Makale

ZİKİR-FİKİR İLİŞKİSİ

ZİKİR-FİKİR İLİŞKİSİ

Doç. Dr. Enver Osman KAAN
Diyanet Akademisi Başkanı

Anmak, hatırlamak anlamlarına gelen zikir kelimesi, kavram olarak “Allah’ı her an hatırında tutarak onu anmak, gafletten ve nisyandan uzak durmak.” demektir. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat fî garibi’l-Kur’an, 328.) Nitekim Kur’an’ı Kerim’de zikir sözcüğü; Allah’ı dil ile tesbih etmek, tekbir ile övmek, namaz kılarak kulluk görevini ifa etmek, dua etmek gibi anlamlarda kullanılmaktadır. (İbn Manzur, Lisanu’l-arab, 4/310.) Dolayısıyla zikir, Allah’ı anmak amacıyla söylenen sözlerin ve işlenen amellerin tümü olarak tanımlanabilir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1/447.) Bu sebeple
âlimler, zikrin dil, kalp ve azalar ile yapılması gerektiği üzerinde durmuşlardır. (Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb, 9/459.)
Zikrin dil ile yapılması; Allah’ın esma-i hüsnasıyla yâd edilmesi, hamd ve tesbih edilmesi, Kur’an-ı Kerim okunması ve dua edilmesidir.
Zikrin kalp ile yapılması, Allah’ın varlığına delalet eden delilleri tefekkür etmek ve şüpheleri izale etmek, Allah’ın emir ve nehiylerini bilmek ve kulluk vazifeleri üzerinde düşünmek, kâinatı, varlığı temaşa ederek ve yaratılıştaki sırları tefekkür ederek her zerrenin kutsi âleme delalet eden bir işaret olduğunu görmektir.
Zikrin azalar ile yapılması ise beden organlarının yaratılış gayeleri doğrultusunda sorumlulukları yerine getirmelerini ve yasaklardan uzak durmalarını sağlamaktır. (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 1/629-630.)
Bilinenden yeni bilgiye ulaştıran düşünsel kuvvete fikir, bu kuvvetin faaliyetine ise tefekkür denir. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, 643.) Bu anlamda fikir ve tefekkür, bilginin doğum sürecidir. (Firuzabadi, el-Besair zevi’t-temyiz, 319.; İlhan Kutluer, “Düşünme” (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 10/53.) Fikrin iki fonksiyonu vardır; ilki hak ve batılı birbirinden ayırmak, diğeri ise faydalı ile zararlıyı göstermek. Fikir, hak ve batılı ilim ile birbirinden ayırır. Nitekim mantık ilminde fikir anlamında kullanılan “nazar” kavramında doğru ve sahih bilginin ortaya çıkması belli bir ilmî alt yapı ve birikime ihtiyaç duyduğunun altı çizilmiştir. (Muhammed Rıza el-Muzaffer, el-Mantık (Daru’t-tearuf, 2006), 1/24.) Fikrin faydalı ile zararlıyı göstermesi ise talep ve müzakereye bağlıdır. (Firuzabadi, el-Besair zevi’t-temyiz, 212.)
Zikir ve tefekkür, Kur’an-ı Kerim ve hadislerde mütemadiyen teşvik edilir. Zikir ile ilgili ayetlerde Allah’ın, alçakgönüllülük içinde alçak sesle, sabah akşam çokça zikir ve tesbih edilmesi emredilmiş (Araf, 7/205; Ahzab, 33/41-42.) ve O’nun zikrinin her şeyden daha kıymetli olduğu belirtilmiştir. Nitekim bir ayette, “...Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 29/45.) buyurulmuştur. Hadislerde de zikir ve zikir ehlinin faziletleri üzerinde durulmuş, zikrin kıyamet günü mizanda en ağır gelen amellerden olduğu ifade edilmiş (Buhari, Deavât 65, Eyman 19, Tevhid 58; Müslim, Zikir 31.) ve en hayırlı amelin Allah’ı zikretmek olduğu anlatılmıştır. (Tirmizi, “Deavât”, 6; İbn Mace, “Edeb”, 53.)
