DİLLERDEN DÜŞMEYEN ZİKİRLER
Dr. Betül SAYLAN
Trabzon Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Medeniyetimizi inşa eden, insanları ayakta tutan değerler zikirlerle perçinlenmiştir. Duygular, sevinçler, hüzünler dile getirilirken zikirler insanlara yardımcı olmuştur. Böylece zikir hayatın önemli bir unsuru, hayat tarzı hâline gelmiştir.
Hakk’ın zikrinin en somut hâli olan Kur’an-ı Kerim, mushaflar, evlerde en özel yerlerde, en değerli, müzeyyen kılıflar içerisinde muhafaza edilmektedir. Bu tavır, mushaflar özelinde Hakk’ın zikrine verilen ehemmiyeti gösterir. Toplumda sevinçli, hüzünlü hadiselere çeşitli zikirler eşlik eder. Bu çerçevede, farklı vesilelerle insanların bir araya geldikleri merasimlerde icra edilen zikirler, yaşanan sevinçler için Hakk’a şükretmenin, yaşanan üzüntüler karşısında sabretmenin en belirgin yardımcıları olmuştur. En fazla bilinen, dillerden düşmeyen zikirlerin istiâze, besmele, tesbih, hamdele, tekbir, tehlil, havkale, istiğfar ve salavat olduğunu söylemek mümkündür.
Hz. Peygamber’in besmelesiz başlanan işlerin neticesiz, başarısız, bereketsiz kalacağını haber veren hadis-i şerifi sebebiyle besmele belki de zikirler arasında en fazla bilinen, tekrarlanandır. (Suyuti, el-Fethu’l-kebir, II, 303.) Müslümanlar arasında istiâze ile birlikte Hakk’a sığınmanın, O’na yönelmenin en temel ifadelerinden biri olmuştur. Öyle ki edebî eserlerin ilk bölümleri “besmele” bölümü olarak isimlendirilmiştir. Medeniyetimizde çocukların eğitim hayatına başlaması “bed’-i besmele” merasimi ile taçlandırılmıştır. Gündelik hayat içinde kaleme alınan mektuplar, ders notları, yazışmalar besmele ile başlamıştır. Besmelenin uzun yazılma imkân ve fırsatının olmadığı durumlarda ise metnin başına “bismi” ifadesi yerleştirmek ya da besmeleyi temsilen “b” harfi koymak alışkanlık olmuştur. Bu tip yazışma örneklerine arşivlerde rastlamak mümkündür.
“Sübhanallah”, “Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederek yüceltmek” anlamına gelmektedir. Tekbir alındıktan sonra namazda ilk okunan duanın “Sübhaneke” oluşu, Hakk’ı tesbih etmenin ehemmiyetini göstermektedir. İslam kültür ve medeniyetinde ise tesbih, ikaz ve hayret durumlarında kullanılmaktadır. Bu tavrın yerleşmesinde Hz. Peygamber’in uygulaması etkili olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber de şaşkınlık ve hayretini “sübhanallah” zikri ile ifade etmiştir. (Müslim, Hayız, 116; Kasame, 24.) Hz. Peygamber’in her vakit namazının sonunda 33’er defa okunmasını tavsiye ettiği hamdele ve tekbir ile yine gündelik hayat içinde en fazla tekrarlanan zikir ifadeleridir. (Buhari, Ezan, 155; Deavât, 17; Müslim, Mesacid, 142, 144-146; Zikir, 80.) Hamdele/elhamdülillah zikri, namaz akabinde tekrar edilmesinin yanında Hz. Peygamber’in tavsiyesi ile besmeleden sonra en fazla tekrarlanan zikir olmuştur. Edebî metinler besmele faslı ile başlamakla beraber sonrasında hamdele faslı gelmektedir. Bu geleneğin yerleşmesinde en önemli saik Hz. Peygamber’in bu noktadaki teşvikleri olmuştur. Zaman içerisinde Müslümanların yeme içme, uykuya dalma, uykudan uyanma, aksırma gibi