MEHMET KEMİKSİZ İLE
TASAVVUF MUSİKİSİ ÜZERİNE…
Söyleşi: Mahir KILINÇ
Türk tasavvuf musikisinde hem beste hem icra çalışmaları yapıyorsunuz. Dinî musikiye ilginiz ne zaman ve nasıl başladı? Bu serüvende muhakkak ki etkilendiğiniz ve yaşantınızda izler bırakmış olan üstadlar vardır, kimlerden ne şekilde etkilendiniz?
Çocukluk yıllarımda evimizde pazartesi ve perşembe akşamları mutlaka Kur’an-ı Kerim okunurdu. Özellikle o akşamlarda dinlemiş olduğumuz Yasin, Mülk sureleri ilmek ilmek hem zihnimize hem gönlümüze işlenirdi. Evvela bu okuyuşların, musiki dünyamızın şekillenmesinde etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca kandil gecelerinde okunan mevlit ve ilahiler de musikiye dair merakımı ve heyecanımı artırmıştır. Çünkü köyümüzde ve civar köylerde mevlidi okuyan kimseler iyi okuyuculardı ve dinleyiciler de okuyanları tetkik edecek kadar da iyi dinleyicilerdi. Dolayısıyla okunan mevlitlerde yahut ilahilerde yapılan kritikleri çok dikkatli bir şekilde dinlerdim. Kendim de okumaya başladığım o çocukluk dönemlerimde bunları göz önünde bulundurarak okumaya çalışırdım ki beni yetiştiren önemli kıstaslardan biri bu olmuştur.
İmam hatip lisesine kadar köydeki bu tema üzerinden herhangi bir disiplinli öğretim olmaksızın musikiyle olan ilgim ezan, Kur’an, mevlit ve kaside üzerinden geldi. Ancak lise çağlarımda Çarşamba’ya 1984-1987 yılları arasında Günalp Varol adında bir kaymakam geldi ki benim hayatımı değiştiren kişidir. Kendisi, dinî musikimizin de unutulmaz üstadı Ahmet Hatipoğlu ile birlikte Ankara’da aynı evde kalmış ve musikiyle bizatihi ilgilenmiş biriydi. Merhum kaymakam, Çarşamba’yı âdeta ayağa kaldırdı. Güzel sesli talebelerin tespit edilmesine yönelik talimat verdi ve bizim de öğrencisi olduğumuz Çarşamba İmam Hatip Lisesinde musiki derslerine başladı. O dönem bizlere elli civarında eser meşk etti. Benim de ilk meşk hayatım orada başlamış oldu.
Erzurum’da üniversitedeyken Çarşamba’da öğrendiklerimle musikiye devam ettim. İstanbul’a Marmara İlahiyat Fakültesine geçince de katıldığım Kur’an-ı Kerim yarışmasında Türkiye birincisi olunca İlhan Tok Hoca’yla tanıştım ve onun derslerine katıldım. 1992’de hocamızın dizinin dibine oturdum ve 1999’a kadar kendisiyle ders yaptık. Hoca, Tahir Karagöz eserlerini ve kendi bestelerinden çeşitli eserleri bize meşk etti. “Mutlaka müzik öğrenin ve bir enstrüman çalın.” diyerek bizi nota bilgisini de edineceğimiz bir alana yönlendirdi. Sonrasında Üsküdar Musiki Cemiyetine başladım. Amir Ateş Hoca’mızla da burada tanıştık ve kendisinden musikiye dair çok güzel hususları öğrendim. Ayrıca birlikte de çalışma fırsatı bulduğum büyüğüm Neyzen Ahmet Şahin de benim için önemli isimlerden biridir.
Otuz yılı aşkın bir süredir musikiyle hemhâl olan biri olarak Türk müziğini nasıl tanımlarsınız? Onu farklı ve bize has kılan unsurlar sizce nelerdir?
Manevi atmosferini inançtan beslemeyen müzikler yaşayamıyor. Dolayısıyla bir Batılıya “Batı klasik müziğini nasıl tanımlarsınız? Batı klasik müziğinin kaynağı nedir?” diye sorsak o bize “kilise” diyecektir. Müziğin oluşumunda o toplumun inançları ve manevi değerleri çok önemli bir yer tutar. Bizim Türk müziğimiz de halkımızın inançlarıyla, gelenekleriyle, yaşam tarzıyla iç içe geçmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Türk müziğini, sadece geleneksel öğelerin bir araya gelmesi olarak değil, aynı zamanda toplumun kültürel ve sosyal yapısını yansıtan unsur olarak da görmek gerekir. Türk müziği, tarihsel süreçte her ne kadar farklı coğrafyalardan ve kültürlerden etkilenmiş olsa da özünü her zaman korumuş, bu toprakların insanıyla birlikte millî ve manevi değerler çerçevesinde yaşamıştır. Ayrıca Türk müziğinin kendine has melodik yapısı ve ritmik çeşitliliği ona bir zenginlik katar.