Ayrıca ayet ve hadislerde evren, gök, yer, ölüm, hayat, yağmur, su vb. doğa olayları üzerinden insanoğlu düşünceye davet edilirken “taakkül”, “tedebbür” ve “tezekkür” kavramları kullanılmış, böylece olaylar arası bağlantıların kurulması, olayların arka planlarının araştırılması ve bunun kesintiye uğratılmadan, unutulmadan bir bütünlük içinde yapılması istenmiştir.
Yukarıda ifade edildiği gibi zikir ve fikir birbirleriyle bağlantılı iki önemli kavramdır. Nitekim zikir, dilin, kalbin veya uzuvların hareketini ifade ederken fikir, aklın ve kalbin hareketleriyle ilgilidir. Bu manada her ikisinin kalbe bakan yönü olabilir. Bu sebeple varlığa daha doğrusu varlığı yaratana dair gerçekleştirilen her tefekkürün bir zikir olduğu söylenebilir. Ancak zikir, dil ve uzuvlarla ilgili fiilleri de içerdiğinden daha kapsamlıdır.
Diğer taraftan herhangi sistemli zihinsel hareketin aklın rehberliği olmadan gerçekleştirilemeyeceği düşünüldüğünde fikir, zikrin yönlendirici unsuru olarak görülebilir. Çünkü zikir de rastgele bir oluş değil, zihinsel bir faaliyetin ürünüdür. Yine bir şeyi hatırlamak yani zikretmek, akli bir ameliyenin sonucudur. Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında bu yönlendirici olma vasfı daha açık bir şekilde görülmektedir: “Onlar, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken daima Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler ve ‘Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın. Bizi cehennem azabından koru!’ derler.” (Al-i İmran, 3/191.)
Görüldüğü gibi ayet, zikredenleri ilk olarak akıl sahibi şeklinde nitelendirmekte ve akıl sahiplerinin kevnî ayetler üzerindeki düşüncelerine/fikir yürütmelerine vurgu yapmaktadır.
Bu ayetteki zikirden maksadın ne olduğu hususunda iki farklı görüş vardır: Bunlardan birisi, bireyin her anında ve hâlinde zikirle iştigal etmesidir. Buna göre ayetteki zikir mutlaktır; zikrin dil, kalp veya uzuvlarla yapılan zikir çeşitlerinden biriyle kayıtlı değildir. Dolayısıyla ayette geçen ayakta, oturarak ve yatarak hâlleri kişinin her an Allah’ı zikretmesinden kinayedir. Abdullah b. Mesud’a nispet edilen diğer görüşe göre ise ayetteki zikirle kastedilen namazdır. Buna göre zikredenler, gücü yetenlerin ayakta, gücü yetmeyenlerin oturarak ya da yattığı yerde namaz kılanlardır. Ancak her ne kadar namaz bir zikir ise de ayetteki zikir kavramı namazdan daha geniştir. (Razi, Mefatihu’l-Ğayb, 460.)
Diğer taraftan akıl sahiplerinin zikir ile vasıflandırılmaları, bu vasfın tefekkür suretiyle elde edecekleri fennî ilimlerin bir ön şartı olduğunu göstermektedir. Ayrıca düşünce ve fikirden bahseden cümlelerin birbirine atfının, mutlak cem’i ifade eden “vav” harfiyle olması, zikrin aslında tefekkürün ön şartı değil bir sonucu (lâzım-ı mukârini) olabileceğini de düşündürmektedir. Nitekim bir başka ayet-i kerimede, “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu zikri indirdik.” (Nahl, 16/44.) buyrulmaktadır. Her ne kadar ayetteki zikir ifadesi Kur’an-ı Kerim’i ifade etse de burada “zikir” olarak vasıflanması ve sonrasında insanları düşünmeye yönlendirmesi konumuz açısından önemlidir.