gündelik işlerinin başında, sonunda zikredilen temel ifadelerden biri olmuştur. Müslümanların her hâli şükürle, hamd ile karşılamalarının somut şekli hâline gelmiştir. Vakit namazların akabindeki tesbihlerin son halkası olan Allahüekber, tıpkı sübhanallahta olduğu gibi namazın anahtarı sayılabilir. “İftitah tekbiri” ile başlayan namazın rükünleri “intikal tekbirleri” ile devam eder. Namaz kılan bir Müslüman, namazın her bir rüknüne tekbir getirerek devam eder. Bu şekilde bir Müslümanın günlük hayatında en fazla tekrarladığı zikir olabilmektedir. Namaz haricinde diğer ibadetlerin merkezinde de tekbir yer almaktadır. Hac ve umre ziyaretlerine, kurban kesimine, Kur’an-ı Kerim tilavetine tekbirler eşlik etmektedir. Ayrıca savaşta, bineğe binerken, hilal ilk görüldüğünde, dağ ve tepe gibi yüksek bir yere çıkarken, sevindirici bir olayla karşılaşıldığında tekbir getirilmesinin müstehap sayılması tekbiri özel bir yere taşımış, İslam medeniyetinin temel taşlarından biri hâline getirmiştir.
Müslümanların gönül dünyalarının zenginliğinin dil ile ifadesi olan zikirler, Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Peygamber’in tavsiyeleri ile İslam medeniyetinin temeli olmuştur. Bu tavsiyelerin sahibi, iki cihan serveri Hz. Peygamber’i anmak, ona olan sevginin dille ifadesi demek olan salavat da önemli zikirlerdendir. İslam medeniyetine baktığımızda çeşitli salavat metinleri ile karşılaşırız. Hz. Peygamber’e duyulan muhabbet, muhabbet ehlinin ifadeleri ile kaydedilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin, selam edin.” ifadeleri ile (Ahzab, 33/56.) Hz. Peygamber’e salavat getirmek emredilmiştir. Hz. Peygamber de “Kıyamet günü insanların bana en yakını, bana en çok salavat okuyanıdır.” (Tirmizi, Vitir, 21.) buyurarak Müslümanları salavata teşvik etmiştir. Hz. Peygamber’e duyulan muhabbet, sözlü olduğu kadar yazılı kültürde de kendini göstermiştir. Besmele faslı ile başlayıp hamdele faslı ile devam eden yazılı eserlerde Hz. Peygamber’e duyulan muhabbet salvele fasılları ile devam etmiştir. Ayrıca İslam medeniyetinde Hz. Peygamber’in isminin zikredildiği metinlere bakıldığında Hz. Peygamber’in isminin akabinde s.a.s., a.s. gibi kısa salavat ifadelerine yer verildiğine rastlanır. Zaman içerisinde salavat metinlerinin bestelenmesi, salavat metinleri üzerine şerhlerin kaleme alınmış olması Hz. Peygamber’e duyulan muhabbetin en seçkin örneklerini teşkil etmektedir.
“Her türlü gücün kaynağı sadece Allah’tır.” manasına gelen “la havle ve la kuvvete illa billah” zikri daha çok çaresizlik, üzüntü, büyük kayıplar ve felaketler karşısında kişinin acziyetini dile getirmek için başvurduğu bir zikir olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de de acziyetinden gafil, servetine mağrur bir münkirin ikazı için kullanılan bir ifadedir. (Kehf, 18/39.) Hz. Peygamber de günahları çok da olsa bu zikre devam edenlerin affedileceğini müjdelemiş ve bu zikri cennet hazinelerinden bir hazine olarak nitelendirmiştir. (Buhari, Ezan, 7; Tirmizi, Deavât, 58.) Bu müjdeler, kısaca “havkale” olarak tanımlanan zikri daha kıymetlendirmiştir.
