Makale

MÜZİK, MEKÂN, ZAMAN VE İNSAN

MÜZİK, MEKÂN, ZAMAN VE İNSAN

Meryem KILIÇ

Sokrates müziği, eğitimlerin en üstünü olarak tanımlar. Eflatun, ahenk ve ruhu terbiye eden bir vasıta olarak bahseder müzikten. Mevlana, güzel ses dinlemeyi âşıkların gıdasına benzetir. Gönüllerdeki hayaller güzel sesle tekâmül eder. Her şey ritimden oluşur, güzellik, iyilik, coşku, vefa, özlem hatta kötülük, düşmanlık, çirkinlik… Hepsinin hissettirdiği ritim vardır. Nitekim Mevlana “Seni yücelere, yükseklere çeken her sesi, yücelerden gelen ses olarak bil. Sana hırs veren nefsani duygunu arttıran sesi de insanı yaralayan kurt sesi bil.” ifadesiyle insan üzerinde sözün ve sesin etkisinin ne kadar büyük olduğunu vurgular. Kendisini hakikatler âlemine daldırmayan her sesi değersiz bulmaktadır.
İnsan ruhu üzerindeki bilinen etkisi, tarih boyunca insanları, müziği farklı alanlarda kullanmaya yönlendirmiştir. Müzik, rahatlatıcı ve sakinleştirici etkisi sebebiyle ruhsal hastalıkların tedavisi için kullanılmıştır. Eski çağlarda müziğin yaralara iyi geldiğine inanılır, ruhu yatıştırdığı ve ruh hastalıklarını tedavi ettiği düşünülürdü. Ebubekir Razi de melankolik hastaların müzikle ve güzel sesle okunan şarkıları dinlemekle dertlerinden kurtularak iyileşmesinin sağlanabileceğini söyler. Müziği tedavi amacıyla ilk kullanan milletlerden biri de Türklerdir. Günümüze de ulaşmış olan Edirne’deki Bayezid Külliyesi Şifahanesi, akıl ve ruh hastalarının müzikle tedavi edildikleri önemli yerlerden biridir. Bu hastanede tedavi yöntemleri arasında musikiyle tedavi yanında su sesi ve güzel kokular da kullanılırdı. Haftanın belirli günleri hanende ve sazende topluluğu müzik sahnesinde yerini alır, her hastalığa göre farklı makam çalıp söylerdi. Müziğin insan ruhu ve sağlığı üzerindeki etkisi günümüzde de terapi gibi birtakım yöntemlerde kullanılmaktadır.
İnsan, uyum içinde birleşen sesleri sever, onun meydana getirdiği bütünlüğün cazibesiyle başka bir dünyaya taşınır. Müzik, insanların iç dünyalarını, coşkularını, duygularını, meyillerini ifade eder. Farklı toplumların medeniyet anlayışlarının ve eğilimlerinin dışa vurumunu gösteren bir araçtır. Müzik, toplumun değerler sisteminin de yansımasıdır. Toplumun sosyal yapısını ortaya koyan sesler bütünüdür. Müzik, toplumları motive etmek ve bir arada tutmak için kullanılan etkili bir araçtır. Savaş öncesinde askerlerin motivasyonu için kullanılırken, savaş sonrası kahramanlık destanlarının anlatımında kullanılır. Eski çağlarda savaş borularının ve davulların askeri motive etmek, düşmana korku salmak için kullanıldığı bilinir. Böylece müzik, bir savaş stratejisi olarak da önümüze çıkmaktadır. Osmanlıda askerî müziğin en iyi örneği mehterdir. Millî duyguları etkileyerek askerin motivasyonunu yükselten mehter, Osmanlı Dönemi’ndeki pek çok savaşta kullanılmıştır. Fatih’in, İstanbul’un fethi esnasında surların önüne 300 kişilik mehter takımıyla gelerek askerin coşkusunu ve cesaretini artırdığı anlatılır. Mehter, Batı müziğini de etkilemiştir. Örneğin Mozart ve Beethoven gibi ünlü bestecilerin bu müzikten etkilenmesiyle “ala turca” tarzı müzik ortaya çıkmıştır. Mozart, klasik eseri “Türk Marşı”nı, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da büyük hayranlık uyandırdığı dönemde mehter marşının ritminden esinlenerek bestelemiştir.