Hafız bestekâr Amir Ateş’ten Mevlid-i Şerif’i meşk ettiniz ve günümüzde bu geleneğin icazetli son temsilcisi olarak biliniyorsunuz. Musikide bir eğitim sistemi olan “meşk”in yeri ve öneminden bahseder misiniz?
Bizim, Kur’an talimi gibi yaklaşık 1500 yıldır devam eden fem-i muhsin hikâyemiz var. Kitaptan okuyarak değil de bir kişinin karşısına geçerek gerçekleştirilen bu talimin adı meşktir. O meşkin içerisinde sadece öğrenilen harfler ya da eserler yok. O meşkle birlikte bir gelenek, bir edep, bir ahlak, bir usul erkân da aktarılıyor. Dolayısıyla meşk edilen eserle birlikte hoca, öğrencisine disiplini, kuralları ve bir tavrı öğretmiş oluyor. Ayrıca meşk edilen eser kullanılıp atılamaz. Meşk, gelene ektir. Daha önce bizlere intikal eden eserleri sadece kullanıp, onlarla yetinmeyip yeni eserler de ortaya koyabilmektir. Yani meşk geleneğinde mutlaka meşk edilen eserin yanına bir şey koymak ve ona bir ilavede bulunmak gerekir. İşte bu, meşkin sadece tekrar edilen eserden ziyade kişiye has bir tavır kazandırma gayesi olduğunun da göstergesidir.
Belirttiğiniz üzere Lisans eğitiminiz esnasında ilahiyat fakülteleri arasında düzenlenen Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma yarışmasında birinciliğiniz var. Bir kari olarak Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma eğitiminde musiki bilmek okuyucuya ne gibi katkılar sağlar?
Musiki, nağmelerin belirli bir ölçü ve düzenle kulağa hoş gelmesini sağlar. İnsanları etkisi altına alan musikide hem güzel ses hem nağme hem de makam çok önemli bir yer tutar. Çünkü Kur’an-ı Kerim’i güzel sesle ve makama uygun bir şekilde okumak âdeta insanların gönlüne hitap eder. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i okurken musikinin etkisi yadsınamaz bir gerçektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de Kur’an-ı Kerim’in güzel sesle okunmasını bizlere tavsiye etmiştir. Güzel sesi idrak edip iyi kullanabilme metodu olarak musikiyi gösterebiliriz. Çünkü Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Peygamber’e (s.a.s) kadar bütün peygamberlerin İslam’ı, tevhidi, Allah’ı, ahireti anlatmaları hep güzel sesle olmuştur. Kur’an-ı Kerim de Allah’ın mucizevi bir kelamıdır. Dolayısıyla o mucizevi kelamı gelişigüzel okumamak gerekmektedir. Hz. Peygamber döneminde tam anlamıyla bugünkü prensiplere sahip olmasa da musikinin varlığını biliyoruz. Daha sonraki yıllarda musikinin metotlarını bizlere ulaştıran büyüklerin çalışmalarıyla onu güzel bir şekilde öğrenebiliyoruz. Kur’an-ı Kerim’in bize anlatmış ve ifade etmiş olduğu o manaları temsil-i kıraat ile sesi yükselterek, alçaltarak ve o nağmeleri yerinde kullanarak anlatmak ancak musiki ile mümkün olur.
Hafız İlhan Tok Hoca’dan devraldığınız ve devam ettirdiğiniz Enderun Hafızlar Topluluğu ile Osmanlı geleneği olan “cumhur müezzinliği ve enderun usulü teravih tertibi” uygulamasını icra ediyorsunuz. Bu geleneğin tekrar gün yüzüne çıkarılması süreci nasıl gelişti? Topluluğunuzun musikiye ve musikişinaslara yönelik çalışmaları nelerdir?
