Makale

Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE: “Allah’ı zikreden kimse, İslam’a gönülden bağlanarak Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmış ve Allah’a hakkıyla itaat etmiş olur.”

Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE:
“Allah’ı zikreden kimse, İslam’a gönülden bağlanarak Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmış ve Allah’a hakkıyla itaat etmiş olur.”

Söyleşi
Mahir KILINÇ

Anmak, hatırlamak, bir şeyi unutmayıp zihinde tutmak gibi anlamlara gelen ve kul ile Allah arasındaki bağın sürekli canlı kalmasını sağlayan zikir kelimesinin manalarını bize biraz açar mısınız?
Zikir, sözlükte; unutmanın zıddı, öğrenilen bir bilgiyi muhafaza etme, onu unutmayıp hatırda tutma, bir şeyi kalpte veya dilde hazır bulundurma gibi anlamlara gelmektedir. İslami bir ıstılah olarak ise zikir; Allah’ı anmak, gaflet ve unutkanlıktan kurtulmak, Cenab-ı Hakk’ı tesbih etmek, O’nu övmek, nimetlerini dil ile söyleyip kalp ile hissetmek, namaz kılmak, dua ve istiğfarda bulunmak gibi birçok anlamı içermektedir. Zikir; ilahi emir gereği yapılması gerekli olan yükümlülükleri yerine getirmek, kalpten gafleti kovup Allah’tan başka her şeyi unutmaktır. Allah’ın üzerimizdeki sayısız nimetlerini düşünen, yaratılış sırrını idrak eden ve kul olma şerefine ermeye çalışan mümin olarak bizlerden, gündelik hayatın seyrine kapılıp asli vazifelerimizi ihmalden kaçınmamız istenmektedir. Nefsin arzuları ve şeytanın kışkırtmaları karşısında istikamet çizgisinden ayrılmamamız, aidiyet hissine bürünmemiz gerekmektedir.
Müslüman bir kimsenin hayatın her anında zikir hâlinde olması neden önemlidir ve zikir hayatın her alanında kişiye hem dünyevi hem uhrevi ne gibi faydalar sağlar?
Zikreden kul, kalbini Allah’a bağlar; her durumda Allah’ın yüceliğini düşünür. Zikir, kalbî amellerin tümünü içine alan kapsamlı bir kavramdır. Allah’ı hakkıyla zikreden, tüm söz, fiil ve düşüncelerini kontrol altında tutan kimsenin zikri, onun kalbî amellerinin kaynağı olur. Allah’ı zikreden kimse, İslam’a gönülden bağlanarak Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmış ve Allah’a hakkıyla itaat etmiş olur. Zikir, pasif bir eylem değildir; dilin, ilahi isimleri gayr-i iradi ve birtakım reflekslere dayalı bir şekilde icra ettiği bir eylem de değildir.
Allah’ın huzurunda bulunduğumuz hissini kazandıran ve her an Allah’ın bizi gördüğü bilincine erdiren zikir, kişiyi cehalet, nisyan, gaflet, perdelenme, isyan, günah, kötülük ve taşkınlıktan kurtarır. Kişinin sürekli zikrullahla meşgul olması cehalet karanlıklarından kurtulup gönül aynasını parlatmasını, gönlünde ilahi tecellilerin zuhur etmesini sağlar. Zikrullahın tekrarı ve güçlü tesiri ile kişi şehevi arzularını dizginlemeye, nefsinin zulmetinden kurtulmaya, ruhunu aydınlatmaya ve kalbini uyandırmaya başlar. Kalbine Allah’ın zikrini yerleştiren kişinin kalbi, artık mutmain olmuştur. Dilini ve kalbini zikrullahla meşgul eden kişiye Allah, zikrini kolaylaştırır, İslam’ın nuru gönlünü genişletir, zikriyle kalbini rahatlatıp huzura erdirir, dünyayı ve nefsini ona unutturur. Öyle ki nefsinden uzaklaşır ve dünyayı ahirete hazırlık yapılan bir yer olarak görür. Allah, o kişiyi kendinden başkasıyla meşgul olmaktan alıkoyar. Allah, kendisini zikreden kişinin dostudur.
Mümin bir kalbin olmazsa olmazı ve tüm ibadetlere sirayeti kaçınılmaz olan iman ile kalbe yönelik çok önemli bir faaliyet olan zikir arasındaki ilişkiye yönelik neler söylemek istersiniz?
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde, kurtuluşa erebilmek için kendisini zikretmemiz gerektiğini hatırlatarak; “Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin! Onu sabah akşam tesbih edin!” (Ahzab, 33/41,42.) buyurmaktadır. Allah Teâlâ, kendisini her an zikretmemize o kadar çok önem vermektedir ki mallarımızın, çocuklarımızın, ticaret ve alışverişimizin bizi zikirden alıkoymamasını şu şekilde hatırlatmaktadır: “Ey iman edenler! Sakın mallarınız ve evlatlarınız, sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın! Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Münafikun, 63/9.)
