KALBİN TASFİYESİ
ZİKİR
Dr. Lamia LEVENT ABUL
DİB Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanı
Sufiler, kalbi ruhani ve rabbani bir latife olarak tarif eder ve manevi hayatın merkezine koyarlar. Onlara göre kalbin karara kavuşması ve Cenab-ı Hakk’ın nazarına mazhar olabilmesi için öncelikle günah kirlerinden temizlenip arındırılması ve saflaştırılması gerekir. Bu nedenle kalbin hâlleri ve hususiyetleri konularına dikkatle eğilirler. Manevi kalp ile maddi kalp arasında bir bağlantı olduğunu söyleyen sufiler, insanın madde ve manasının birleştiği yerin kalp olduğunu ifade ederler. Kalp aynı zamanda ilahi hitabın mahalli ve muhatabı olarak İlahi isim ve sıfatların tecelli makamıdır. (Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2021, 203.)
Kalp, insanın maddi ve manevi hayatının merkezinde yer aldığından farklı yönleri ve özellikleri vardır: “…Kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar.” (Araf, 7/179.), ayetinde kalbin düşünen ve akleden yönüne dikkat çekilir. “Şüphesiz ki bunda kalbi (aklı) olan ve hazır bulunup kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.” (Kaf, 50/37.) ayetinde ise kalbin ilim, marifet ve tefekkür mahalli olduğu anlatılır. “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü göz, kulak ve gönül (kalp) bunların hepsinden sorumludur.” (İsra, 17/36.) buyuran Rabbimiz, kalbin bilen ve idrak eden bir latife olması hasebiyle aynı zamanda yükümlü de olduğunu haber verir. Dolayısıyla kalp, akletme faaliyetinin yanı sıra hak ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilen bilgi, düşünce ve inancın da merkezi konumundadır.
Hz. Peygamber’in, “Dikkat ediniz vücutta bir et parçası vardır ki o, iyi olursa bütün vücut iyi olur, bozuk olursa bütün vücut bozulur. İşte o kalptir.” (Buhari, İman, 39.) ifadesi, kalbin kişinin manevi hayatındaki önemini ortaya koymaktadır. Kalp hem imanın, takvanın, muhabbetin ve merhametin hem de inkârın, nefretin, hasedin ve kinin mahalli olması açısından son derece titizlikle korunması, gözetilmesi gereken bir latifedir. Zira her an değişen yapısından dolayı Hz. Peygamber, “Ey kalpleri değiştiren, evirip çeviren Allah’ım, kalbimi dinin ve taatin üzerine sabit kıl.” (Tirmizi, Deavât, 89, 124.) şeklinde dua etmiştir. Kalpler, Cenab-ı Hakk’ın tasarrufu altındadır ve O, kalpleri dilediği yöne çevirmeye kâdirdir. (Tirmizi, Deavât, 89.) İmanın mahalli kalptir, öyle ki ancak kalbiyle imanını tasdik eden kimsenin imanı geçerli olur. (Buhari, İlim, 33.) Amellerin de kabul olmasının şartı, halis bir niyetle yapılmasına bağlıdır. Niyetin yeri de kalptir. Bu nedenle Hz. Peygamber, Yüce Allah’ın bizim mallarımıza ve suretlerimize değil kalplerimize bakacağını buyurmuştur. (Müslim, Birr, 34.)