Müziğin savaş sırasında önemli rol oynadığı başka bir örnek ise II. Dünya Savaşı’nın en ağır kuşatmalarından olan Leningrad Kuşatması’dır. Şimdiki adı St. Petersburg olan Leningrad’a ulaşan bütün hatların kapatılmasıyla insanlar büyük bir açlık ve yokluk içinde kaldılar. Sürekli bombardıman, soğuk, açlık içindeki halka ve askerlere moral vermek için Dmitri Şostakoviç 7. Senfoni’nin Leningrad prömiyerini (ilk gösteri) açlıktan neredeyse ölmek üzere olan müzisyenlerden oluşan bir orkestrayla icra etti. Hatta prömiyer daha gerçekleşmeden orkestranın üç üyesi açlıktan hayatını kaybetmişti. Leningrad prömiyeri olağanüstü bir meydan okuma eylemi olarak halka dayanma gücü verdi. Şostakoviç, senfonisiyle Leningrad’daki insanların yaşadıklarını müziğine yansıtmış, işgale karşı direnişin sembolü hâline gelmişti. Sadece fiziksel güçle savaşın kazanılmayacağını keşfeden toplumlar müziği psikolojik bir araç olarak kullanmıştır.
Müziğin savaş ve mücadele motivasyonu yerine barış aracı olarak kullanılmasıyla ilgili tarihî örnekler de mevcuttur. İnsanlık tarihinin en kanlı savaşlarından olan Birinci Dünya Savaşı’nda karşıt cephelerden Fransız, Alman ve İngiliz askerlerinin birbirleriyle selamlaşıp şarkılar ve ilahiler söylemesi savaşın soğukluğunu biraz da olsa azaltmış, silahlarını bırakan cepheler arasında özel bir ateşkes sağlamıştır.
Tarihin en eski devirlerinden beri müzik insanın hayatındadır. Müziğin ortaya çıkmasının en önemli unsuru din olmuştur. Farklı inanışlarda müzik, Tanrı’yla iletişim aracı olarak ibadet amacıyla kullanılmıştır. Âdeta somuttan soyuta, madde âleminden metafizik âleme bir geçiş olarak görülmüştür. Günümüzde kullanılan ve bilinen notalar da Rahip Guido D’arezzo tarafından bulunmuştur. D’arezzo, çocuk korosuna duaları ezberletmek amacıyla günümüzde kullanılan nota sistemini geliştirmiştir. Notalar Aziz Lohannes Battista ilahisindeki ilk dizenin ilk heceleriyle isimlendirilmiştir. Guido’nın bu ilahideki dizeleri, öğrencilerine kolay öğretebilmesi için elinin parmaklarındaki çukurlara ve tümseklere yazması sebebiyle müzik tarihine “Guido’nun Eli” olarak geçmiştir.
Müzikteki matematiği keşfeden ve bunu yazıya döken ilk kişinin ise Pisagor olduğu bilinir. Pisagor, geometri, aritmetik, coğrafya, müzik gibi bilim dallarına öncülük etmiştir. Müziğin içinde aritmetik, geometri, gök bilimde bulunan denge ve uyumun olduğunu ileri sürmüştür. Pisagor, bütün evrende ve gezegenler arasında belirli bir armonik düzen olduğuna inanıyordu. Matematiksel ve armonik olarak uyumlu bir dünya düşüncesi ortaya koydu.
Evrendeki matematik, müzik ile birlikte mimariyle de ilişkilendirilmiştir. Müzikal anlamların mekânsal anlamlarla ilişkisi ve sesle, mimari arasındaki ilişki; mimarinin görsel değil aynı zamanda işitsel bir yapı olduğunu da gösterir. Mekânsal akustik ve müzik icrası için ortaya çıkan mimariler, etkileyici kültürel manzaralar oluşturur. Böylece farklı kültür ve medeniyet anlayışlarının ortaya çıkardığı mimaride müziğin ve müzikte mimarinin etkilerini görürüz. Nitekim Goethe bu konuda mimariyi donmuş müziğe benzetir. Müzik, mekânsız icra edilemez. Eski dönemlerden itibaren törensel mimaride ve mabetlerde kolon dizilimleri, mekân tasarımları müzik ritimlerine göre yapılmıştır. Hristiyanlığın ilk dönemlerinde ilahi bir armoni oluşturma amacıyla müzikal ve sayısal değerleri yapı üzerinde bir arada kullanmışlardır. Özellikle gotik mimari ve müziğe bakıldığında dik, sivri yapılarda icra edilen ilahilerde insanın acizliğini, ilahi eziciliği, melankoli ve korku hissettiren eserler görürüz.