Bu bağlamda, evrendeki nizamı ve düzeni düşünenler, görünenden görünmeyene intikal edebilir ve gördükleri karşısında Allah’ı hatırlarlar. Yine göklerin ve yerin akıl almaz bir şekilde yaratılışı üzerinde düşünürler, Allah’ın emirlerini anlamak ve bu emirlere uygun olarak görevlerini yerine getirmek için ilahi hüküm ve tasarrufların nasıl işlediğini gösteren düzeni keşfetmeye çalışırlar. Dolayısıyla fikir zikri doğurur, zikir de fikri/tefekkürü geliştirir.
Dolayısıyla yaratılanlar üzerinde düşünmek ibadet gibi sevaba götüren bir ameldir. Nitekim bir hadiste, “Allah’ın yarattıkları hakkında düşünün, Allah hakkında değil.” (Beyhaki, el-Esma’ ve’s-sıfat, 323.; İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-bari bi-şerhi Sahihi’l-Buhari, 13/383.) buyrulmuştur. Bu hadiste dikkat edileceği üzere yaratılanlar üzerine düşünmek vurgulanmaktadır. Zira düşünen düşüncelerini imgeler ve simgeler üzerinden yürütür. Allah hiçbir yarattığına benzemediğine (muhalefetün li’l-havadis) göre Allah’ın zatı ve mahiyeti üzerinde düşünmek kişiyi tecsim/bedenleştirme ve teşbihe/benzetmeye götürebilir ve yanlışa düşürebilir. (Razi, Mefatihu’l-Ğayb, 9/460.)
Zakir ve mütefekkir
İslam düşüncesinde insan bir bütün olarak ele alınır. Dolayısıyla insandan dili ve kalbiyle Allah’ı zikretmesi, uzuvlarıyla itaat etmesi ve günahtan kaçınması istenirken evren ve içindekiler üzerinde derinlemesine tefekkür etmesi de beklenir. Bu anlamda İslam’da zikir ve tefekkür, ideal Müslüman portresinde olması gereken özellikler olarak görülmektedir. Nitekim Kur’an ve sünnetin sürekli zikre ve tefekküre vurgu yapmasının sebebi budur.
Bu bağlamda zikir ve tefekkür, bireyin hem entelektüel seviyesini artırması hem de Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olması açısından gereklidir. Çünkü zikir ve tefekkür arasındaki ilişki tamamlayıcı bir ilişkidir. Zikir bireyin manevi huzur ve derinlik arayışının bir sonucu iken tefekkür düşünsel ve entelektüel bir derinlik arayışını anlatır. Bu anlamda zikir ve tefekkür birbirini dengeler; biri manevi huzuru sağlarken diğeri entelektüel bir anlayış getirir.
Ayrıca zikir, ruhsal derinliği artırırken tefekkür de zihinsel derinlik sağlar. Bu sebeple zakir, Allah’ın adını anarak manevi bir tatmin ve huzur bulur. Mütefekkir ise evrensel gerçekleri ve ilahi hikmeti düşünerek entelektüel bir tatmin arar. İkisi birlikte çalıştığında hem ruhsal hem de zihinsel açıdan daha derin bir anlayış elde edilebilir.
Yine zikir, genellikle pratik bir uygulamadır; bir vird ve ibadet olarak gündelik yaşamda sürekli olarak yapılabilir. Tefekkür ise daha çok teorik bir süreçtir; düşünsel olarak analiz ve yorumlama gerektirir. Her ikisi de Müslüman bireyin manevi ve entelektüel gelişiminde önemli rol oynar.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki zikir ve fikir arasındaki ilişki, Müslüman bireylerin entelektüel ve ruhsal olarak nasıl bir bütünlük içinde gelişebileceğini ortaya koymaktadır. Zikir, bireyin ruhunu beslerken tefekkür, zihin açıcı bir süreç olarak bireyin gerçekleri anlamasını sağlar. İslam düşüncesinde, bu iki kavramın bir arada bulunması, ideal bir Müslüman kimliği için gereklidir. Bu nedenle zikir ve tefekkür, Müslüman bireyin hayatında merkezî bir yere sahiptir.