Makale

İSMAİL RACİ FARUKİ BATI’DA DOĞU’NUN FİKİRLERİYLE DÜŞÜNEN MÜTEFEKKİR

İSMAİL RACİ FARUKİ
BATI’DA DOĞU’NUN FİKİRLERİYLE DÜŞÜNEN MÜTEFEKKİR

Enbiya YILDIRIM

Müslümanların sorunları üzerine kafa yorarken aynı zamanda İslam medeniyeti ve kültürünü tanıtıcı çalışmalar yapan uluslararası düşünürlerimizin sayısı azdır. Çünkü yazabilmek için iyi bir alt yapı gerektiği gibi sunum tarzı da son derece önemlidir. Filistin davasının dünyanın batı yarımküresindeki yılmaz savunucularından olan ve hayatı çok acı bir şekilde sonlanan Faruki işte böyle bir insandı.
1921 yılında Filistin Yafa’da doğdu. İlk ve orta öğretimini kolejde tamamladıktan sonra Beyrut Amerikan Üniversitesinde felsefe okudu. 1945-1948 yılları arasında Celîle’nin son Filistinli valisi olarak görev yaptı. Vazifesi boyunca önceliği halkının haklarını savunmak oldu. Lakin sonrasında işgalci devlet kuruldu ve memleketlerini terk etmek durumunda kalan akrabalarının önemli kısmı Beyrut’a iltica etti. O da Amerika’ya göç etti. Orada felsefe alanında yüksek lisans ve doktora yaptı. Bir yandan da Yahudilik ve Hristiyanlık üzerinde araştırmalar yaptı. Eğitiminin ardından üniversitede ders vermeye başladı. Gençlerin sorunlarını kendi derdi olarak gördüğünden dolayı Amerika’daki Müslüman gençler arasında irtibat sağlamak amacıyla kurulmuş olan Müslüman Öğrenci Derneği ile yakın ilişki içinde oldu. Bu vesileyle Batı kültürünün baskısı altında zihin dünyalarında çatışma yaşamamaları, kimlik erozyonuna uğramamaları için onlara rehberlik yaptı.
Yeni dünyalar
Faruki üç yıla yakın süre Ezher’de dersler verdi. Bu arada İslam kültür ve medeniyetine dair bilgilerini ilk kaynaklardan yenileyip uzmanlarla istişareler yaptı. Böylece dinî ilimler alanında kendisini geliştirdi.
Mısır’dan sonra Pakistan’a giderek iki yıl süreyle İslamabad’da İslami Araştırmalar Enstitüsünde gerçekleştirilen çalışmalara katkı sundu. Sonra geri dönüp Amerika’daki çeşitli üniversitelerde İlahiyat dersleri vermeye başlayıp nihayetinde profesör oldu. Çalıştığı üniversitelere büyük katkı sundu ve İslam araştırmalar programlarını başlattı, İslam araştırmaları bölümünü kurdu.
Salt teorisyen olmakla yetinmeyip pratisyen ve teşkilatçı bir insan olan Faruki, Amerika’ya son dönüşünden sonra gençlerin toplantılarına sürekli katıldı. Bu doğrultuda 1972’de Müslüman Sosyal Bilimciler Derneğini kurdu. Burası Amerika’daki Müslüman hocalar ile öğrencilerin buluştuğu ve yardımlaştığı önemli bir kültür merkez hâline geldi. 1980’lerin başında ülkedeki diğer kuruluşlar, İslam İşbirliği Teşkilatı ve İslam Kalkınma Bankası ile yardımlaşarak onun da içinde yer aldığı ortak bir ekiple Şikago’da Amerikan İslam Koleji adlı üniversiteyi kurdular. Vefatına yakın zamana kadar da buranın başkanlığını yürüttü. Bu kurumun ardından 1981’de İslam dünyasında çok önemli bir saygınlığı olan Uluslararası İslam Düşünce Enstitüsünün kurulmasına öncülük etti. Pek çok alanda araştırmalar ile yayınların yapıldığı ve uzmanların yetiştirildiği bu merkez Kuzey Amerika bölgesinde İslam tetkiklerinin merkezi hâline geldi. Ortaya koymuş olduğu bu çaba yeryüzündeki Müslümanların da dikkatini çekti ve pek çok ülkede araştırma kurumlarının kurulması ile projelerin yürütülmesine danışmanlık yaptı. Aktif faaliyetleri yanında farklı ülkelerdeki ilmî toplantılara katıldı ve konferanslar verdi.
