Makale

ZARİFE

ZARİFE

Hatice Ç. ÖLMEZ

Eğitim nedir? Eğitim insanın yaşadığı toplum içinde değeri olan yetenek, tutum bilgi ve becerileri kazanma yoludur. Bu yolu yürürken, bilişsel ve duyuşsal becerileri kazanırken mutlaka bir öğretmene ihtiyaç duyan insanoğlunun ilk öğretmeni anne ve babasıdır. İlk eğitim yuvası da içerisine doğduğu ailesidir. Ailede filizlenen bu bilgi, beceri yetenek ve tutumlar; okullarda fidana, ağaca, ormana dönüşür.
Eğitimin şah damarı olarak nitelendirilen öğretmenler geleceğe hükmeden insanlardır. Çünkü tesirlerinin hududu yoktur. Bir ülkenin geleceğinin mimarı, öğretmenlerdir. Toplumun her kesimine hizmet veren, insan gücünü yetiştiren hep öğretmenlerdir. Muallim-i evvel (ilk öğretmen) olarak isimlendirilen, felsefe dünyasının tanınan ismi Aristoteles, eğitimin ve öğretmenin önemini her daim vurgulamış, bu konuda da birçok çalışma yapmıştır. Atina’da kendi okulunu kurmuş, eğitimin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Günümüze ışık tutan ve modern eğitim sisteminin de temelini oluşturan o meşhur sözünü söylemiştir: “İyi öğretmenler bizi biz yapmada önemli bir rol oynar ve başka hiç kimsenin yapamayacağı şeyi yapar, dünya görüşümüzü değiştirmek ve bizi daha önce olduğumuzdan daha iyi bir yere taşımak…” Aristoteles’in bu anlamlı sözünden hareketle öğretmenlerin birincil görevinin öğrencilerine ufuk kazandırmak, yeni bir bakış açısı edindirmek olduğunu söyleyebiliriz. Öte taraftan duygusal mecradan bakıldığında öğretmen nedir bir öğrenci için? Gecenin en aydınlık yüzü değil midir? Bazen kocaman bir tebessüm bazen bir damla gözyaşıdır.Kimi zaman gönül yaralarımızın en etkili merhemidir. İlkokul yıllarımızda öğretmenimizin sözleri kanun gibi değil miydi? Hangimiz sevdiğimiz bir öğretmeni örnek alıp meslek tercihini de ona göre yapmadık ki? Ezcümle toplumun motor gücü konumunda olan öğretmenler bireyleri hayata hazırlama konusunda temel bir rol üstlenmiş durumdadırlar.
Öğretmen olarak mesleğimin dördüncü yılını çalışıyordum. Şark görevi için yurdumun şirin mi şirin bir iline atanmıştım. Burası bel vermez dağlarla, yol vermez ırmaklarla çevriliydi. En çetin kış şartları hüküm sürmekteydi. O yıllarda görev yaptığım okulda çoğunlukla yoksul öğrenciler eğitim görmekteydi. Çoğunun sırtına giyeceği kabanı olmaz, bazen yırtık ayakkabı bazen terlikle okula gelirlerdi. Çocukları öyle gördükçe yüreğim burulur, gözyaşlarım sel olurdu. Öğretmenler olarak elimizden geldiğince yardımlar yapıyorduk. Hiç unutmam sınıf öğretmenliğini yaptığım 6/A’da Zarife isimli bir öğrencim vardı. İsmini her andığımda hâlâ içim titrer. Zarife’nin beş kardeşi vardı, babası yatalaktı, annesi ise temizliğe giderek evi geçindirmeye çalışıyordu. Zarife her derse uykusuz ve yorgun gelirdi. Evdeki işlerin birçoğunu da belli ki o yapıyordu. Ahh Zarife’m… İsmi gibi zarif bir kızdı. Kırılgan, nahif bir yapısı, iki yana örgü saçları ve kırmızı yanakları vardı. Kömür karası gözleri sık sık uzaklara dalıp giderdi. Babasının yatalak oluşu, annesinin gece gündüz demeden çalışması onu derinden etkiliyordu. Öğretmeni olarak Zarife’yi her ders mutlaka tahtaya kaldırır, yaralarına merhem olmaya çalışırdım. Bir tutam ilgi ve sevgiyle başarılı olabilecek yetenekteydi. Onu biraz olsun neşelendirmek, yüzündeki tebessümü görmek beni çok mutlu ediyordu.
Bir 24 Kasım sabahı öğrencilerin yoğun ilgisine mazhar olmuştum. O gün birçok öğrenci elinde çiçek ve hediyelerle öğretmenler günümü kutluyordu. Her nedense böyle günlerde bir tarafım hep burulur çünkü imkânı olmayan öğrencilerin melül, mahzun bakışları acımsı buruk bir tat bırakır yüreğimde.
Zarife yerinden kalktı. Hafif kızarmış yanakları ve çekingen, ürkek tavrıyla yanıma yaklaşarak elime bir şey tutuşturdu. Hediyesini açmamı sabırla bekledi. Gazete kâğıdına sarılmış kapaklı cam bir şekerlikti bu. Belli ki evdeki şekerliği alelacele bir kâğıda sarmış ve getirmişti. “Öğretmenim, öğretmenler gününüz kutlu olsun.” dedi. Zarifeye sarılarak kırmızı yanaklarından öptüm. “Hiç gerek yoktu kuzum.” dedim. Bu cümleyi duyar duymaz kederin gölgesi düştü kömür gözlerine, yağmur yüklü bulutlar misafir oldu yüreğine… Belli ki beklediği cevap bu değildi. Bakışlarından anlamıştım. Hediyesini beğenmediğimi düşünmesini istemedim. “Çok güzel bir şekerlikmiş, ömrüm boyunca saklayacağım.” dedim. Zarifenin yüzü tekrar aydınlandı, keder bulutları dağıldı, ışıl ışıl oldu gözleri. Aradan yirmi yıl geçti ama o gözlerdeki mutluluğu hiç unutamıyorum. Zarife’yi bu kadar mutlu eden şey neydi? Neydi yüzünde güller açtıran? Duygularının anlaşılmasıydı belki de. Sevdiği bir öğretmenine verdiği hediyenin beğenilmesiydi. O da diğer öğrenciler gibi öğretmenine hediye vermenin sevincini yaşıyordu.
Ceyhun Atuf Kansu “Dünyanın Bütün Çiçekleri” isimli şiirinde ne güzel anlatmış bir köy öğretmeninin öğrencilerine olan sevgisini:
“Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencilerimi istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek.”
Zarife de şahane bir çocuktu. Âdeta kardelen gibi karların arasından sıyrılıp ilkbaharın gelişini müjdeliyordu. Zarife’m o zor koşullarda liseyi ve üniversiteyi bitirdi, şimdilerde bir köy okulunda sınıf öğretmenliği yapıyor. Kendi gibi yeni çiçekler yetiştiriyor.
O günün hatırası kapaklı cam şekerlik evimin en güzel köşesinde duruyor. Soranlara Zarife’mi anlatıyorum büyük bir iştiyakla. Zarife’m de her 24 Kasım sabahı daha gün ağarmadan öğretmenini arıyor, soruyor. O günleri bazen hüzünle bazen neşeyle yâd ediyoruz.
Öğretmenlik yüreklere dokunmaktır. Dokunduğun yürekte çiçek açmaktır. Yangın yerine dönmüş kalplere yağmur olmaktır. Yangını söndürmek yetmez; tohum olmak gerekir, toprak olmak gerekir, yeniden inşa gerekir.