DİRENİŞİN SANCAKTARI
FİLİSTİN
Kübra ASLANCI
Filistin... Kanları topraklarına döküldükçe nicesini daha güçlü köklerle filizlendiren, asrın izzetlilerinin yurdu. Hüznü kendilerine azık edinen, ölümü aralarından bir dost bilen, gözyaşları dünyanın bütün kirlerini yıkayacak kudrete sahip neslin toprakları… Filistin, gönlümde hiç susmayan feryadın diğer adı. Nice taşlaşmış kalpleri yumuşatan bir çocuk tebessümü. Sokaklarında kederin kol gezdiği, ayrılığın sinsice köşe başında beklediği, zulmün naraları arasında; anne kucağındaki bebeğin merhameti hissedişindeki duyuşla, cenneti kucaklayan gönüllerin ülkesi.
Dertlerini, verenin hürmetine şükürle ağırlayan, hamd ile yoğuran ve öncü bir gidişle evvelden ahirete uğurlayan teslimiyet abideleri. Kutsal toprakların en mahzunu. Dünyanın gözünü ve kirli ellerini üzerinden çekmediği hâlde “mübarek kıldığımız” ilahi hitapla Kur’an-ı Azîmüşşan’a ayet olma şerefinin idrakine ram olduklarını hayatlarıyla anlatan, davasına nefes, gönül feda etmişlerin beldesi. Asrın dersi, asrın öğretmeniydi Filistin. Uzak diyarlardan biriydi fakat acısı evimin başköşesine oturmuştu. Dilhun sadrımdan, aciz elimden gelen mahcubiyetle semaya açılmış avuçlarımın, ilahi kapıya uzanan yakarışlarından başka bir şey değildi.
Ölüm sadece Filistin topraklarına ve insanına uğramadı; insanlığa, sevgiye, sürura, ahseniyete dair her ne varsa üzerine sağanak sağanak yağdı. Ölen Filistinli bir genç değildi; istikbalin yanında, yöresinde taşıdığı umudun ölümüydü. Sadece çocuk ölmedi Filistin sokaklarında; ölen pirüpak masumiyetti. Bir anne değildi az önce öldürülen; yaratılmış her şeyi kuşatabilecek şefkati sinesine gizleyendi dünya hayatına veda eden. Geride gözü yaşlı evladını bırakan bir baba değildi cennete uğurlanan; Resul’ün emaneti uğruna yaşamış ömürdü son bulan. Ölüm denilince İslam’ın şuuruna bürünmüş nicelerinin kalbine kelâmullahın tembihi çalındı: “Allah yolunda öldürülenler için ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara, 2/154) Ve elemiyle karanlığa gömülmüş gönüllerde önü çiçeklerle bezenmiş bir pencere açıldı. Peşi sıra melali, kelamıyla şifalandıran Şâfî’ye sayısız hamdlar ısmarlandı.
Kendi vatanında esaretin amansızını yaşarken hayata gözlerini yuman sabrı kuşanmış, kaderin nakkaşından razı nesil; sonsuzluğun içinde yeni başlangıçlara doğru koşarken geride kalanlara, inananlara, inanmayanlara; tesiriyle din-i mübin aşısını hücrelere işleyen akvâl haykırdılar, ruhu olanlara belki fısıldadılar. Yok oluşun sesi değil, hakikatin gür sedası; uğrunda tüm imkânsızların imkân dâhilinde olduğu inançlarının ufku ve şecaatiyle rahmani rüzgârın taşıyıcısı oldular. Sadık dost Hz. Ebubekir’in kızı Esma validemiz başı bedeninden ayrılmış oğlunu görünce, Medine sokaklarının ve yeryüzü tarihinin en tesirli sözlerinden birini söylemişti: “Kim bu hatibi buradan indirecek?” Evladınaydı bu sözleri. Ne aziz bir duyuş. Asıl yaşayan, Allah’ın hükmünü ikame etmek için şehit edilmiş, başı bedeninden ayrılmış kimseydi. Ulvi pınardan kana kana içmiş ve artık zaman mefhumu sonsuzluk güzergâhında o zat için yok olmuştu. Süfli dünyada isimler, mekânlar, zamanlar değişse de aynı deryadan beslenmiş Müslümanlar aslolanın farklı tezahürleri cihetinde vakıalarıyla varlık buldular. Zalimin tahrip ettiği şehirlerin bedenlerin yakınlarında umut o ya şu beyit kapı araladı: “Bizler yıkım görürüz, Allah inşa ediyordur. Bizler hezimet görürüz, Allah muzaffer kılıyordur.” Kalbî görüşlerin duyuşların bir hakikati aşikâr kıldığı gerçeği, bizlere; yıkımın, acının ve gamın arka yüzünde başka ihtimalleri taşıdığını anlattı. Ve böylece harlanmış yürekler itminanla Huzur-u İlahi’ye varılacak günün rahmetine sığındı. Zamanın tarihe şeref tayin kılışı, mutmain bir kalbin eşiğinde; kefeniyle taşıdığı evladı vasıtasıyla Peygamber Aleyhisselam’a selam gönderen babanın ardından yeniden anlam kazandı. Şehitler hattı açıldı, gökyüzüne yolculuk var.