Ölümün en acısı
1986 yılı Ramazan’ında Pensilvanya’daki evinde saldırıya uğradı. Gece yarısı eve giren maskeli kişi önce sahur hazırlığı yapan eşini bıçaklayıp öldürdü. Annesinin çığlıklarına koşan ve hamile olan büyük kızını da ağır şekilde yaraladıktan sonra üst kata çıkarak Faruki’yi dört bıçak darbesiyle katletti. Amerikan polisi Siyonizm karşıtı Hoca’nın ve ailesinin karşılaştığı felaketi basit hırsızlık olarak açıkladı. İslam dünyası bu açıklamalara elbette inanmadı ve katledilme nedeni hususunda her zaman kuşku taşıdı.
Bilginin İslamileştirilmesi
İslam dünyasının en büyük problem alanlarından birisi hiç şüphesiz bilgi felsefesidir, doğru bilgiye ulaşma yöntemidir. Müslüman düşüncenin yeniden ihyasının peşinde koşan Faruki’ye göre, iki farklı eğitim ve dünya görüşü arasında bunalıma düşmüş olan Müslüman camiayı kuyudan çıkarmanın yolu mevcut eğitim sistemini yeniden düzenleyerek çift başlılığı sonlandırmaktan geçmektedir. Çünkü geleneksel İslami ilimler ile Batı’dan olduğu gibi ithal edilen ilimler hem eğitimde hem de zihin dünyasında çatışmaya neden olmaktadır. Dolayısıyla ikisi uzlaştırılarak yeni bir yol bulunması gerekmektedir.
İslam toplumlarını yeniden ayağa kaldırmanın yolunun, Batı’nın ilim ve teknolojisinin olduğu gibi aktarılmasından geçtiğini söyleyenler esasında Batı bilgi sisteminin İslam’ınkiyle çatıştığı gerçeğini ihmal etmişlerdir. Oysa Müslüman ülkelerdeki üniversitelerde okuyan gençler bu çatışmayı birinci derecede yaşamakta ve bu durum onlarda zihin karışıklığına sebep olmaktadır. Üstelik bazı yerlerde ders müfredatı İslami ve Batılı diye tamamen ikiye ayrılmış durumdadır. Böyle olunca da İslami bölümün ders müfredatı tamamen günümüzden kopuk bir içeriğe indirgenmiş, hayatın gerçekliğinden uzak olan mezunları diğerleriyle rekabet edemez duruma gelmiştir. Modern okullarda da gelenek ile bağ koparılmış sanki farklı bir coğrafyanın kültür ve geleneğine göre eğitim verilerek gençler yurtlarına yabancılaştırılmıştır. Dolayısıyla ortada kaldırılması elzem olan hayati bir sorun bulunmaktadır.
Faruki’ye göre yapılması gereken şey, batıdan alınan sosyal bilimlere dair bilginin İslam dünyasına mal edilerek aktarılmasıdır. Bunu yoğurarak, kendine benzeterek, kendi sistematiği içinde bir yere oturtarak almak ile olduğu gibi İslam coğrafyasının içine boca etmek arasında büyük fark vardır. Kaldı ki vahiy ile akıl arasında bir çelişki söz konusu değildir. Bu nedenle endişe edecek bir durum da yoktur. Görüldüğü üzere Faruki, Batı’nın kazanımlarından kendi değerlerimiz içinde yararlanmamızın yolunu göstermektedir. Bu da İslam ümmetinin kendi kimliğini muhafaza etmesinin en temel yollarından biridir. Fen bilimlerine gelince bunların sonuçları kesindir ve coğrafyalar arasında farklılık arz etmez.
