Makale

BİR DAVETÇİ OLARAK HZ. PEYGAMBER (s.a.s.)

BİR DAVETÇİ OLARAK
HZ. PEYGAMBER (s.a.s.)


Dr. Hüseyin ARI
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı


Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’i (s.a.s.) önemli vasıflarla nitelemiştir. Bu nitelemeler, onun ne kadar yüce bir şahsiyete sahip olduğunu anlatmasının yanında yüklendiği ağır mesuliyete de işaret etmektedir. Bu konuda en dikkat çeken ayet, Allah Resulü’ne özgü hüküm ve kuralların açıklandığı Ahzab suresinde geçmektedir: “Ey Peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.” (Ahzab, 33/45-46.) Bu ayette geçen nitelemelerin belki de en önemlisi onun, insanlığı Allah’a çağırıcı/davet edici oluşudur. Nitekim onun görevi, kendi zamanında yaşayan insanları bizzat, sonrasında gelen ve kıyamete kadar gelecek insanları da sünnetiyle ve siretiyle Allah’a imana, İslamiyet’in güzelliklerine, hakka, adalete, iyiliğe ve ebedî kurtuluşa çağırmasıdır. Kendisine risalet görevi verildiği andan itibaren onun hayatına yön veren ana unsur, İslam daveti olmuştur. Bu davet İslam’ın ilk yıllarında gizli bir şekilde ve yakın akrabalara yönelik olarak başlamış, Müslümanların güçlenmesiyle birlikte açık davete dönüşmüş, Medine’ye hicretle birlikte devlet düzeyinde devam etmiş ve uluslararası bir özellik kazanarak geniş coğrafyalara yayılmıştır. Bir başka ifadeyle Allah Resulü kölelere ve zayıflara yönelik olarak başlattığı İslam davetini yirmi yıllık bir süre zarfında Allah’ın inayetiyle dönemin imparatorlarına ve devlet başkanlarına kadar ulaştırabilmiştir. Bu, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir başarıdır. Sadece bu husus bile Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna yeterli bir delildir.
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in (s.a.s.) görevleri arasında sayılan tebliğ, irşad, nasihat, uyarma, müjdeleme, hatırlatma, emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker gibi görevler aslında İslam davetinin çeşitli türlerini ifade etmektedir. Bunların hepsi davet başlığı altında toplanabilir. Nitekim Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e (s.a.s.) hitaben; “Davet et/Çağır!” (Nahl, 16/125.), “Tebliğ et!” (Maide, 5/67.), “Uyar!” (Şuara, 26/214.), “Müjdele!” (Bakara, 2/25.), “Hatırlat!” (Zariyat, 51/55; Alâ, 87/9; Gaşiye, 88/21.) buyurarak İslam dinini insanlara ulaştırma yollarını öğretmiştir.
Kur’an- Kerim’de davet görevi kapsamında Hz. Peygamber’e (s.a.s.) “Cihad et!” (Tevbe, 9/73; Furkan, 25/52; Tahrim, 66/9.) emri de verilmiştir. İslam davetinin önündeki engelleri kaldırmak için her türlü meşru aracı kullanmak suretiyle mücadele etmek anlamına gelen cihad terimi, bu bağlamda Hz. Peygamber’in davet göreviyle doğrudan ilişkilidir. Burada ifade edelim ki; cihadı sadece “kıtal” (sıcak savaş) ile sınırlandırmak eksik bir tanımlama olacaktır. Zira cihad, İslam’a cephe almış; İslam ve Müslümanlar hakkında kara propaganda yaparak insanların İslam’la tanışmasının önüne set çeken kişi ve çevrelerle her platformda mücadele anlamı taşır. Bu mücadele günümüzde medya ve iletişim araçlarıyla olabileceği gibi Müslümanlara karşı ağır saldırı olması durumunda savaş şeklinde de olabilir. Hz. Peygamber risalet hayatında cihadın bütün çeşitlerini uygulamıştır. O, Allah’tan aldığı emre imtisal ederek gerek sözle gerekse -yeterli güce ulaştığında- savaş meydanında İslam düşmanlarıyla mücadele etmiş ve insanların Müslüman olmasının önündeki engelleri kaldırmıştır. Hz. Peygamber’in cihadı ve genel anlamda daveti, asla insan öldürmek maksatlı değil insanları İslam’la diriltmek ve zulmü ortadan kaldırmak için olmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de Allah Resulü’nün (s.a.s.) davetinin ana çizgilerini ve ilkelerini görmek mümkündür. Bu konuda zikredeceğimiz ilk ayet İsra suresinde geçmektedir: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış.” (Nahl, 16/125.) Bu ayette söz konusu edilen “hikmetle davet”, muhatabın bilgi düzeyine göre konuşulmasını, mantıki argümanlar kullanılmasını ve davet için uygun ortam ve zamanın gözetilmesini ifade eder. “Güzel öğütle davet” ise muhatabın duygularına da hitap edilerek güzel bir üslup kullanılmasını anlatır. Buradan şunu anlıyoruz ki; İslam davetçisi, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaptığı gibi İslam’ı anlatırken hem doğru bilgilerle donanmış olacak hem de bu bilgileri aktarırken güzel bir üslup kullanacaktır. Bu iki husustan biri eksik olduğu takdirde davetin başarıya ulaşma şansı gayet az olacaktır. Zira bilgi eksikliği muhatabın ikna olmasını sağlamayacak, kötü üslup ise -bilgi doğru olsa bile- muhatapta olumlu etki bırakmayacaktır. O yüzden “Kötü üslup doğru bilginin katilidir.” denilmiştir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) davetinin ana çizgisini oluşturan unsurlardan biri de onun davetinin “basiret üzere” olmasıdır. Bu husus Yusuf suresinde şöyle ifade edilmektedir: “De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben, basiret üzere Allah’a davet ediyorum; ben ve beni takip edenler (bunu yapıyoruz). Allah’ı ortaklardan tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf, 12/108.) Basiret kelimesi sözlükte, “delil, kesin kanıt, inanç, bilgi, kalp gözüyle görmek, kestirmek, sezmek, idrak etmek” gibi anlamlara gelmektedir. Buna göre ayetin anlamı, Allah Resulü’nün daveti, kesin delillerle desteklenmiş; körü körüne olmayan bir tarzda, davetin sonuçlarını hesaba katarak olmuştur. Onun yolundan gidenlerin daveti böyle olmalıdır. Aksi takdirde bu şartları haiz olmayan bir davet, olumlu sonuç vermeyecektir.
Allah Resulü’nün davetindeki ana hedefi, ulaşabildiği herkesin hidayete ermesi ve böylece cehennem azabından kurtulmasıydı. Kur’an-ı Kerim’de onun bu gayreti çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. (Kehf, 18/6; Şuara, 26/3.) O, bu gaye uğrunda bitmez tükenmez bir enerjiyle çalışmış ve bunu bir temsille şöyle anlatmıştır: “Benimle ümmetimin durumu (geceleyin) ateş yakan kimsenin hâline benzer. Böcekler ve kelebekler o ateşe düşmeye başlar. İşte ben de sizler ateşe girerken kuşaklarınızdan tutup engellemeye çalışıyorum.” (Müslim, Fedail, 17.)
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) davetinin ana çizgilerini ifade ettikten sonra bize de ışık tutacak davet yönteminden ve ilkelerinden önemli bazı başlıkları açıklamak yerinde olacaktır. Zira davetin başarıya ulaşabilmesi doğru metot ve ilkelerin uygulanmasına bağlıdır.
Hasbilik ve Samimiyet
İşlerin başarıya ulaşmasını sağlayan en önemli unsur, samimiyetle yapılmasıdır. Samimiyetten uzak, menfaat odaklı işler, ilk başlarda görece başarıya ulaşmış görünse de son merhalede akamete uğrar. İnsanları İslam’a davet ederken samimiyetin en üst düzeyde olması gerekir. Bu yüzden bütün peygamberler, tebliğ görevi için herhangi bir maddi beklenti içinde olmadıklarını beyan etmişlerdir. Onların mükafatı, kullar tarafından değil Allah tarafından verilecektir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de risalet hayatı boyunca kendisine sunulan bütün maddi teklifleri elinin tersiyle itmiş ve sade bir hayatı tercih etmiştir. Onun bu samimi ve hasbi davranışı, insanlar üzerinde müthiş bir etki bırakmış ve birçok kişinin İslam’a girmesine vesile olmuştur.