İnsan günah işlemeye meyillidir. Bu meyil, kişinin Allah Teâlâ ile arasındaki bağı zedeleyebilmektedir. Zaman zaman zedelenen bu bağın kuvvetlenmesinde en önemli yardımcı tövbedir. Tövbenin sözlü ifadesi ise “estağfirullah” zikridir. Tevazu ve acziyetin idraki ile Allah Teâlâ’dan af ve mağfiret dilemek demek olan estağfirullah, Hz. Peygamber’in günde yüz defa başvurduğu bir zikir olmuştur. (Müslim, Zikir, 41.) Esasen insanı diğer varlıklardan üstün kılan, ayırt edici en önemli özelliği olan tövbe hakkında Hz. Peygamber, “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz Allah başkalarını yaratır, onlar günah işler (ve tövbe eder), Allah da onları affederdi.” buyurmuş ve kulun pişmanlığı karşısında Allah Teâlâ’nın memnuniyetini dile getirmiştir. (Müslim, Tevbe, 9.) Allah Teâlâ’nın bu memnuniyetini celbetmenin en önemli anahtarı istiğfarda bulunmak, dilden estağfirullah zikrini düşürmemektir.
Sadece Hakk’ın zikrinde değil, günlük hayat içinde beğenilen ve takdir edilen durumlar karşısında, “maşallah” ifadesini zikretmek en güzel geleneklerimizden biridir. Kişinin beğeni ve takdirini bu şekilde dile getirmesi hem Kur’an-ı Kerim’in (Kehf, 18/39.) hem de Hz. Peygamber’in tavsiyesidir. (Ebu Davud, Edeb, 101; Beyhaki, Şu’abü’l-iman, IV, 90.) “Allah’ın dilediği olur, bütün güç ve kudret O’na aittir.” manasına gelen bu ifade bilhassa nazardan sakınmak maksadıyla da söylenir. İslam medeniyetinde Müslümanlar, karşılaşılan her durum karşısında yegâne hüküm ve hikmet sahibinin Allah Teâlâ olduğunu dillerinden düşürmedikleri zikirler vasıtasıyla dile getirmekte, idraklerini kuvvetlendirmektedirler.
Hz. Peygamber’in, mutlak kudret sahibinin Allah Teâlâ olduğunu dile getirdiği bir diğer kıymetli zikir de “inşallah” ifadesidir. “Allah Teâlâ dilerse” anlamındaki bu ifade Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber ve diğer peygamberler özelinde bütün Müslümanlara tavsiye edilmiştir. İslam medeniyetinin büyük isimlerinden Mevlana, dünyaca ünlü eseri Mesnevi’nin ilk hikâyesinde “inşallah” demenin önemine değinmiştir. Bu hikâyede, kendine hizmet edenlerden birinin hastalığına derman arayan bir padişahın başından geçenler anlatılmaktadır. Çaresizlik içinde kıvranan hasta için memleketi sınırlarındaki doktorlar padişaha gelerek mutlaka hastalığa derman olacaklarını iddia etmişlerdir. Doktorlar mağrur olmaları, iddia ve kibir sahibi olmaları sebebiyle bütün maharetlerini göstermelerine rağmen hastanın derdine derman olamamışlardır. Bu noktada “inşallah” ile işe başlamanın fazilet ve gerekliliğinden bahseden Hz. Mevlana, Allah Teâlâ’nın doktorlara insanların acziyetini bu vesileyle göstermiş olduğunu anlatmaktadır.
Bütün bu tespitler, İslam medeniyetinin temelini zikirlerin oluşturduğunu, bu zikirlerin gündelik hayatın inşasını sağlamada, hayat tarzı hâline gelişinde en temel saiklerden birinin Hz. Peygamber’in tavsiyeleri olduğunu bize göstermektedir. İslam medeniyetinin temel harcı ise daima Allah ve Peygamber sevgisi olmuştur. Bu sevgi, insanların yaşadıkları karşısındaki tavırlarını, günlük hayatlarının inşasını Hakk’ı, Hz. Peygamber’in tavsiye ettiği şekilde zikrederek kendini gösterir.