Makale

REİSLİĞİN İLK YILLARINDA RAMAZANLAR

REİSLİĞİN İLK YILLARINDA RAMAZANLAR


Dr. Mehmet BULUT
DİB Emekli Başkanlık Müşaviri

Bütün zamanlarda ramazanlar dinî hayatın canlandığı, dinî tezahürlerin yoğunlaştığı kutlu mevsimler oldu. Gelişi beklenen, coşkuyla karşılanan günlerdir ramazanlar… Bu mevsimlerde Müslümanca bir hayat yaşama arzumuz zirve yapar, insani duygularımız kesafet kazanır, bağışlanma ümidimiz artar, kardeşlik duygularımız pekişir, barış ve huzur içinde yaşama cehdimiz ziyadeleşir. İbadet, infak, yardımlaşma, dayanışma… Hepsi vardır bu ayda.
Gölgesi müminlerin üzerine düşen rahmet ve bereket ikliminden azami faydalanabilmek için kendine özel hazırlıklar yapılan bir zaman dilimidir ramazanlar. Farklı coğrafyalarda şu veya bu şekil ve kapsamda yapılagelmiştir bu hazırlıklar. Tarihimizin bir asrı bulan Diyanet İşleri yılları da buna dâhildir. Osmanlı ve Milli Mücadele yıllarında olduğu gibi Diyanet İşleri Reisliğinin de ramazan öncesinden başlayarak bu aya has özel hazırlıklar yaptığına, bir kısım tedbirler aldığına şahit oluyoruz. Savaşlar, yoksulluklar, afetler bile insanımızı bu hazırlıkları yapmaktan, ramazan coşkusunu yaşamaktan alıkoymamıştır. Ben bu yazıda Reisliğin 1950’li yıllara kadar olan döneminde bu kapsamdaki hazırlık ve hizmetlerine değinmek istiyorum.
Basın açıklamaları (ramazan beyannameleri)
Osmanlı döneminde Meşihat makamınca ve Millî Mücadele yıllarında Şer’iye ve Evkaf Vekaletince yapıldığı gibi kuruluşundan itibaren Diyanet İşleri Reisliğince de bir gelenek halinde günün basın organları olan gazete ve dergilere, toplumun olabildiğince geneline hitap eden açıklamalar gönderilerek insanımızı ruhi ve manevi olarak ramazan iklimine hazırlamaya, toplumda dinî hayatı canlandırmaya çalışılmıştı. Muhtevası dönemsel olarak kısmen değişebilen Reisliğin bu rutin hizmeti günümüze kadar devam etti. Gönderilen beyannamelerde, yapılan açıklamalarda ramazanın gelişi hatırlatılmış, halkımızdan ve basın kuruluşlarından bu ayda beklenenler sıralanmıştır. Reisliğin kuruluşundan hemen önce, Millî Mücadele yıllarında din hizmeti sunan Şer’iye Vekaletince yapılmış bu tür beyannameler, topyekûn milletçe verilen kurtuluş mücadelesi günlerine rastlaması hasebiyle duygusal yönü de ağır basan metinlerdi; burada önce bu nitelikte olanlardan bazı pasajlar aktarmak istiyorum.
