Makale

MÜSTESNA

MÜSTESNA

Mehmet AYCI

Müstesnanın özelliği vardı. Seçkinliği vardı. Sıradan olmayan ve sıraya girmeyen bir duruşu vardı. Nereye gitse, hangi cümleye girse oraya değer taşırdı; oradan değer taşırdı. Müstesnayı birkaç kelime bir araya gelip gündelik dilin kapılarından kovdular. Müstesna sözlüklere, sözün kıymetini bilen “eskilerin” hafızalarına yerleşti. Orada ağır, ağır başlı, kendinden emin duruyor: Kendi de yeri de müstesna.
O “başka kelimelerin” hakkını yemeyelim, onların da dilimizde, gönlümüzde “müstesna” yerleri var. Olan, müstesnaya oldu.
Her alanda iyi olanı müstesna ile tarif ve tavsif ederdik.
Her alanda yetkin olana, seçkin olana, özel olana müstesna derdik.
Özellikle mevzunun ve mevziin dışında tuttuklarımıza da “müstesna” sıfatını layık görürdük.
Müstesna her işe karışmazdı zaten. Kalabalıkları, sıradanlıkları sevmez, adınca ve ağırlığınca kadir kıymet bilenlerin ziyaret ettiği anlamdan inşa edilmiş bir köşkte otururdu.
O köşk yıkıldı.
Yıkıntılarından alınan çağrışımlar başka kelimelerin anlam yapılarında kullanıldı.
Müstesna, müstesna olduğu için alınmadı; gönül koymadı.
Kendi, değer bildiğinden değerinin bilinmesi için hiçbir gayrete düşmedi; çaba göstermedi.
Hem, kim değer biçebilir müstesnaya.
Ne güzel söylemiş Fuzuli:
“Öyle müstesna güzelsin kim sana yoktur bedel”
Müstesna da müstesna güzellerden.