İslam dünyasına baktığımızda ses ve mimari ilişkisi tarihî, sosyal, ekonomik boyutlardan etkilenmektedir. Özellikle tarihsel döneme ait müziğin veya şiirin değerlendirilmesi genellikle bu sanatların icra edildiği mimari ortamın incelenmesiyle birlikte yapılmaktadır. İslam kültüründe bahçe mimarisine baktığımızda görsel mimari yanında pek çok duyguya hitap eden özellikle işitselliğe ve güzel seslere önem veren yapılar vardır. İnsanın duyularına hitap eden bu bahçeler çiçeklerin, ağaçların, kuşların, çeşmelerin, mevsimlerin değişmesiyle dünyanın ve zamanın geçiciliğinin temsilidir.
Osmanlı dönemindeki cami mimarisi de ses-mekân ilişkisinin önemli örneklerindendir. Osmanlı musiki ve mimaride tevhit esaslı bir tasarım ve anlayış üslubu geliştirmiştir. Camilerde Kur’an-ı Kerim kıraatiyle birlikte musikinin de bulunması akustik çözümler arayışına yönlendirmiştir. Özellikle Mimar Sinan tarafından geliştirilen yöntemler akustik performans sağlanmasında çığır açmıştır. Bu dönemde inşa edilen camiler mimari ayrıntıları, dekorasyon, yapı malzemelerinin kalitesi, kubbe, minare ve akustik yönüyle büyük bir ustalık eseridir. Mimar Sinan’ın akustik teknolojisinde ortaya çıkabilecek sorunları önceden belirleyerek, ses basınç seviyelerinin düzenlenmesi ve iletilmesi noktasında ortaya koyduğu yöntemler akustik mimari tasarımına örnek olmuştur. Mimar Sinan’ın Süleymaniye Camii, estetik, sanat ve akustik tasarımın muhteşem bir örneğidir. Caminin akustik niteliklerini oluşturan en önemli etken kubbe sıvalarıdır. Günümüze ulaşan bilgiler ışığında Mimar Sinan’ın iç mekânda keten içerikli sıva kullandığı ve bu durumun yansımayı azalttığı bilinmektedir. Caminin mekân hacmi, geometrisi, boyutu ve kubbe çapı akustik performansa uygun şekildedir. Mimar Sinan, günümüzde programlar ve ses ölçüm cihazlarıyla yapılan akustik ölçümleri çıplak kulakla test ederek yapmıştır. Sesin yansımasını, dağılmasını ve emilmesini kontrol altına alacak müdahalelerle, istenmeyen yankıyı en aza indirerek akustiği iyi bir ortam inşa etmiştir. Tarihimizin bu muhteşem eseri ses-mekân ilişkisinin eşsiz örneklerinden biri olarak günümüzde de ihtişamını korumaktadır. Osmanlı mimarisinde başta Mimar Sinan dönemi olmak üzere iç mekân akustik performansı yüksek pek çok cami örneği mevcuttur. Bir taraftan akustik mimarisinin olağanüstü yapıları inşa edilirken diğer taraftan Itri ve Dede Efendi gibi bestekârların eserleri Osmanlıdaki kültürel zemini musiki ve mimari noktasında zirveye taşımıştır.
Müziğin oluşmasında mekânın ve o tarihsel döneme ait kültürün elbette etkisi tartışılmaz. Ancak bu tarihsel özelliğinin yanı sıra, müziğin yıllar sonra bile hâlâ insanları etkileyen ve aşınmayan, kuvvetli bir yanı da vardır. Bu açıdan bakınca müzik, yaşanmışlıkların ve mekânın insan üzerinde zaman aşımına uğramayan armonik bir etkisi olarak da ifade edilebilir. Müzik, mekân, zaman ve insanın etkileşiminden ortaya çıkan armoniyi Türk divan şairimiz Mahmud Abdülbâkî’nin şu mısralarıyla sonlandıralım:
Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.