Savaşın çetin bir döneminde, Şer’iye ve Evkaf Vekili Mustafa Fehmi Efendi imzasıyla 1921 ramazanında yayımlanan beyannamede, verilen diğer mesajlar yanında cephelerde devam etmekte olan cihadın azamet ve heyecanını hissetmemek mümkün değildir. Arı ve duru bir ifadeyle, “Ramazan-ı şerif geldi. Hakk’ın rahmet ve gufran kapıları açıldı… Bundan istifade eden dindaşlarımıza ne mutlu!” sözleriyle başlayan ve insana, “Bir beyanname ancak bu kadar mükemmel olabilir.” dedirten açıklamada şu cümleler de yer alıyordu: “Bugün oruçlarını esaret ve enva-i fecaat altında kıvranarak tutan, teravihlerini düşman süngüleri karşısında belki de edaya muvaffak olamayan, gece gündüz bizi buradan doğacak reha ve halâs güneşini bekleyen zavallı dindaşlarımızı bir an evvel kurtarmaya koşmak herkese borçtur, vazifedir. Bu vazifeden kadınlar bile hariç ve müstesna olamaz. Onlar da kendi kudret ve hilkatlerine göre bu uğurda çalışmakla şer’an mükelleftirler. Cenab-ı Hak, azim ve imanımızın mükâfatını parlak zaferlerle göstermeye başladı. Zaten nusret Müslümanlarındır. Feth-i Mübin, zafer-i kati bize mahsustur…”
Beyanname şu talep ve dua ile bitiyordu: “Kâffe-i müminin ve müminatın -bilhassa şu mâh-ı gufranda- şeair-i İslamiye ve fezail-i ahlâkiyemizin daha fazla muhafazasına ve vatan, devlet ve milletimizin selamet ve halâsına matuf maddi ve manevi mesai-i hüdapesendaneye kemal-i itina ile devam ve dergâh-ı ulûhiyete daima ref’ tazarru ve niyazı ile tam Müslümanca harekete ihtimam etmeleri feraiz-i katiyedendir. (…) Şehitlerimize Fatiha, mücahitlerimize dua-yı zafer!..”
1922 yılında yine Mustafa Fehmi imzasıyla yayınlanan ramazan beyannamesinde şu vurucu cümle de yer alıyordu: “Memleketin öz evlâtları din ve istiklâl ve vatan uğrunda canlarını feda etmekten çekinmezlerken bu sayede geride hâl-i emn ve istirahatte bulunanların mukaddesata tecavüz teşkil eden her nevi hareketleri elbette affedilemeyecek kadar büyük bir cürümdür.”
Ramazan dolayısıyla Reisliğin basına yaptığı ilk açıklamanın tarihi, kuruluş tarihiyle aynıdır. 6 Nisanda idrak edilen 1924 yılı ramazan münasebetiyle günün basın organlarına gönderilen ve “Diyanet İşleri Reisi Rıfat” imzasını taşıyan bu beyanname “Hissiyât-ı Diniyye Cerîhadâr Edilmemeli” başlığını taşıyordu. Bu metin kanaatimce Reisliğin bütün tarihinde bu kapsamda yayımladığı basın açıklamalarının en güzelidir. Bu açıklamayı Aylık Dergi’nin Ağustos 2009 tarihli 224. sayısında tam metin olarak yayımlamıştım. Toplumun huzur iklimine hazır olmasını talep eden Rifat Efendi, ramazan ayına girilmekte olduğunu hatırlatarak bu günlerde herkesten daha hassas davranmalarını, her ferdin, ramazanın kutsiyetine halel getirecek, dinî duyguları rencide edecek hâl ve davranışlardan uzak durmasını, bu cümleden olarak oruç tutmayan kişilerin halkın arasında açıktan yemek ve içmekten kaçınmalarını, metindeki ifadesiyle “nakz-ı sıyam” etmemelerini, oruçlu insanların inanç ve ibadetlerine saygı gösterilmesini özellikle rica ediyor, bu konuda basını da sorumlu ve duyarlı olmaya çağırıyordu. Bu bağlamda, din ve inanç hürriyetinin, başkalarının inanç ve ibadetlerine hürmetsizlik etme noktasında asla gerekçe olamayacağını veciz bir şekilde izah etmişti: “Hiç şüphe yok ki, ramazan-ı şerifte herkesin yanında açıktan yiyip içmek de ilâhî emirlere mugayir ve İslâm toplumuna karşı sarih bir hakarettir. Kişi hürriyeti, vicdan hürriyeti perdesi altında bu gibi dinen münker sayılan şeyleri alenen yapmaya kalkmak, herhalde hürriyeti suiistimalden başka bir şeyle tefsir olunamaz.”