Faruki Hoca, üzerine eğildiği bilginin İslamileştirilmesi hususu için beş şart koşar: 1. Modern disiplinleri iyice öğrenmek. 2. İslami kültür mirasına iyice nüfuz etmek. 3. Modern bilginin her alanıyla İslam arasında özel bir uygunluk ve uzlaşma sağlamak. 4. İslami kültür mirasıyla modern bilgi arasında verimli bir terkip için metotlar geliştirmek. 5. İslam düşüncesini, ilahi modeli icra edecek ve ona işlerlik kazandıracak bir yörüngeye oturtmak. Bu beş maddeyi şu şekilde özetlemek mümkündür: İslam ülkelerinde gençler ile kültürel miras arasındaki kopukluğu gidermek, onların zihin yapılarını bizim değerlerimize göre kurmak ve Batı’da gelişen bilimlerin yerine geçecek beşerî ve sosyal bilimleri geliştirmek. Bunların ardından Batı’dan yararlanmak.
Dinî bilgiyi her alana yaymak
Faruki Hoca bilgiyi İslamileştirme yanında atılacak pratik adım olarak şunu önerir: İlahiyat eğitimi Batı’daki Şarkiyat bölümlerinin kopyasıdır ve İslam bir fakülteye sıkıştırılmıştır. Oysa yüce İslam sosyal, ekonomik, siyasi vb. hayatın her alanına hitap eden bir dindir. Laboratuvarda, tiyatroda, fabrikada, cephede velhasıl her yerde İslam’ı ilgilendirmeyen hiçbir konu yoktur. Bunu derken İslami ilimlerde elbette ihtisaslaşma gereklidir ancak İslami bilgiler bütün fakültelerin öğrencilerine verilmelidir. Herkesin İslami eğitimi gerektiği gibi alması zorunludur. Sonuç olarak insanın ortaya koyacağı her türdeki eyleminin keza her tür disiplinin belirleyici ilk ilkesi İslam olmalıdır.
Yenilenmeyi gerekli gören İsmail Hoca, İslam’ı yanlış yorumlamaktan kaynaklı kendi yüklerimizden de kurtulmamız gerektiğini söyler. Yaşadığımız dünyayı öteleyen ve kamu işlerinden uzak durmayı benimseyen yaklaşımın yanlışlığını dile getirir. Çünkü bu tutum, Müslümanların geleceklerini kendi ellerine almalarını engellemiş ve onları uyuşukluğa sevk etmiştir. Oysa tabiat Allah’ın bir lütfudur. Bu nedenle dünya inkâr edilmemeli ve onunla savaşılmamalıdır. Zira dünya masum ve iyidir, insanın kullanımı için yaratılmıştır. Önemli olan onun ahlaksızca kullanılmasıyla mücadele etmektir. Faruki’nin Müslüman tanımı tüm meramını özetlemektedir: “İçtenlikle şehadet getirip İslam toplumuna katıldıktan sonra hayatı boyunca doğruluk peşinde olan insan.” Buna göre ruh, yaratıcıyı tespit edip iman etmek, beden de ilahi iradenin taşıyıcısı olmak durumundadır.
Yenilenme ihtiyacımız
Faruki, tevhidi İslam’ın temel ilkesi olarak kabul eder. Bu inanç hem bilginin hem de hayatın temel esasıdır. Ahlak, sosyal, tarih, ekonomik sistem yanında estetik de bu ilkeden hareketle yorumlanmalıdır. Dolayısıyla tevhid, Müslümanlığın temel dünya görüşüdür ve İslam medeniyetinin belirleyici ve ayırt edici vasfıdır. Bu aynı zamanda tüm Müslümanların tarih boyunca sahip oldukları en temel ve ortak değerdir.
Bu temel esas yanında İslam beşikten mezara insan hayatının her alanını belirleyen kurallar koymuştur. İbadetlerden sözleşmelere, ahlaktan ticaret hukukuna, idare hukukundan uluslararası hukuka kadar yaşamın her alanını düzenlemiştir. Faruki, toplumsal sistemi düzenleyen kuralların zaman ve mekâna göre değişebileceğini, İslam hukukunun dinamik yapısının da bunu gerektirdiğini belirtir. Zaten ihtiyaç duyulan temel esaslar İslam tarafından belirlenmiş, Müslümanlar da hukukun zamana uyumunu sağlamak adına fıkıh usulünü ortaya koymuş, bunun tatbiki sonucunda diğer katkı sağlayan unsurlarla birlikte İslam medeniyeti ortaya çıkmıştır.
