok önem verir. Çünkü bu, sağlık korunması için lâzımdır. Vâcib olduğu hallerin dışında, cuma ve bayram günlerinde yâni tatil ve dinî günlerde banyo yapmak sünnet sırasına girmiştir. Sağlık şartlarına uyularak yâni gerçek vücut temizliği kasdiyle yapılan boy abdestinin faydaları pek çoktur: bedenin kirlerini gidererek derideki küçük delikleri açar, ter çıkaran guddelerin çalışmasını ve bu yolla yapılan vücud solunumunu kolaylaştırır, deriye yumuşaklık ve tazelik verir, yorgun sinirleri dinlendirir, uykuyu normalleştirir, vücudun ve beynin gevşekliğini giderir. Hz. Peygamber: “Temizliğe dikkat et ki, ömrün uzun olsun” buyuruyor.

Eli yüzü, üstü başı temiz bir adam herkes tarafından sevilir ve hürmet görür. Tırnakları, üstü başı kirli ve parmağı ile burnunu karıştıran bir kimseyi seyredenler büyük bir nefret ve iğrenme hissi duyarlar. Bu itibarla vücudumuzu, elimizi yüzümüzü, üstümüzü başımızı temiz tutmamız, bütün topluluklara ve bilhassa camilere gittiğimizde bu hususa çok dikkat etmemiz, hele çorap ve ayak temizliğinde titiz olmamız lâzımdır. Aynca evlerimizde firça bulundurmamız, yanımızda mendil ve tarak taşımamız gerekir. Yerlere tükürmek, sümkürmek çok çirkin, insanlığa ve Müslümanlığa yakışmaz şeylerdir; hatta bu şekilde hareket edenleri, burnunu eliyle silip şehirlerde, parklarda, sinamalarda, otobüslerde, direklere, ağaçlara, sandalyelere, oturaklara sürerek kurulayanlan ikaz etmemiz, bunun kötülüğünü anlatmamız gerekir. Şehir temizliğinde, yurt temizliğinde sorumluluğumuz ve ödevimiz ortakdır. .

İslâmiyet yalnız şahsî temizliği emretmiyor. Bir Müslümamn evi, yatacağı yeri, çamaşırları, sofrası ve yiyeceği şeyler temiz olmak lâzım ve şarttır.

Bilhassa yaz aylarında, helâların, ahırların temiz tutulması, D.D.T., asitborik gibi mikrob öldürücü ve koku giderici ilâçlarla ilâçlanması, karasinek, pire vesaire mikrop taşıyarak türlü hastalıklara sebep olan haşereleri yok etmek lâzımdır. Evlerdeki yemek ve süt dolaplarını, pençereleri ince tellerle sıkıca kapatmalıyız. Üzerine sinek konan yemekler mikrop yuvası, zehirli ve dolayısiyle hastalık kaynağıdırlar. Evlerin lüzumlu yerlerine koydurulacak bu tel kafesler beş altı yıl dayanır. Yâni bu iş için yapılacak yıllık masraf çok düşük olur; bundan kaçınırsak bu tedbirsizliğimiz yüzünden hastalığa yakalandığımızda tedavi için kasabalara gitme masrafı ve ilâç parası kat kat fazla olur. Hastalık ve tedavi dolayısiyle kaybedeceğimiz iş günü ve rahatsızlık da cabası.

Sıtma, tifo, veba, verem, trahom, frengi, tedavileri uzun süren, kişiyi yanm insan yapan, tesiri, ıztırabı ömür boyunca süren hatta ocaklar söndüren bulaşıcı, salgın hastalıklardır. Sağlık kurallarına dikkat eden avrupalılarda bu hastalıkların çoğunun ne olduğu bugün unutulmuştur bile. Aile ve nesil sağlığımızı, vatanımızı ve milletimizi seviyorsak biz de temizlik konularında titiz davranalım.

Avrupada, evinde masası, sandalyesi olmıyan, sofrada yemeklerini ayrı kaplarda yemiyen tek köylü göremezsiniz; herkesin tabağı, kaşığı, havlusu ayrıdır. Bu, asgarî temizlik ve sağlık yoludur. Bir kaç tahtadan masa çakmak, eve bir kaç sandalye almak, bir kaç tabak, kaşık almak güç ve pahalı şeyler değildir. Hiç olmazsa hali vakti biraz yerinde olan vatandaşlar bunu muhakkak yapmalı. Bugün bunlar lüks değil sağlık için zarurî şeylerdir ve insan gibi yaşamanın asgarî şartlarıdır. Ayrı kapta yemek yemenin, sağlık yönünden başka son derece büyük terbiyevî ve ruhî bir faydası daha vardır; çocuklar, tek kaptan yendiğinde bilhassa sevdikleri yemeklerin biteceğinden korkarak acele edip hakkından fazla yemeğe çahşır. Bu ona, hayatta da başkalarının hakkına tecâvüz etme hususunda alışkanlık yaratır; halbuki ayrı kapta yemeğe alınırsa, hakkına razı olma, başkasının hakkına tecavüz etmeme duygusunu benimser. Bu basit gibi görünen mesele çocuk terbiyesi bakımından önemlidir.

Devletin her yerde hastahane yaptırması bir şey temin etmez, hatta her köyde bir hastahane yapmanın faydası olmaz; daha çok, vatandaşın, kendinin ve ailesi efradının sağlığı ile alâkadar olması, kısacası, hasta olmamak için her tedbiri alması lâzımdır. Bu da mümkün olduğu kadar okuyup kendini yetiştirmekle, çok çalışmakla ve bu çalışmayı müsbet sonuçlar elde ederek kıymetlendirmekle mümkün olur. Bu hususta hepimiz çalışırsak çalışma gücümüz artar, devletin de memleketin daha lüzumlu ihtiyaç yerlerine para sarfetnıesine yardım etmiş oluruz.

Temizlik bakımından lokantacılara, pastacılara, kahvecilere, bakkallara ve sebzecilere, halk sağlığı, vatandaş sağlığı ve genel olarak memleket sağlığı yönünden çok büyük millî ve vicdanî sorumluluk düşmektedir. Bunlar, iş yerlerini, buralarda çalıştırdıkları kimseleri ve sattıkları şeyleri çok temiz bulundurmalıdırlar. Zaten içinde üstü başı kirli garsonların dolaştığı, masaları, tabakları kokan bir lokanta veya pastahane, temizliğe dikkat eden benzeri bir müessese karşısında rekabet edemez. Sattığı şeyler ter-temiz, dükkânı derli toplu ve tertipli bir dükkân, daha çok müşteri çeker, insan, para verip aldığı şeyin temizliğinden emin olmak ve onu içi sine sine kullanmak veya yemek ister; bunu satıcıdan beklemesi alıcının hakkıdır da.

Hulâsa bütün anlamıyla ve genişliği ile temizlik hem dinimizin emri, hem millî gelenek ve terbiyemizin icabı, hem de yurt sağlığı ve İnsanlık borcumuzdur.



[1] Hüseyin Cahit Yalçın tercemesı, sahife 5o. Kitabın 6a. sahİfeside de bu hususa dair başka misaller vardır.