Makale

ŞAHSİYET İNŞASINDA DİNÎ DEĞERLERİN ROLÜ

ŞAHSİYET İNŞASINDA DİNÎ DEĞERLERİN ROLÜ

Döndü DEMİRCİ
İstanbul Sultanbeyli Vaizi

İlk insan ve ilk peygamber Hz Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar Allah vahiy yoluyla insanoğluna doğru yolu göstermiştir. Toplum hayatında iyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkinin ne olduğu salt insan aklına ve tecrübesine bırakılmamış, bu konuda Allah kitaplar indirerek ve peygamberler göndererek insanların doğru yola ulaşmasını kolaylaştırmıştır.
İnsan toplumsal bir varlıktır. İnancı, değerleri, kültür ve gelenekleri olan bir topluluk içinde yetişmiş, kimliğini ve kişiliğini başta ailesi olmak üzere yakın ve uzak çevresinde edindiği rol-modeller ve değer yargıları sayesinde oluşturur. Bununla birlikte insanın kendi akli muhakemesi ve özgür iradesi söz konusudur. Yani insan içinde yaşadığı toplumdan beslenmekle birlikte zaman zaman onu eleştirmekten, yanlışlarını ortaya koymaktan geri durmaz, toplum onu şekillendirirken o da toplumu şekillendirir ve yön verir.
Allah tarafından gönderilmiş olan dinler zaman içerisinde tahrifata uğramış, inanç ilkelerindeki bozulma ve sapmalar zamanla amel ve ahlak boyutuna yansımış ve sonunda toplum hayatı felce uğramıştır. Nihayetinde Allah (c.c.) son Peygamber’i göndermek suretiyle insanların yolunu açmış, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmış ve onlara olan nimetini tamamlamıştır. Böyle olmasına rağmen bu dinin ilk muhatapları olan Cahiliye toplumu, eski inanç ve geleneklerine devam etmekte direndiler, belli bir süreye kadar kalp ve zihinlerini İslam’a açmadılar. Bunun en önemli sebebi ise atalarından gördükleri ve tevarüs ettikleri düşünce biçimi ve hayat tarzı idi. Bu, toplumun insanı nasıl şekillendirdiğinin tipik bir örneğidir. Ancak aynı toplum içerisinde Hz. Peygamber’in tebliğine karşılık verenlerin olması ve Müslümanların sayısının giderek artması, o toplumdaki yaşantının bazılarını rahatsız ettiği, bu sebeple bir sorgulama ve arayış içerisinde olduklarının da bir göstergesidir. Yani insan, aklı ve vicdanı gereği toplumda hâkim olan yanlış inanç ve ahlaki yaşantının gidişatını fark etmekte ve buna boyun eğmemek için eylem ve aksiyonda bulunmaktadır. Hz. Peygamber de nübüvvet öncesi Cahiliye toplumundaki dinî ve ahlaki yaşantıdan rahatsız olmuş ve bir dönem insanlardan uzaklaşarak inzivaya çekilmiş, varoluş, yaratılış ve yaratılışın amacının ne olduğu konusunda derin tefekkürde bulunmuştur.
Peygamberler ve şahsiyet inşası
İnsan fıtraten iyilik ve kötülüğe elverişli olarak yaratılmıştır. (Şems, 91/8.) Yani hem iyilik hem de kötülük yapma potansiyeli insanda mevcuttur. İşte insan almış olduğu eğitim ve terbiye neticesinde bu iki potansiyelden birini gerçekleştirir. Yani özgür iradesi ve tercihiyle ya iyilik ya da kötülük yolunu seçer. İyilerin çoğunlukta olduğu bir toplumda doğruluk, adalet, barış ve huzur ortamı oluşurken kötülerin hâkim olduğu bir toplumda da zulüm, fesat, kaos ve savaş ortamı oluşur.
Allah tarafından gönderilen bütün peygamberler iman merkezli ve ahlaklı bir toplum inşa etmek üzere görevlendirilmişlerdir. Peygamberimiz Hz Muhammed de (s.a.s.) tüm insanlığa gönderilmiş olan son peygamber ve güzel ahlakın tamamlayıcısıdır. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 68/4.) Hz. Peygamber de: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”(İbn Hanbel, II, 381.); “Benim ve benden önceki peygamberlerin durumu, bir ev inşa eden kimseye benzer. O kimse evi güzelce yapıp mükemmel hâle getirmiş fakat bir köşede sadece bir tuğla yeri boş kalmıştır. İnsanlar bu evi dolaşırlar, ona hayran olurlar ve şöyle derler: ‘Keşke şu tuğla da yerine konulmuş olsaydı.’ İşte ben, o (yeri boş bırakılan) tuğlayım, ben peygamberlerin sonuncusuyum.” (Buhari, Menakıb, 18.) buyurmuştur.
İslam, şahsiyet inşasına imanla başlar. İmanın özünde inanmak, güvenmek, tasdik etmek vardır. İman kalbe yerleşince artık amel ve ahlak bunun üzerine inşa edilir. Nitekim putperest bir topluluğa gönderilmiş olan Hz. Peygamber, risaletin ilk yıllarında tevhid inancını insanların kalplerine ve zihinlerine nakşetmeye çalışmış, sonrasında Müslümanca bir hayatın nasıl yaşanacağını bizzat kendi örnekliğinde göstermiştir. Bir defasında kendisine gelerek: Bana İslam’la ilgili öyle bir şey söyle ki senden sonra kimseye başka bir soru sorma ihtiyacım olmasın, diyen bir kimseye Allah Resulü: “Allah’a inandım de ve dosdoğru ol!” (Müslim, İman, 62.) buyurmuştur. “Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz.” (İbn Hanbel, Müsned, II, 349.) buyurarak insanları yalan, iftira, gıybet, kötü söz gibi çirkin ahlaktan sakındırmış ve müminleri basiret ve ferasetle hareket etmeye yöneltmiştir.