Allah’ın zikrinden uzaklaşan için dünyada sıkıntılı bir yaşamın olacağı, ahiret nimetlerini göremeyeceği başka bir ayet-i kerimede bildirilmiştir. (Taha, 20/124.) Bunun için Kur’an-ı Kerim’de kullarını karanlıktan aydınlığa çıkararak sayısız lütuflarda bulunan Allah’ın çokça zikredilmesi emredilmektedir. (Ahzab, 33/41-43.) Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de zikredenler övülmüş (Âl-i İmran, 3/191.) ve kulların yaratılışları gereği Allah’ın zikriyle huzur bulabilecekleri ifade edilmiştir. (Ra’d, 13/28.)
Zikreden kişiyi diriye, zikirden yüz çevireni ise ölüye benzeten Hz. Peygamber (s.a.s.) (Buhari, Deavât, 80.), Allah’ı unutmayan, emir ve yasaklarına riayet ederek bir yaşam süren müminin gerçek manada aktif olduğuna, Rabbini unutan, emir ve yasaklarını gözetmeyen müminin ise pasif bir yaşam sürdüğüne işaret etmektedir.
Zikir, muhabbetullah yolundaki ilk adımdır çünkü Allah’ı seven kişi, O’nun adını sık sık anmaktan, sürekli O’nu hatırlamaktan hoşlanır. Bu yüzden, içinde Allah sevgisinin ekilmiş olduğu kalp, sürekli zikrin meskeni olacaktır.
Allah’ı diliyle zikreden kul, O’nun güzel isimlerini anar, verdiği her şeye hamdeder, Kur’an-ı Kerim’ini okur ve O’na dua eder.
Allah’ı kalbiyle zikreden kul, O’nun varlığını gösteren delilleri düşünüp içindeki şüpheleri atarak kâinatın sırlarını anlamaya gayret eder, Allah’ın her emir ve yasağının hikmetini kabul edip O’na boyun eğerek zikreder.
Allah’ı tüm bedeniyle zikreden kul, azalarının her birini Allah’ın buyrukları doğrultusunda yerli yerinde kullanarak zikreder. O zaman, Allah (c.c.) da nimetlerine karşı nankörlük etmeyen, kendisini unutmayan bu şükredici kuluna merhamet eder. Organların amellerinin zikir olarak isimlendirilmesi, zikir ve fikir neticesi olarak ortaya çıkmasındandır. Asıl olan kalbin zikridir. Lisanın zikri ona delil kılınmıştır.
Zikrin en önemli özelliği, belli bir vaktinin olmayışıdır. Kur’an’da herhangi bir sınırlama olmaksızın bütün vakitlerde zikredenlerden bahsedimektedir. “Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken hep Allah’ı anarlar.” (Âl-i İmran, 3/191.) ayeti bu devamlılığın sınırsızlığını ifade etmektedir.
Allah (c.c.), “Artık siz beni anın ki ben de sizi anayım…” (Bakara, 2/152.) ayetinde buyurduğu gibi kendisinin de kulunu zikrettiğinden bahseder. Allah, insanı nasıl zikreder? İnsan, Allah’ın (c.c.) bu müjdesine nail olabilmek için neler yapmalıdır?
Kulun Allah’ı zikretmesinin karşılığı, Allah’ın kulu zikretmesidir. Arifler için en büyük ceza, zikirden yoksun kalmak, zikre ara vermektir. Allah’ı zikreden kulu Allah’ın nasıl zikredeceğini İmam Kuşeyrî tefsirinde şu şekilde dile getirmektedir: “Kul, alçakgönüllülükle Allah’ı zikrederse Allah da o kulunu üstün kılmakla anmış olur. Kalbi kırık bir şekilde Allah’ı anarsa Allah da kalbini saf hâle getirmekle o kulunu hatırlar. Allah’ı diliyle zikrederse Allah da onu cennetine girdirmekle zikreder. Allah’ı kalbiyle hatırlarsa istediği hakikatleri vermekle Allah da onu hatırlar. Allah’ı huzurunda durmakla anarsa Allah da onu kurbiyet makamına kabul etmekle ve nimetini tamamlamakla hatırlar. Allah’ı sırrını saflaştırarak zikrederse Allah da onu ihsanıyla hatırlar. Allah’ı gayret etmek ve cefaya katlanmak ile zikrederse Allah da onu cömertlik ve ihsanla hatırlar. Allah’ı, selamet sıfatıyla anarsa Allah da onu pişmanlığın fayda vermediği kıyamet gününde hatırlar. Allah’ı korkarak zikrederse Allah da onu arzu ettiği şeyi gerçekleştirmek suretiyle hatırlar.” (Abdülkerim el-Kuşeyri, Letaifü’l-İşarat, thk. İbrahim Besyuni, el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l- Âmme, Kahire, 2000, c. I, s. 137-138.)