Teşkilata gönderilen genelgeler
Süreçte bir taraftan basına açıklamalar gönderilirken diğer taraftan teşkilata da genelgeler gönderilerek ramazan için alınacak önlemler üzerinde durulmuştu. Bu genelgelerde verilecek ramazan hizmetlerine ilişkin talimatlar yanında, konjonktürel olarak Reislik mensuplarından başka talepler de söz konusu olabilmişti. Mesela özellikle 1930’lu ve 1940’lı yıllarda gönderilen genelgelerde din hizmetlilerinden yapılması istenen şeylerden biri, hutbe ve vaazlarda fitrelerin Tayyare Cemiyeti’ne verilmesi için cemaate telkinde bulunmaları idi. Hemen her yıl değişmeyen bu talep, görevliler tarafından yerine getirilmeye çalışılmıştı.
1940’lı yılların sonuna doğru bu bağlamda teşkilata gönderilen genelgelerin mahiyeti değişmiş, bilhassa dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki’nin hususi gayretleriyle artık toplumun irşadında hutbe ve vaazlardan azami nasıl istifade edilir çabası içine girilmiştir. Artık gönderilen genelgelerde hutbelerin muhtevası nasıl olmalı sorusunun cevabı verilmeye çalışılıyordu. Bundan böyle hutbe ve vaazları etkili hâle getirerek dinî irfanın geliştirilmesinin hedef alındığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu genelgelerde, etkili bir hutbe iradı için gerekli görülen kıstaslar da dermeyan edilmişti.
Ramazan hilalinin gözlenmesi ve ramazanın ilanı
Osmanlı döneminin sonlarında 1917’de çıkartılan bir nizamnamede ramazan hilalinin, dinî gün ve gecelerle bayram günlerinin tespit ve ilanı, İstanbul’da Fetva Emini’nin, vilayetlerde ise müftülerin görevleri arasında sayılmıştı. Bu hüküm Reisliğin ilk iki yılında da geçerli olmuştu. Nitekim ramazan hilalinin gözetlenip ramazanın halka duyurulması, ayrıca diğer dinî gün ve gecelerin tespiti, öteden beri kabullenilen kurallar çerçevesinde belirlenip ilan edilmesi, ilk yıllarda Reisliğin ramazan öncesinde yaptığı hizmetlerden biri olmuştu. 26 Aralık 1925’te 698 sayılı “Takvimde Tarih Mebdeinin Tebdili Hakkında Kanun”un çıkartılmasına kadar, başka bir ifadeyle Reisliğin ilk iki yılında, Osmanlı döneminde olduğu gibi hilali gözetleyerek ramazanın başlangıcını ve bayramın ilk gününü ilan müftülüklerin görevleri arasındaydı. Günün imkânlarıyla bu tespitler Reislikçe veya müftülüklerce halka duyurulmaya çalışılmıştır. Bu tarihten sonra ise, basının ağırlık merkezinin İstanbul olması sebebiyle bilhassa İstanbul Müftülüğü, rasathaneden aldığı bilgiyi basın aracılığıyla halka ilan etmiştir. Bu duyurulara gazetelerde de yer veriliyordu. Sözü edilen kanunla tespit işi resmen rasathaneye verilmişti.
Zekât ve fitre nisaplarının açıklanması
Zekât ve fitrelerin belirlenmesi de Reislikçe ramazanlarda sunulan rutin işlerden biri idi. Gazetelerde yer alan haberlerden de öğrendiğimize göre belirlenen fitre nisaplarının basın aracılığıyla duyurulması işi ilk yıllarda İstanbul Müftülüğünce yapılmıştı. Diyanet İşleri Reisliğinin hesapladığı fitre ve zekât miktarları ilk kez 1925 ramazanında gazetelerde duyurulmuştu. 1929 yılına ait bir haberde, Diyanet İşleri Reisliğinin zekât ve fitrelerin Tayyare Cemiyeti’ne verilmesine dair kararının müftülüklere tamim edildiği ve İstanbul Müftülüğünün fitre miktarlarını belirlediği ifade edilmişti. Buna göre fitre buğday, arpa, hurma ve üzüm nevilerinden olmak üzere bunların kuruş olarak karşılıkları verilmişti. Önceleri fitre nevileri âlâ, evsat ve edna olmak üzere üç kategoride belirlenmiş, daha sonraları bu tabirler en iyi, iyi, son olarak ifade edilmişti. Buna göre mesela, buğdaydan sırayla 33, 30, 26 kuruş bedel tespit edilmişti.