İhlas ve samimiyet, Müslüman şahsiyetinin inşasında önemli bir yere sahiptir. Çünkü insan inancında ve ibadetlerinde samimi ve muhlis değilse bu, onun ameline yansır ve neticede inandığı gibi yaşamamış olur. “Din nasihattir (samimiyettir).” (Buhari, İman, 42.) buyurur Allah Resulü. İbadeti sadece Allah rızası için yapmak, birbirini Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek, Allah için birbirine yardım etmek, Allah için kâfirlere karşı mümin kardeşinin yanında olmak hep ihlasın ve ihsanın neticesidir.
Karakter ve şahsiyet gelişiminde ibadetlerin ve güzel alışkanlıkların önemli bir yere sahip olduğu yadsınamaz. Zira ibadetler insanın manevi gelişim ve inkişafına katkı sağlar, dünyevi arzularla mücadele etme konusunda onu denetler, iyilik hâlinin kalıcı olması ve güzel ahlakın yerleşmesinde yardımcı olur ve onu mutedil bir insan hâline getirir. Nitekim amellerin en faziletlisinin hangisi olduğu sorulduğunda Efendimiz, “Az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhari, İman, 32.), başka bir seferinde, “Vaktinde kılınan namazdır.” (Buhari, Mevakıtı’s-Salat, 5), buyurmuştur. Zira Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 29/45.) buyrulur. Oruç kalkandır, sabretmeyi ve iradeye hâkim olmayı öğretir. Zekât ve sadaka malı ve nefsi temizler. İyilikler yaptıkça çoğalır, başka iyiliklere ve hayırda yarışmaya insanı sevk eder. İyilerin ve iyiliklerin arttığı bir toplumda da mutluluk, barış, huzur ve sekinet hâsıl olur.
Şahsiyet inşasında
Hz. Peygamber’in metodu
Hz. Muhammed (s.a.s.), insanlığa gönderilmiş olan son peygamber olup getirmiş olduğu mesajlar da tüm insanlığı kuşatıcı ve evrensel niteliktedir. Adaleti, cömertliği, merhameti ve nezaketiyle insanların kalbini kazanmış olan Hz. Peygamber, Kur’an’ın ifadesiyle üsve-i hasene yani en güzel örnektir. Hem peygamberlik öncesi hem de sonrasında erdemli bir hayat süren efendimiz el-Emin vasfıyla tanınıyordu. Yakın çevresini İslam’a davet için çıktığı Safa tepesinde, “Şu vadinin arkasında size saldırmak isteyen bir düşman ordusunun olduğunu söylesem bana inanır mısınız?” diye sorduğunda, orada bulunanlar, “Evet, inanırız. Çünkü biz senin yalan söylediğine hiç şahit olmadık.” (Müslim, İman, 355.) dediler. Müslüman olsun olmasın insanların kıymetli eşyalarını kendisine emanet ederek ahde vefa gösteren, mazlumun yanında olan, akrabasını koruyup kollayan, güvenilir bir peygamber.
İnsan ilişkilerinde saygı, merhamet ve nezaketi esas alan Hz. Peygamber, onlarla olan iletişiminde muhatabın durumunu dikkate alır, toplum içinde insanları rencide etmez, sevdirme ve kolaylaştırma yolunu tercih ederdi. Allah Resulü’nün insanlara olan şefkat ve merhametini Cenab-ı Allah şu şekilde dile getirmiştir: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi…” (Âl-i İmran, 3/159.)
Hz. Peygamber sadece insanlara değil, tüm mahlûkata rahmet nazarıyla bakardı. Bir defasında Medineli Müslümanlardan birinin bahçesine giren Efendimiz (s.a.s.) orada bulunan bir devenin inlediğini ve gözlerinden yaşlar akıttığını görünce oradakilere devenin sahibini sormuş ve ensardan bir genç, devenin sahibi olduğunu söyleyince: “Allah’ın sana verdiği bu deve hakkında Allah’tan korkmuyor musun? Deve bana şikâyette bulundu. Senin kendisini aç bıraktığını, fazla çalıştırarak yorduğunu şikâyet etti.” (Ebu Davud, Cihad, 44; Hadislerle İslam, C.3, S. 92.) buyurarak o genci ikaz etmiş ve nasıl davranması gerektiği hususunda ona nasihatte bulunmuştu.
İslam’ın ilk muhatapları olan sahabe, Hz. Peygamber’in terbiye ve gözetiminde yetişmiş olan Müslüman şahsiyetin ilk örnekleri, rol modelleridir. Tek tek her sahabi ile ilgilenen, akıl ve seciyelerine göre onlara hitap eden, onları âdeta nakış nakış işleyen Hz. Peygamber örnek bir nesil yetiştirmiş ve onlardan asr-ı saadet adı verilen bir topluluk inşa etmiştir. Şeref ve değer bakımından kadın erkek, yaşlı genç, hür köle demeden tüm insanların saygıya değer bir varlık olduğu; insana yaraşır bir hayat yaşamayı hak ettiği; doğruluk, dürüstlük, adalet, merhamet, kardeşlik, yardımlaşma ve paylaşmanın esas olduğu; kadının günümüz dâhil hiçbir zamanda sahip olmadığı şeref ve değeri kazandığı numune-i imtisal bir toplum...
İnsanlar arasından çıkarılmış mutedil ve örnek bir toplum olan Muhammed ümmetine de yakışan Hz. Peygamber’in bıraktığı İslam mirasını en güzel şekilde sahiplenmek, Kur’an ve sünnete tabi olarak yaşamaktır…