KADER BİLİNEBİLİR Mİ?
Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Kafama takılan insanın kaderini bilememesi herkes için mi geçerli?
Bu konuda yaratılmışlar arasında bir farklılık yoktur. Melek ve peygamber dahi olsa bir kimsenin kaderi bilmesi imkân dâhilinde değildir. Nitekim Hz. Âdem’in yaratılışı esnasında onunla ilgili bazı şeyleri soran melekler, Allah’ın kendilerini sınaması karşısında, “Allah’ım sen her noksanlıktan münezzehsin. Biz ancak senin bize bildirdiğini bilebiliriz.” (Bakara, 2/32.) itirafında bulunmuşlardır. Peygamber Efendimiz de Allah’ın bildirmesiyle ashabı içinde bulunan münafıklardan haberdar olabilmiştir. Bütün bunlar gösteriyor ki gelecek anlamında kaderin bilinmesi imkânını Yüce Allah hiç kimseye tanımamıştır.
Bunun dinî dayanağı nedir?
Bunun dayanağı Kur’an’daki bilgilerdir. Ayette, “Allah, pisi temizden ayırıncaya kadar müminleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir. Allah size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir). O halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız sizin için büyük bir mükafat vardır.” (Âl-i İmran, 3/179.) buyrulmuş ve gayb bilgisinin kimseye verilmediği açıkça belirtilmiştir. Peygamberlere verilen gayb bilgisi de Allah’ın iradesine bağlanmıştır. Yani bir peygamberin kendiliğinden gaybı bilmesi söz konusu değildir. İnsanın kaderi de gayb bilgisine dâhildir.
Hz. Peygamber’in bu konudaki tutumu nasıl olmuştur?
Az önce verdiğimiz ayet, “bir kişinin gelecekte cennetlik mi cehennemlik mi olduğunu” müşriklerin sorması üzerine inmiştir. Peygamberimiz soruya doğrudan cevap vermemiş, Yüce Allah, cevap olarak bunu kimsenin bilemeyeceğini ancak kendisinin peygamberine bildirmesiyle bilineceğini haber vermiştir. (Ebü’l-Leys, Tefsir, I, 318-319.) Ayrıca ayette insanın imtihan olgusuna işaret vardır. İyi ile kötülerin birbirinden ayırt edilmesi, insana verilen sorumluluğun yerine getirilmesi sonucudur. Yüce Allah insana bir irade vermiş, onu özgür kılmış ve ona bazı sorumluluklar yüklemiştir. Bununla O, iradesini kullananla kullanmayan yani inananla inanmayanı ayırt etmek istemiştir.
İnsanlar neden kaderi bilmeyi arzu ediyorlar?
İnsanların kaderi bilme arzusu sınavlarda çıkacak soruları bilme arzusuna benzer. Nasıl ki sınavlarda öğretmenlere soruların gizliliği noktasından bir itiraz yöneltilemiyorsa geleceği gizlemesi veya bildiği hâlde bilgi vermemesi konusunda da Allah’a yönelik bir itiraz ileri sürülemez. Çünkü böylesi bir itiraz, sınavın özüne ve amacına aykırıdır. Yüce Allah hiçbir kuluna zulmetmeyeceğini açıkça zikretmiştir.
Peki, insan bilmediği bir konuda nasıl başarılı olacak?
Yüce Allah, indirdiği kitap ve gönderdiği peygamber vasıtasıyla bütün bunları kullarına ayrımsız bildirmiştir. Ayrıca onlara çeşitli imkânlar vermiş, şartlar oluşturmuş ve imtihandan başarıyla çıkmalarını istemiştir. Üstelik imtihanı kaç kişinin kazanacağı hususunda bir sınır koymamış, kontenjan belirlememiştir. Hatta bütün kullarının imtihanı kazanmaları için Kur’an’da “tevfîk” olarak geçen ilahi desteği isteyen herkese sunmuştur. Bütün bunları göz ardı eden modern insanın, kafasında tasarladığı bir ilah kalıbı içine Allah’ı yerleştirmeye kalkışması, yaratıcı ile insanın yerlerini karıştırması anlamına gelir. Böylesi bir tavır, imtihanda soru sorulmasına karşı çıkmak, sınav şartlarını reddetmek ve soruları öğrencilerin hazırlamasını talep etmeye benzer. Bu nasıl doğru bulunmuyorsa Allah’tan bunu istemek de doğru değildir.
İnsanın kaderini bilmesinin engelleri nelerdir?
İnsanın sınırları, şartlar ve imkânlardır. Zaten insanın fiilleri bu zeminde gerçekleşir. Şartlar birtakım kolaylıklar sağlarken aynı zamanda insan için kısıtlayıcı işlev görür. İnsanın sahip olduğu imkânların sınırlı olduğu ise herkesin malumudur. Bu şartlar ve imkânlar da bir mekân içinde bulunur. Nitekim biz kendimizi bir mekân içinde konumlu olarak bilir ve tanımlarız. Sürekli nerede, nasıl ve hangi konumda bulunduğumuz; kiminle ve neyle birlikte olduğumuz bilinci içindeyizdir. Bu durumda mekân bizi ve hareketlerimizi belirleyen ve sınırlayan, her girişimimizi ona göre belirlediğimiz bir kalıp olmaktadır. Eğer içinde bulunduğumuz mekânın şartlarını, boyutlarını ve durumunu göz ardı edersek girişimlerimizin başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmazdır. Mekân değişikliği yapmaya karar versek bile yine kalkış noktamız bulunduğumuz mekân olacaktır, yeni mekân da yeni şartlar ve kısıtlamalar getirecektir.
Aynı durum zaman için de geçerli mi?
Evet. Nitekim biz varlığı zaman içinde algılarız. Bu, bize zaman içinde bulunduğumuz tasavvur ve bilincini verir. Yine bu bilinçle aşkın varlık olan Allah için zaman ve mekânın bulunmadığı fikrine ulaşırız. Her ne kadar zamanı geçmiş, şimdi ve gelecek şeklinde ayrımlara tabi tutsak da aslında bilincimiz zamanı bir bütün olarak algılar ve karar verirken geçmiş ve gelecek âdeta bir “şimdi”ye dönüşür. Geçmişin tecrübesi, geleceğin kaygılarıyla birleşerek şimdiki zamanda karar ve eylem gerçekleştiririz. Gelecek zaman aslında tümüyle belirsizdir. Geçmiş zamanın tecrübesi ve şimdiki zamanın imkânlarıyla geleceğe yönelik planlama yapabilmekteyiz. Planlama yaparken de şimdiki zamanın dar ve kısıtlı bir anında bulunduğumuzdan dolayı, olacak olanı tam olarak bilmemiz zordur. İşte bütün bunlar zamanın bizi nasıl sınırladığını gösterir.
Peki, biz kaderi ne zaman biliriz?
Buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşıldı ki kader, ilahi boyuttaki bilgi ve takdirdir. Dolayısıyla bilinemezdir. Kaderin genelde yaratılmışlar özelde insani boyuta intikali ancak kaderin kazaya dönüşmesiyle gerçekleşir. Kaza, ilahi takdirin belli bir zamanda ve belli bir mekânda olgu ve olay şeklinde Allah tarafından yaratılmasıdır. Böylece olgu veya olay, sabit bir gerçeklik niteliğini kazanır. İnsanın bilme imkânı işte bu gerçekleşmeden itibaren başlar. Çünkü insan ancak zaman ve mekân içinde meydana gelen sabit gerçeklikleri bilebilir ve kavrayabilir.