İmam Gazali, İhya’da uzunca bir bölümü kalbe ve onun acayip hâllerini izaha tahsis etmiştir. Ona göre insanı diğer varlıklardan üstün kılan husus Allah’ın marifetini elde etme gayretidir ve insan ancak kalbiyle bu marifete ulaşabilir. Allah’ı bilen, Allah’a yaklaştıran, Allah için çalışan ve gayrette bulunan, Allah nezdindeki sırları keşfeden kalptir. Diğer azalar kalbin yardımcılarıdır. Allah nezdinde makbul olan kalptir. Ancak kalp, Allah’ın gayrısından boş olmalıdır. Allah’ın gayrısıyla dolu olan kalp Allah’ın cemalinden perdelenmiş demektir. Hitabın da itabın da muhatabı kalptir. Allah’a yaklaşmakla bahtiyar olan kalptir. Bu bakımdan insanoğlu kalbini temizlediği zaman felaha kavuşur. Kalbini kirlettiği ve gaflete daldırdığı zaman bedbaht olur ve ilahi rahmetten mahrum kalır. Hakikatte Allah’a itaat eden, kalptir. İbadetlerle hâsıl olan nurları azalar üzerine saçan kalptir. Allah’a karşı inat ve isyan bayrağını açan da kalptir. Azalarla işlenen günahlar kalbin eseridir. Kişinin hem zahirde hem bâtındaki güzelliği ve çirkinliği, kalbinin karanlık veya nurlu oluşuna bağlıdır. Zira her kalp içindekini dışarı sızdırır. Kalp, insanın hakikatini temsil ettiğinden onu tanıyan nefsini tanımıştır. Nefsini tanıyan da muhakkak Rabbini tanır. (İmam Gazali, İhya, çev. Ali Arslan, Arslan Yayınları, İstanbul 1993, 3/7.)
Kalp aynasını parlatmak:
Zikir
İnsanın hem maddi hem de manevi hayatı açısından hayati bir yere sahip olan kalbin selim olması tasavvufi terbiyenin mühim konuları arasındadır. Zaten mutasavvıflar kendi mesleklerini nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi olarak açıklarlar. Yani tasavvufun gayesi nefsi kötü huylardan temizleyerek kalbi arındırıp saflaştırmaktır. Bunun için de birtakım usul ve esasları vardır. Bunlar arasında zikir, kulu Rabbine yaklaştıran en önemli ve temel esastır. Hatırlamak anlamına gelen zikir, sufilere göre Allah’ı anmak, O’nu unutmamak ve gafletten uzak durmaktır. Allah kelimesini veya kelime-i tevhidi söylemek, tekrarlamak anlamları da vardır. (Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 393.) Zikir, seyr ü süluk yolunda tüm tasavvufi yönelimlerin başvurduğu bir kalp arındırma ameliyesidir. Kul zikrederek kalbini arındırır ve ilahi tecellilerin gelmesi için hazırlar. Tasavvufta zikir, kalp ve dil ile Allah Teâlâ’yı anmaktan daha geniş anlamları ihtiva eder. Baktığı her yerde Hak Teâlâ’nın esma ve sıfatlarını görmek ve tefekkür etmek, hatırlamanın başka bir biçimidir. Ancak her an Hak Teâlâ’yı hatırlamak ve O’nun dışındaki her şeyi unutmak mertebesine ulaşmak için de mürşidin telkin ettiği zikirlere devam etmek öncelikli yoldur.
Gönüller ancak Yüce Allah’ı zikrederek huzura kavuşur. (Rad, 13/28.) Bu nedenle zikir için herhangi bir zaman ve mekân tayin edilmemiştir. Kur’an’da, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken de her daim zikirle meşgul olanlardan bahsedilir. (Âl-i İmran, 3/191.) İçin için ve ürperip yalvararak Rabbini zikredenler kalplerini de gafletten korumuş olurlar. (Araf, 7/205.) Cenab-ı Hakk’ın zikrinden yüz çevirenler için dar ve sıkıcı bir hayat vardır ve kıyamet günü bu gafiller âmâ olarak haşrolurlar. (Taha, 20/124.) Amellerin en hayırlılarından olan zikir, (Tirmizi, Deavât, 6.) Hak Teâlâ’ya yaklaşmaya vesile olan bir ameldir. (Müslim, Deavât, 8.)