İslam hukuku Müslümanların kalplerine ve eylemlerine işlemiş ve de onları bu birliktelikle birbirlerine bağlamış, disipline etmiştir. Ancak Müslümanlar kendileri için hayati önemi olan bu mekanizmayı belli bir dönemden sonra donuklaştırmıştır. Yenilenme ve içtihat etme terk edilmiş, geçmişin aynen korunmasıyla dinin ayakta kalacağı farz edilmiştir. Oysa her dönem insanı kendi sorumluluğunu yerine getirmek ve yaşadığı çağa uygun bir yorum ortaya koymak, İslam hukukunu geliştirmek mecburiyetindedir. Faruki bu yaklaşımıyla, müminlerin fıkhı zamanımıza taşımaya çalışmalarını ve günümüz Müslümanlarına yaşanabilir bir din sunmalarını hedeflemiştir. Böylece bilgiyi İslamileştirirken kendi bilgimizi de güncellememiz gerektiğini göstermiştir.
Irkçılık sorunumuz
İsmail Hoca Mısır’da kaldığı dönemde ülke Arap milliyetçiliği akımının merkezi konumundaydı. Bu çizgi ümmetçi olarak tanımlayabileceğimiz evrensel düşünce ile bir çatışma içerisindeydi. Faruki bu sorunun tüm İslam dünyasının en temel meselelerinden biri olduğunu görerek hayatı boyunca bu hususta zihin yormuş ve tüm müminler tarafından kabul edilebilecek bir bakış açısı ortaya koymuştur. Buna göre, insan bir kavme ait olabilir. Bu tabii bir durumdur. İslam da zaten insanın kökenini reddetmemiştir. Ancak tehlikeli olan, bunu ırkçılığa dönüştürerek kendisiyle aynı kökenden gelmeyenleri dışlamaktır. Bu ise Kur’an ile Hz. Peygamber’in şiddetle karşı olduğu bir durumdur. Dolayısıyla bir cahiliye geleneği olan bu saplantıdan Müslümanları kurtarmak gerekir. Bu yapılabildiği zaman sınırların ötesindeki Müslümanlarla kardeşlik hukukunu gerçekleştirmek ve dayanışmak mümkün olabilir.
Eserleri
İsmail Hoca, Batı medeniyeti ve felsefesi, Hristiyan teolojisi, karşılaştırmalı dinler tarihi hususunda iyi bir birikime sahip olduğundan iki dünyayı zihin dünyasında çok güzel işlemişti. Ayrıca yoğunlaşmış olduğu İslam, İslam’ın ilkeleri, metafizik, bilgi teorisi ve ahlak konularında Müslümanlara rehberlik yapacak düzeyde idi.
Kazandığı büyük birikim sayesinde çalışmalarında ve konferanslarında İslam’ın diğer dinlere olan üstünlüğünü, özellikle Hristiyanlığın insanın özgürlüğünü kısıtlamasını, İslam’ın ise tüm dünya efendilerine karşı insanın hürriyetini savunmasını modern ve akılcı ilmî tenkit yoluyla ortaya koydu. Yöneltilen sorulara cevaplar verdi ve Hz. İsa’nın bıraktığı dinin nasıl dejenere edildiğini ele alarak İslam’a büyük bir hizmet gerçekleştirdi. Onun bu emeğinin Amerika’da ortaya konmuş olmasının önemi izahtan varestedir. Sonuçları ise başta Batı olmak üzere tüm dünyada görülmüştür. Çalışmalarından bir kısmı şunlardır:
1.İslam
2.İslam ve Kültür
3.İslam ve İsrail Problemi
4.Bilginin İslamileştirilmesi
5.Tevhid: Düşünce ve Hayata Etkileri
6.İslam Kültür Atlası: Mühtedi eşi Lois Lamyâ ile birlikte yazmıştır. Kitap matbaa sürecindeyken ikisi de şehid edildiğinden kitaba yazılan önsözde eserin annesiz babasız doğduğu belirtilmiştir.