AĞIZ DİSİPLİNİ HAYIR SÖYLEMEK YA DA SUSMAK
Dr. Ayşe GÜLTEKİN
Uşak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya da sussun.”
(Ebu Davud, Edeb, 123)
Dil; konuşma ve hissettiklerini ifade edebilme yeteneği, Allah Teâlâ’nın kullarına bahşettiği en önemli nimetlerdendir. İnsanı diğer canlılardan ayıran önemli farklardan biri de konuşabilmesidir. İnsanı yaratan ve ona beyanı (duygu ve düşüncelerini açıklayıcı konuşmalar yapmayı) öğreten Allah (Rahmân, 55/4), peygamberlerine, gönderildikleri ümmetin dilini fasih, güzel bir şekilde konuşabilme yeteneği vermiştir. “Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar.” (Tâhâ, 20/27-28) diye dua eden Musa (a.s.), duası kabul edilip kelîmullah olarak isimlendirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) “Bana cevâmiu’l-kelim verildi.” (Müslim, Mesacid, 5) diyerek bir yandan az sözle çok mana ifade etme özelliğine sahip bulunduğuna, diğer yandan sözün çokluğundan ziyade az ve öz olup geniş manalar içermesinin daha önemli olduğuna işaret etmektedir.
Peygamberler, tebliğ ve tebyîn görevlerini dil nimeti sayesinde gerçekleştirirler. Onların mirasçısı olan âlimler de peygamberlerin yaptığı gibi insanları hayra davet edip kötülüklerden uzaklaştırmaya çalışırlar. Kur’an ayetleri ve hayatımıza yön veren hadisler, dil ile öğrenilip ezberlenir ve başkalarına öğretilir. Hutbeler, vaazlar dil sayesinde gerçekleştirilir. Öğüt ve nasihatler dil ile verilir. Dualar, zikirler dil ile yapılır. Örf ve geleneklerin, tarihî ve kültürel bilgilerin sonraki nesillere aktarımı, yazıdan çok dil sayesinde gerçekleşir.
“Söz ola kese savaşı / Söz ola bitüre başı / Söz ola agulu aşı / Balıla yağ ide bir söz” uyarısı, sözün sadece faydasının değil zararının da olabileceğine işaret eder. Hatta diğer organlara nispetle dil, insanı günaha ve yanlışa fark ettirmeden sevk eder. Önemsemeden söylediği sözler kişinin Allah’ın rızasını kazanıp derecesinin yükseltilmesine de cezayı hak edip cehenneme yuvarlanmasına da sebep olabilir. (Buhari, Rikâk, 23; Tirmizi, Zühd, 12)
Allah Resulü Müslüman’ı tarif ederken “Dilinden ve elinden diğer Müslümanların emin olmasına” (Buhari, İman, 4) vurgu yapar. Bu tanımda dil ile verilen zararın el ile verilen zarara öncelenmesi dikkat çekicidir. Bazen çevremizdeki bazı insanların fiziksel olarak diğer insanlara, hayvanlara ve bitkilere zarar verilmesine kararlılıkla karşı çıktığını görürüz ama aynı insan -fark ederek veya fark etmeden- başka bir kişinin gıybetini, dedikodusunu yapar, kendisini savunamayacak bir pozisyonda iken kardeşinin arkasından kişilik haklarına saldırıda bulunur, aleyhinde konuşur, onurunu çiğner ve bütün bunları yaparken günaha girdiği de pek aklına gelmez. Hâlbuki insanların, el ile günah işlememeye özen gösterdikleri kadar dil ile günah işlememeye de özen göstermeleri gerekir. Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Mümin kardeşinin gıyabında o kendisini savunamayacak bir pozisyondayken onun hoşuna gitmeyecek kusurlarını dillendirmek gıybet, onda olmayan kusurlar isnat etmek ise iftiradır.” (Müslim, Birr, 70; Ebu Davud, Edeb, 40)
Allah Resulü mümini “dil uzatmayan, lanet okumayan, kötü iş yapmayan ve kötü söz söylemeyen kimse” (Tirmizi, Birr ve Sıla, 48) olarak tarif etmektedir. “İşittiği her şeyi başkasına ulaştırması kişiye yalan olarak yeter.” (Müslim, Mukaddime, 5; Ebu Davud, Edeb, 87) “Koğuculuk yapan (aralarına girerek veya haberleri olmadan insanları dinleyip öğrendiklerini başkalarına yetiştiren kimseler) cennete giremez.” (Buhari, Edeb, 50; Müslim, İman, 168-170) diyerek ümmetini uyarmaktadır.
Cirmi küçük, cürmü büyük olan dil ile işlenen günahlar, ibadetlerin sevabında eksilmeye sebep olur. Allah Resulü “Kim yalan konuşmayı ve yalan dolanla iş yapmayı terk etmezse, Allah’ın o kimsenin yeme içmeyi bırakmasına ihtiyacı yoktur.” (Buhari, Savm, 8) hatırlatması yaparak oruç tutan müminin yeme içme ve şehvetini disiplin altına aldığı gibi diğer organlarını ve özellikle de dilini disiplin altına alması gerektiğine işaret etmektedir. Bu disiplin, ramazan ayında oruç tutulan günlerle sınırlı kalmamalı, mümin sadece yalandan değil, boş ve faydasız konuşmalardan uzak durarak, kırıcı ve incitici bir üsluptan sakınarak yılın kalan zamanlarında da diliyle işleyeceği günahlardan sakınmaya devam etmelidir.
Sustuğumuz için başımızın derde girdiği durumlar azdır. Ancak pek çok defa konuştuklarımızın, iletişimin sözle değil daha çok klavyelerle sağlandığı günümüzde karşımızda olmayan insanları önünü sonunu düşünmeden eleştirip sonrasında da yazdıklarımızın pişmanlığını yaşarız. Sonradan durum değerlendirmesi yaptığımızda “Keşke konuşmayıp sessiz kalsaydım, keşke meramımı o şekilde ifade etmeseydim.” demekten çoğu zaman kendimizi alamayız.
“Söz gümüşse sükût altındır.”; “İki dinle bir söyle”; “Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez.” vb. atasözleri bizi konuşmaktan çok susmaya teşvik eder. Mümin konuşması gereken zamanda konuşma, susması gereken zamanda susma şuuruna sahip olmalı, hak ve hakikati, birtakım menfaatlerden mahrum kalabilecek olsa da kınayanın kınamasına aldırmadan dile getirmeyi de önünü sonunu düşünmeden konuşmamayı, ağzına öfkeyle gelen sözleri söylememeyi bilmelidir.