Sufilere göre “Unuttuğunda Rabbini hatırla.” (Kehf, 18/24.) ayet-i kerimesi, ancak Allah’tan başkasını unuttuğunda Allah’ı zikretmiş olursun, hakikatine işaret eder. Allah’ı hatırlamak da dil, kalp ve ruh zikri olmak üzere üç aşamada gerçekleşir. Birincisi söz zikridir ki bu, zikredileni hatırlamaktır. İkincisi zikredilenin vasıflarını hatırlamaktır. Üçüncüsü, zikredenin zikrinde fâni ve gaib olmasıdır. (Kelabazi, Ta’arruf, haz. Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul 1979, 12-14.) Kul, Hak Teâlâ dışındaki her şeyi unuttuğu zaman gerçek anlamda Rabbini zikretmiş olur. İmam Gazali zikrin hakikatinin zikredilen varlığın kalpte devamlı bulunup zikreden kimsenin kendi benlik ve varlığından geçmesi, kalpte sadece zikredilen varlığın kalması olarak açıklar.
Zikir, farklı tasavvufi oluşumlarda farklı şekillerde yapılsa da genel olarak bazı isimlerin ve virdlerin belirlenmiş sayılarda tekrarlanması şeklinde uygulanır. Çoğunlukla Allah’ın isimlerinden birinin tesbihi şeklinde yapılır. Ancak sufiler zikrin sınırını genişletir. Allah’ın bir ismini, bir sıfatını, bir hükmünü, bir fiilini anmakla veya bir duayla zikir yapılmış olur. Allah’ın azameti üzerinde tefekkür etmek de zikirdir. Zikri taat ve ibadetlerin tümüne teşmil eden sufilere göre bütün ibadet ve taatlerin gayesi kalpte Allah zikrini yenilemektir. Onlar zikrin sadece ismin anılması kapsamına giren ibadetlerden daha fazlasına delalet ettiğini söylerler.
Kalbin sadece Hak Teâlâ’nın zikri ile meşgul olması, kalbin tasfiyesi ve ilahi tecellilere mazhar bir ayna olması için elzem görülür. İbn Ataullah İskenderî kalp aynasının parlatılmasına yardımcı olacak dört tavsiyede bulunur. Bunlar Allah’ı çokça zikretmek, susmak, yalnız kalmak, az yiyip içmektir. Marifet ehli sabaha çıktığında kalbini yoklar ve Cenab-ı Hak ile olan durumuna bakar. Gaflet ehli ise dünyalığını yoklar. (İbn Ataullah İskenderî, Hikmet Tacı (Tacu’l-arus) çev. Eser Sazak, Semerkand Yayınları, İstanbul 2019, 66.) Nurların kalbe dolması için kalbin varlıkların suretiyle dolu olmaması gerekir. Kalpten ağyar yani Allah’tan gayrısı çıkarıldığında kalp marifetle dolar. Mümin kimsenin Allah’ı hamd ve sena ederek zikirle meşgul olması, onu nefsin hazlarını hatırlamaktan alıkoyar. Böylece marifetler kalbe ulaşır. (İbn Ataullah, Hikmet Tacı, 106.)
Kul hangi zikirle meşgul olursa kalbi o zikirle dolar. Hakk’ın zikri ile dolu bir kalp, inşirah ve itminana kavuşur. Zikir dil, kalp ve ruhla beraber yapıldığında ise kalp ilahi kaynaklı kabul edilen marifet ile dolar. Nefsin arzularını yakıp yok eder. Kalbi zikir kaplar ve ona hâkim olur. Kalp, Allah Teâlâ dışında her şeyden temizlenip arınır, vesveseleri son bulur. Vesveseci sinsi şeytan o kalbe yanaşamaz. Böylece kalp, ilahi tecellilere mekân olur. Zikir kalpte karar bulup tüm azalara bu hâl sirayet ettiğinde her aza kendi hâlince Hakk’ı zikretmeye başlar. (İbn Ataullah İskenderi, Gönüllerin Neşesi Zikir, çev. Abdullah Mağfur, Üsküdar Yayınevi, İstanbul 2008, 16-17.)