Vaaz hizmetlerine daha bir özen gösterilmesi
Sözünü ettiğim yıllarda vaizler yanında Reislik kadrolarında yer alan dersiamlar da vaaz hizmetinde bulunuyordu. Dolayısıyla o dönemde vaaz hizmetinde istihdam edilenlerin sayısı 400-500 gibi hatırı sayılır bir miktardaydı. Ayrıca Reisliğin ilk iki yılında “Ramazan-ı Şerif Vaizleri”nden söz edilmiştir.
Bu yılların ramazanlarında Reislikçe sunulan vaaz hizmetlerinde iki yönlü bir hassasiyet söz konusuydu. Birincisi, vaizlerin ve yaptıkları vaazların kolluk kuvvetlerince sıkı murakabesiydi. Bilhassa İçişleri Bakanlığı ve emniyet birimleri bu yıllarda ramazanlarda yapılan vaazlar ve vaizler konusunda hassasiyet göstermişti. Özellikle 1930’lu, 1940’lı yıllarda devletin ilgili birimlerinden Diyanet İşleri Reisliğine veya doğrudan valiliklere gönderilen yazılarda ramazanda vaizlerin yapacağı konuşmaların murakabe altında tutulması isteniyordu. Hâliyle Reislik de zaman zaman yayımladığı genelgelerle vaizleri, yapacakları konuşmalarında dikkatli olmaları hususunda ikaz ediyordu.
İkincisi, Reisliğin özellikle ramazan ayları öncesinde teşkilata gönderdiği genelgelerde vaaz hizmetlerine daha bir önem verilmesiydi. Yukarıda da belirtildiği gibi, 1947’de Reislik makamına gelişinden itibaren A. Hamdi Akseki’nin teşkilata yayımladığı genelgelerde vaaz hizmetleri üzerinde hassasiyetle durulmuştu. Bu tür genelgelerde, yılların ihmaliyle halkın dinî irfanında oluşan derin boşluklar irdelenerek vaaz ve irşad hizmetine duyulan ihtiyaca dikkat çekilmişti. Ramazan aylarında irşadla görevli din hizmetlilerine her zamankinden fazla mühim vazifeler terettüp ettiği hatırlatılmıştı. Yapılacak vaaz ve diğer irşad hizmetlerinde göz önünde tutulması gereken prensipler de bu genelgelerde ayrıntılı olarak sıralanıyordu.
Bilhassa İstanbul’da ramazan öncesinde ve süresince camilerde vaazlar için bir dizi düzenlemeler, programlar hazırlanarak günün şartlarında hazırlıklar yapılmıştı. Mesela vaizlerin hangi camilerde, hangi gün ve vakitlerde vaaz edeceği listeler hâlinde belirleniyordu. Bu listelerden görevli vaiz veya vaaz etmeye ehil kişilerin sayıları hakkında da bir fikir edinebiliyoruz. Mesela, İstanbul’un sadece Eminönü, Fatih ve Eyüp ilçelerinde vaaz etmekle görevlendirilenlerin sayısı 1954’te 50’den fazla, 1955’te de 30-35 civarındadır. Bunların çoğunun asli görevi vaizliktir. Aralarında A. Şeref Güzelyazıcı, Şefik Eryuvası, Cemal Öğütçü, Muzaffer Özak, Cemal Parlakışık gibi seçkin ulema da vardı.
Görüldüğü gibi, günün şartları ne olursa olsun ramazanlar heyecanla karşılanmış, ibadetle, hayır ve hasenatla ihya edilmeye çalışılmış, ülkemizin din hizmetlerini deruhte eden Diyanet İşleri Reisliği de bu gufran aylarının azami verimli geçmesi için gerekli tedbirleri almıştır.