“Cumhur müezzinliği ve enderun usulü teravih tertibi” sizin de söylediğiniz gibi bir Osmanlı geleneğidir. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde 1999 yılında ilk uygulamalarını hocalarımızdan öğrendiğimiz şekilde gerçekleştirmeye başladık. Ancak hocalarımız kendi hocalarından öğrendikleri usulle bunu bizlere intikal ettirmişlerdi. Sonrasında bunun nasıl olduğuna ve nasıl yapıldığına yönelik çalışmalar yapınca çeşitli kaynaklara ulaştık. Bu geleneği hem hocalarımızdan öğrendiklerimiz hem de o kaynaklardan edindiğimiz bilgiler ışığında yaşatmak ve ihya etmek için takip eden yıllarda çeşitli camilerde uygulamaya başladık. Sonrasında Ahmet Şahin Hoca’mla birlikte ramazan ayında “Teravih-i Enderun ve Cumhur Müezzinliği” projesini Enderun Hafızlar Topluluğu aracılığıyla tekrar gün yüzüne çıkardık. Teravih namazının her dört rekâtının Türk musikisinin beş ayrı makamında kılınmasını ve bu makamlarda bestelenmiş ilahilerle süslenmesini içeren enderun usulünü, 2010 yılının ramazan ayında selatin camiler dâhil yirmi dokuz camide icra etmeye başladık. Unutulan bir geleneğin yaşatılmasına öncülük ettiğimiz için de çok bahtiyarız.
İlhan Tok Hoca’mızdan bana emanet edilen Enderun Hafızlar Topluluğu âdeta bir okul gibi çalışmaya devam ediyor. Her pazar sürdürdüğümüz derslerimizle meşk usulünü burada devam ettiriyoruz. Hafızlar topluluğumuz pek çok musikişinas insanın yetişmesi ve geleneğin devam etmesi noktasında musikiye çok önemli bir hizmet olarak toplumumuzun karşısına çıkıyor.
Son olarak, sanat yolculuğuna hanende, güfte yazarı, bestekâr ve şair olarak devam eden; çocuklar, gençler, hafızlar ve yetişkinler gibi muhtelif gruplarla uzun süreli meşkleri olan birisi olarak bu yolculukta gerçekleştirmeyi arzu ettiğiniz ve çabaladığınız projeleriniz nelerdir? Bu alanda çalışma yapanlara ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Öncelikle Allah’ın (c.c.) bizleri vazifelendirmiş olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Türk tasavvuf musikisi üzerine yapılması gerekenleri bir proje olmaktan öte üzerime düşen görev olarak addediyorum. Ön çalışmaları yapılmış, yazım aşamaları bir kısmı başlamak üzere ve bir kısmı bitmiş pek çok eser var. Bu eserleri inşallah tamamlamayı planlıyorum. Bu eserlerin dışında medeniyetimizde olup da şu an günümüzde olmayan çeşitli ilahileri gün yüzüne çıkarmayı planlıyorum. Vazifemi ifa edebildiğim ve bu şuuru öğrencilerime verebildiğim zaman kendimi mutlu addediyorum. O yüzden bu alanda çalışma yapmak isteyen kimselere evvela büyük bir azimle sanata ve geleneğimize sarılmasını tavsiye ediyorum. Allah’ın vermiş olduğu ses, musiki ile uğraşan bir kimse için yeterli değildir. Kendi ses eğitimini ve terbiyesini yerine getirmesinin yanı sıra algısının ve azminin de yerinde olması gerekiyor.
ÖZ GEÇMİŞ
Mehmet Kemiksiz, 1969 yılında Samsun’un Çarşamba ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini aynı ilçede tamamladı. Çarşamba İmam Hatip Lisesini 1988 yılında bitiren sanatçı, aynı yıl Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde yüksek öğrenimine başladı. Buradan yatay geçişle intibak ettiği Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden 1993 yılında mezun oldu. Ardından aynı fakültede “Semâ ve Devran” adlı teziyle yüksek lisansını Tasavvuf Ana Bilim Dalında yaptı. Henüz öğrenciyken Türkiye ilahiyat fakülteleri arasında düzenlenen Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma yarışmasında Türkiye birincisi oldu. Mezuniyetinin ardından, Üsküdar Emin Ongan Musiki Cemiyetinin eğitim programını da tamamladı. Burada Hafız Bestekâr Amir Ateş ile tanışan Mehmet Kemiksiz, hocadan bire bir Mevlid-i Şerif meşk etti, günümüzde bu geleneğin icazetli son temsilcisi durumundadır. Kuruluşu aynı yıllara tekabül eden Aziz Mahmud Hüdayi Tasavvuf Musikisi Topluluğu’nda Hafız İlhan Tok himayesinde başta Kur’an talimi ve kıraati olmak üzere mevlit ve kaside gibi farklı formlardaki icralar konusunda üslup derslerine devam etti. 1999 yılında İlhan Tok Hoca’dan devraldığı bu koro, bugün Enderun Hafızlar Topluluğu adıyla hâlen derslerini devam ettirmektedir. Ahmet Şahin ile birlikte 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti programları çerçevesinde eski bir Osmanlı geleneği olan “cumhur müezzinliği ve enderun usulü teravih tertibi” uygulaması ile ilgili projeyi ortaya koyan sanatçının “Aşk Meydanı” serisi, “Enderundan Nağmeler”, “Akif İklimi” adlı eserleri bulunmaktadır.