Kur’an-ı Kerim’in farklı ayet-i kerimelerinde, “Allah’ı çokça zikredin!” emri vardır. Bu emirden Allah’ın kullar üzerindeki muradı nelerdir ve kullar Allah’ı ne şekilde zikretmelidir?
Kur’an’ın üzerinde önemle durduğu zikir, kalbin temel fonksiyonlarından biridir, çünkü kalbin sükûneti ve huzuru zikirle sağlanır.
Zikir, kalbin tatmin olmasını sağlar. (Ra’d, 13/28.) Zikir, Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını belli bir ahenk içerisinde tekrarlayarak anmak ya da hatırlatmaktan çok, kalbî teslimiyetten gelen bağlılığın dil ile ifade edilmesidir. Onun içindir ki bütün arifler, zikri yaşanan dinin kilit taşı olarak görmüşlerdir. Çokça zikre Kur’an’da emir kipi ile yer verilmesi (Ahzab, 33/41.), bu hususun önemini göstermektedir.
Kur’an, bizzat kendisini ve namazı zikir olarak adlandırmıştır. Allah, “Unuttuğun zaman Rabbini zikret! (hatırla)” (Kehf, 18/24.) buyuruyor. Kur’an’da mutlak ve mukayyet olmak üzere iki tür zikir emri vardır. Kur’an’da herhangi bir kayıt belirtmeden mutlak manada ve çok zikretmeyi emreden ayetler bulunmaktadır. (Âl-i İmran, 3/41; Ahzab, 33/41; Cuma, 62/10.) Bunların emrettiği zikir, gafletin zıddı anlamındaki kalbî zikirdir. Allah’ın adının anılmasını emreden (Müzzemmil, 73/8; İnsan, 76/25.) ayetler ise kalbî manada zikre muvaffak olamayanlara dil ile zikretme kolaylığı sağlamakta ve bir bakıma kalbî zikre hazırlık yaptırmaktadır.
Zikirden maksat Allah’ı hiç unutmamak olduğuna göre, zikrin efdal olanı kalbî ve hafî olanıdır. Ancak cehrî olarak yapılan zikirlerin her birinin kişinin durumuna göre ayrı özellikleri vardır. Tevhid zikrinin kalbi masivadan temizlemede, lafza-i celal zikrinin kalbî zikre ermede ayrı bir yeri vardır.
Kula yakışan en önemli vazife, daimi surette gece ve gündüz, her fırsatta Allah’ın zikriyle meşgul olup gönül aynasını cilalandırması ve böylece Hakk’ın rızasını kazanıp çeşitli ilahi lütuflara nail olarak dünya ve ahiret saadetlerini kazanmasıdır.
“Rabbini çok an! Sabah akşam tesbih et!” (Âl-i İmran, 3/41.)
“Ey iman edenler! Allah’ı çokça anın.” (Ahzab, 33/41.)
“Allah’ı da daima çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma, 62/10.)
“Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken hep Allah’ı anarlar.” (Âl-i İmran, 3/191.)
“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek alçak sesle sabah akşam Rabbini zikret, gafillerden olma!” (A’raf, 7/205.)
“Sabah akşam Rabbinin adını an.” (İnsan, 76/25.)
“Allah’ı çokça zikreden erkekler, çokça zikreden kadınlar; işte bunlar için Allah büyük bir ödül hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/35.)
Ayetlerden de anlaşılacağı üzere Allah Teâlâ, Kur’an’da adının anılmasını, bir de mutlak olarak zikredilmesini yani unutulmamasını emrediyor. Mutlak zikir, Allah’ı hiç unutmadan daima O’nun murakabesinde ve kontrolünde bulunduğunu bilmek ve gafletten uzak kalmaya çalışmaktır.
Asr-ı saadet döneminde başta Hz. Peygamber Efendimiz olmak üzere sahabe “zikri” nasıl anlamışlar ve hayatlarında nasıl tatbik etmişlerdir?
Hadis kitaplarında Peygamber Efendimizin bizzat kendisinin, günde yetmiş veya yüz defa tövbe ve istiğfar ile meşgul bulunduğunu gösteren rivayetler bulunduğu gibi (Tirmizi, Tefsiru sure, 47; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 261.) önce fakir sahabilere özel olarak, daha sonra diğer sahabilere ve bütün ümmete öğretip benimsettiği tesbihler de vardır. Nitekim Ahmed b. Hanbel’in tespitine göre Ebu
Talib’in kızı Ümmühani şöyle anlatıyor: Allah Resulü bir güzn evimize teşrif etmişti. Ben kendisine; “Ey Allah’ın Resulü, artık yaşlandım ve zayıfladım. Bana oturduğum yerden yapabileceğim bir amel tavsiye etseniz.” dedim. O da şöyle buyurdu: “Yüz kere ‘Sübhanallah’ de! Yüz kere ‘Elhamdülilllah’ de! Yüz kere de ‘Lâ ilâhe illallah’ de!” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 344.)
