Makale

CAHİLİYE KARANLIĞINA DOĞAN İSLAM GÜNEŞİ

CAHİLİYE KARANLIĞINA DOĞAN
İSLAM GÜNEŞİ

Atıf AKŞİT
Nevşehir Kozaklı Müftüsü

Peygamber Efendimiz’in gönderildiği putperest toplumun yaşadığı dönem Cahiliye çağı olarak anılır. Cahiliye bilgisizlik, cehalet, kabalık, zorbalık, zulüm, barbarlık, taassup, merhametsizlik, akılsızlık, kin, intikam, medeniyetsizlik anlamındadır. Cahiliye toplumu, sosyal hayatta zorbalık, zulüm, şiddet, içki, kumar ve iffetsizliğin yaygın olduğu toplumdur. Hukukta adaletsizlik, eğitim ve öğretimde cehalet, yönetimde kabile asabiyeti ve ataları körü körüne taklit... Yüce kitabımız Kur’an, bu hususu şöyle beyan ediyor: “Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ denildiğinde, ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!’ derler. Peki, ama ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?” (Bakara, 2/170.)
Kur’an’ın “hamiyyetü’l-cahiliyye” diyerek tabir ettiği kabilecilik veya asabiyetçiliği, Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Haksız da olsa kendi kabilene arka çıkmandır.” (Ebu Davud, Edeb, 112.) diye açıklamış ve şu uyarılarda bulunmuştur: “Ey insanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir.” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 49.)
Cahiliye devrinde kız çocukları ve kadınların durumu içler acısıydı. İslam’dan önce kadın, her türlü haktan mahrum ediliyor; mirasın, erkeğin hakkı olduğu düşünülüyordu. Nikâh ve evlilik olmaksızın yapılan beraberlikler, nikâh-ı şigâr yani mehirsiz olarak iki kadını karşılıklı değişmek şeklindeki evlilik, muta nikâhı denilen belli bir süreliğine nikâhlanmak da yaygındı. Biri vefat ettiği zaman, onun varisleri kalan zevcisini de miras olarak alırlardı. Bu uygulama da İslam’ın şiddetle haram kıldığı üvey anne ile evlenmeye sebep olurdu. Nitekim Kur’an, Cahiliyenin bu tür uygulamalarını da kesin olarak yasakladı: “Ey inananlar, kadınları miras yoluyla zorla almanız size helal değildir...” (Nisa, 4/19.)
Cahiliye karanlığını en çarpıcı şekilde resmeden olay ise bir babanın kendi kızını diri diri toprağa gömmesiydi. Cahiliye döneminde kişinin kız çocuk sahibi oluşu onun için bir utanç sebebiydi. Zira, insanlar kız çocuk sahibi olduğunda öfkelenir, yüzü kapkara kesilirdi. Kur’an bu acımasız âdeti de sona erdirmiştir. Hz. Peygamber, kız babalarını müjdelemiş, bu Cahiliye uygulamasıyla da mücadele etmiştir. Günümüz modern toplumunda dahi kız çocuklarının hâlâ yerildiğine; zaman zaman erkek çocuklara gösterilen ilgi ve sevginin, onlara sağlanan olanak ve maddi şartların kız çocuklarından esirgendiğine (üzülerek ve hayretle) şahit oluyoruz.
Cahiliye dönemini anlatan Kur’an tabirlerinden biri de “Teberrüce’l-Cahiliyye”dir. Yüce Allah (c.c.) inanan müminlere bu hususta şu uyarıda bulunuyor: “… Daha önce Cahiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın…” (Ahzab, 33/33.) Yani Cahiliye âdetinde kadınların açılıp saçılmaları, hayâ ve edepten yoksun giyinmelerini ifade eder.
Cahiliye döneminin diğer bir ilkel ve acımasız geleneği kan davalarıdır. O dönemde suçun bireyselliği ilkesine pek riayet edilmez, ferde karşı işlenen suç kabileye karşı işlenmiş sayılır ve bu nedenle kabileler uzun süre birbirleriyle savaşır, yıllarca kan davası güderlerdi. Kan davası, asabiyetin en önemli koruyucusuydu. Her kabilenin birbiriyle nesiller boyu süren kan davasına dayalı husumetleri vardı. İnsan onurunun, canının önemini vurgulayan ve muhafaza eden İslamiyet’in kaldırdığı uygulamalardan biri de buydu. Nitekim Allah Resulü (s.a.s.), Cahiliyeden kalma bütün kan davalarını bitirdiğini şöyle buyurdu: “Bilesiniz ki Cahiliye devrinin bütün kan davaları kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmuttalib’in oğlu Hâris’in kan davasıdır...” (Ebu Davud, Büyu‘, 5.)