Filistin’de bir çocuk doğdu; cılız bedeniyle ümmetin izzetini korumayı murat eden. Bir çocuk göründü şehit edilmek üzere dünyaya gelen, yankılanan bomba seslerini ninni belleyen, bir çocuk göründü zalimin kanattığı bedenine Kur’an tilavetiyle pansuman yapan, bir çocuk göründü ölümü yaşamaktan daha merhametli gören. Yüzünde aylar evvelden kalma gülücükle şöyle diyordu Filistinli bir çocuk: “Ölüm yaşamaktan daha merhametli!” Evet, bir çocuğun lisanından döküldü bu sözler. Sahi hangi ölüm merhametin habercisiydi? Ölüm yaşamaktan daha merhametli nasıl olabilirdi? Bir çocuk kalbinde, rotasız ve yeryüzündeki bütün hürriyeti kuyruğuna sığdırmışçasına uçan uçurtmalar, gökyüzüne dokunacakmışçasına uzanan eller, rengârenk sayısız balonlar mutluluğun adıyken nasıl oluyordu da Filistin’de bir çocuk ölümü yaşamaktan daha merhametli tanımlayabiliyordu? Peki ya dünya semasında bu sözler yankılanırken biz neler hissediyorduk? Ne hissedilmeli bu sözlerin ardından? Okyanusta pusulasını kaybetmiş kaptan misali sağ salim limana ulaşabilir mi yolunu yönünü kaybetmiş insanlık? “Ağlayın su yükselsin, belki kurtulur gemi” dizesi, ufkuyla bugünleri mi anlatmıştı?
Gülüşündeki hüzün yeryüzündeki bütün toprakları çoraklaştıracak takatte çocukların ülkesine hepimiz gafil kaldık. Hayat yolculuğunun hakikatlerine âmâ oluşumuzun, insan olmanın tarifini bilemeyişimizin, anlam arayışımızı arayamayışımızın yitik cevaplarını bulmak içindir belki bunca kan, bunca can. Yaşayan ölü ruhlarımızın uyanması için belki de bunca sancı. Ahları yeri ve göğü sarıp sarsan Filistin halkı adına özgürlüğe ulaşıncaya bayram sabahına erişenceye kadar; yarın mahşerde gölgesine sığınabileceğimiz fiillerin yollarına düşelim, niyetlerine sarılalım. Filistin, beyhude âlemde mukadderatın ândakilere ve gelecek kuşaktakilere fevkalbeşeri gayretle icra edilmiş misali ile azameti kendinden nasihati… Filistin, haddizatında hiçbir lisanın hiçbir kelimenin cümlenin yan yana sıralanarak anlatamayacakları kadar deruni hilkatlere gark olmuşların cennet anahtarı. Sözün bittiği yer Filistin. Namütenahi bir fezada izzetle cem olacakları günü ilahi vaade dayandırarak sokaklarına güllerin, sümbüllerin, çocuk neşesinin; semalarına ihlaslı duaların, şükür ve tesbihlerin; evlerine saadetin, sevincin yer ettiği günlere hasret ve duayla tutunuyorum…
Selam olsun Filistin’i davası olarak benimseyenlere, sahip çıkanlara, dert edinenlere…
Selam olsun Hanzala’yı mahzunluğuna bırakmayanlara…