Bizleri en güzel şekilde yaratıp her türlü nimetle donatan Rabbimizi zikretmemek yani O’nu unutmak nankörlük, en masum ifadeyle gaflettir. Dünyevi meşgalelerin insanı gaflete sürüklediği bu çağda O’nu hep hatırda tutmak nasıl mümkün olur?
Bugün gündelik hayatın koşuşturmaları içerisinde insanlık yoğun bir şekilde ilgi dağılması yaşamaktadır. Günahlar cazip gösterilmekte, dünyalık beklentiler öncelikli kılınmakta, nefsani arzuların peşinde koşulmakta, şan, şöhret, makam ve mevki beklentileri artmakta, gösteriş ve menfaat odaklı bir yaşam sürülmektedir. İnanmış bireylerin tercihlerini ortaya koymaları, önceliklerini belirlemeleri, aidiyetlerini netleştirmeleri, saflarının neresi olduğunu bilmeleri elzemdir. İnanan bireyler olarak imanımıza yaraşır bir tavır sergilememiz, imanımızı kuvvetlendirmemiz, inandığımız gibi yaşamamız gerekmektedir. Allah’ın huzurunda bulunduğumuz bilincine sahip olmamız, Allah’ın her an bizleri kontrol ettiğini bilmemiz, Allah’ı her şeyden daha çok sevmemiz, bizleri Rabbimize yakınlaştıracak amellere yönelmemiz gerekmektedir. İnananlar olarak gerek bireysel gerekse toplu bir şekilde yüzlerimizi Hakk’a çevirmemiz ve evlerimizi Allah’ın zikriyle şenlendirmemiz, yuvalarımızı Allah’ın adının anıldığı meskenlere dönüştürmemiz gerekmektedir. Ezan-ı Muhammedî’ye kulak kesilmemiz, camileri buluşma noktası kılmamız, seher vakitlerini fırsat bilmemiz, Rabbimiz ile baş başa kalmamız gerekmektedir. İşlerimiz ne kadar fazla, vakitlerimiz ne kadar sınırlı, programlarımız ne kadar yoğun olursa olsun Rabbimizle baş başa kalacağımız özel vakitler belirlemeliyiz. Kalbimize sahip çıkmalı, kalbimizden Rabbimizin yâdını eksiltmemeli, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet edip O’nun koyduğu ölçülere göre yaşamamızı sürdürmeliyiz. İşte o zaman ellerimiz tespih çekerken, dillerimiz Allah’ı zikrederken, rahlemizde Kur’an tilavetlerine devam ederken, namazlarımızı camide ve cemaatle kılarken, zekâtlarımızı hakkıyla verirken, haccımızı ifa ederken, ilim yolculuğuna çıkarken, helal kazançlar sağlarken, ticaretlerimizi helalinden sağlarken, günah yollarından kaçınırken, harama el uzatmaktan uzaklaşırken, kul haklarından sakınırken, güzel ahlaklı bir insan olmaya özen gösterirken, kalbimizi gaflet uykusundan uyandırırken Allah’ı zikretmiş olmanın kıvamına ermiş olacağız. Allah’a ve ahiret gününe iman eden bireyler olarak Peygamber Efendimizin her hâliyle kendini Allah’a teslim edişi gibi bizler de Peygamber Efendimizi örnek alarak, erdemli müminler olarak Hakk’ı zikretmenin şuuruna varmış oluruz.

Öz Geçmiş
Prof. Dr. Kadir Özköse, 1967 yılında Tokat’ın Zile ilçesinde doğdu. Lisans eğitimimi Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde (1991), yüksek lisansını (1995) ve doktorasını (2000) Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Tasavvuf Anabilim Dalında tamamlayan Özköse, 2010 yılında profesörlük kadrosuna atandı. Dekanlık ve rektör yardımcılığı görevlerini de deruhte eden Prof. Dr. Kadir Özköse’nin yayımlanmış makale ve eserleri bulunmaktadır. Yayımlanmış telif eserlerinden bazıları şunlardır:
1. Hak-Bâtıl Mücadelesi
2. Nefis Terbiyesi
3. Mürid ve Mürşid İlişkisi
4. Can Kuşu
5. Anadolu Tasavvuf Önderleri
6. Mağrib Tasavvufu