Cahiliye toplumu, her konuda olduğu gibi cezaları tatbik konusunda da hür köle, zengin fakir, kadın erkek arasında ayrımcılık yapıyordu. Sevgili Peygamberimiz, insanların asalet, soy, zenginlik gibi durumları dolayısıyla ayrıcalıklı muameleye tabi tutulmalarını, zayıf ve kimsesiz kişilerin ezilmesini, cezaların yalnız güçsüzler için geçerli olmasını asla kabullenmemiş, her zaman hakkaniyet ve adalet prensipleriyle hareket ederek hüküm vermiştir. Nitekim bir defasında güçlü bir kabileye mensup olan ve hırsızlık yapan bir kadın hakkında imtiyazlı hüküm vermesinin kendisinden istenilmesi üzerine şu uyarıyı yapmıştır: “Sizden önceki toplumlar şundan dolayı helak oldular; toplumun ileri gelenlerinden biri hırsızlık yaptığında onu cezalandırmayıp affederlerdi. Ancak kimsesiz biri aynı suçu işlediğinde onu cezalandırırlardı. Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki hırsızlık yapan Muhammed’in kızı Fatıma da olsa elini keserdim!” (Buhari, Hudud, 12.)
Cahiliye toplumunda ticari ahlakın da bozulduğunu görüyoruz. Şehre mal getiren ticaret kervanları yolda karşılanır, mallar ucuza alınır ve böylece art niyetli kişilere karaborsacılık yapma imkânı doğardı. Neceş uygulamasıyla yani alıcısı olmadığı hâlde satıcı ile müşteri arasına girerek malın fiyatını yükseltirlerdi. Faiz ve tefecilik yaygındı. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bu uygulamayı da kaldırarak haklı ve helal kazancın yollarını açmıştı: “Bilesiniz ki Cahiliye faizlerinden olan tüm faizler kaldırılmıştır. Anaparalarınız ise sizindir. Haksızlık etmeyecek ve haksızlık da görmeyeceksiniz.” (Ebu Davud, Büyu‘, 5.)
Putperest müşrik Araplar putlara kurban keser, adaklar adar ve onlara süt ve yağ hediye ederlerdi. Oysa kurban dâhil her türlü ibadet sadece Allah’a ve O’nun rızası için yapılmalıdır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Kur’an’ın mesajı nettir: “Ey Muhammed! De ki: ‘Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.’” (En’am, 6/162.) Cahiliye çağında az da olsa putlara tapmayan, tevhid inancına müntesip akl-ı selim sahibi kişilere de rastlanılmaktadır. Onlardan biri olan Hanif Zeyd b. Amr b. Nüfeyl putlar için kurban kesenlere, bu yaptıklarının yanlışlığını söylüyordu. Cahiliye toplumu müşrik olarak puta tapmalarının yanında meleklere Allah’ın kızları olarak inanırlar, ahireti inkâr ederlerdi. İslam dini, Cahiliye insanının zan ve kuruntularından ibaret olan ve hayatı çekilmez kılan eşyayı uğursuz sayma veya bunları kötüye yorma inançlarının da aslının olmadığını vurgulamıştır.
Hz. Cafer b. Ebu Talib (r.a.), Habeşistan Kralı Necaşi’ye sığındıklarında, eski Cahiliye hâllerini ve Peygamber Efendimiz’in davetini veciz bir şekilde şöyle anlatıyor: “Ey Hükümdar! Biz cahiliye toplumuyduk; putlara tapar, ölü hayvan eti yer, çirkin işler yapardık. Akraba ilişkilerine değer vermez, etrafımızdakilere kötülük ederdik. Güçlülerimiz zayıflarımızı yok ederdi. İşte biz bu hâlde iken Allah bize içimizden soyunu, doğruluğunu, güvenirliğini ve iffetini iyi bildiğimiz bir resul gönderdi. Bu peygamber bizi Allah’a, tevhid inancına ve O’na ibadet etmeye davet etti. Bizim ve atalarımızın, Allah’ın dışında tapmış olduğumuz taşlardan ve putlardan kurtulmamızı öğütledi. Doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, akraba ile iyi ilişkiler kurmayı, komşulara iyi muamelede bulunmayı, haram yemeye ve kan dökmeye son vermeyi emretti. Aynı şekilde çirkinlikleri, yalan sözü, yetim malı yemeyi, namuslu kadına iftira etmeyi de yasakladı. Sadece tek olan Allah’a ibadet etmeyi ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmamamızı emretti. Namazı, zekâtı ve orucu da bize emretti.” İslam güneşinin çağlar aşarak bütün dünyaya yayılacak olan, bugün dahi tek kurtuluş reçetesi olarak insanlığın önüne koymamız gereken bu nebevi ilkeler karşısında etkilenen Necaşi, şehadet ederim ki, o zat hak peygamberdir, diyerek Müslümanları Kureyşli müşriklere vermeyip himayeye devam etmiştir.
Hak Teâlâ (c.c.), imanımızı kâmil, amellerimizi salih, ahlakımızı güzel ve biz inananları her türlü cehaletten muhafaza eylesin.