Kararlılık
Allah Resulü’nün davet konusundaki en bariz özelliklerinden birisi, yılmaması ve kararlı olmasıdır. İslam daveti yolunda güçlük ve zorluklarla karşılaştığında hemen pes etmemiş ve bıkmadan usanmadan İslam’ı anlatmaya devam etmiştir. Yılgınlık ve ümitsizliğe kapılmak onun kitabında hiç olmamıştır. Bütün kapıların yüzüne kapandığı Mekke yıllarında hep Allah’ın yardımını yanında hissetmiş ve kararlı bir şekilde davet yoluna devam etmiştir.
Yakından Uzağa
Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine risalet görevi verildikten sonra ilk başta ailesini İslam’a davet etmiş, sonra yakın arkadaş ve akrabalarına konuyu açarak onların kendisine destek vermesini istemiştir. Onun hayatına baktığımızda İslam davetinin halka halka genişlediğini görüyoruz. Kendi yakın çevresine İslam’ı anlatmadan daha uzağa gitmemiştir. Bu onun davetinin geniş kitlelere ulaşması açısından önemlidir. Zira önemli bir mesajla ortaya çıkmış birinin, kendi ailesini ve yakın çevresini bile kendi safına çekememesi diğer insanların davete kuşkuyla bakmasına neden olacaktır.
Öncelik Sıralaması
Dinimizin emirleri; inançla ilgili esaslar, amelle ilgili hükümler ve ahlak ilkeleri şeklinde üç ana başlıkta toplanmaktadır. Vahyin iniş kronolojisine baktığımızda özellikle Mekke döneminde inen ayetlerde inanç esasları ve kulluk bilinci tebliğ edilmiş, daha sonra Medine döneminde ise özellikle muamelatla ilgili hükümler beyan edilmiş ve daha erdemli insan olmayı sağlayan ayetler nazil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) de vahye tabi olarak davetinde bu öncelik sırasını dikkate almıştır. O, en önemliden daha az önemliye adım atma şeklinde bir yöntem takip ederek öncelikle imanla ilgili hususları tebliğ etmiş, daha sonra namaz ve zekât gibi temel ibadetleri anlatmış, muhataplarının durumlarına göre öncelikle öğretilmesi gereken hususları anlatmıştır. Hz. Peygamber, şehirlere gönderdiği davetçilerinden de bu metodu uygulamalarını talep ediyordu. Hz. Muaz’ı Yemen’e gönderirken bölge halkını önce Müslüman olmaya, bunu kabul ederlerse beş vakit namaza, bunu da kabul ederlerse zekât vermeye davet etmesini emretmiştir. (Müslim, İman, 29.) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu davet metodundan da anlıyoruz ki, İslam daveti yapılacak kişiye önce dinin inanç esasları anlatılmalı, şayet inanç alanında soru işaretleri varsa bunların çözümüne odaklanılmalı, bunda başarılı olunduktan sonra ibadetle ilgili meseleler ve dinin amele müteallik konuları anlatılmalıdır.
Kolaylaştırma
Kolaylaştırma, Hz. Peygamber’in İslam’a davetinde uyguladığı temel yöntemlerden biridir. O, bazı emirlerini yerine getirmesi için sahabeden birini bir bölgeye gönderdiği zaman, “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın!” buyuruyordu. (Müslim, Cihad ve Siyer, 6.) Aslında onun bu tavsiyesi Kur’an-ı Kerim’den ilhamla söylenmiştir. Nitekim Allah Teâlâ, Bakara suresinde şöyle buyurmaktadır: “Allah sizin için kolaylık istiyor, güçlük çekmenizi istemiyor.” (Bakara, 2/185.) Bu ayetin nazil olduğu bağlama baktığımızda kolaylaştırma ilkesinin, ruhsatla amel etme imkânı olduğu halde insanları azimetle amel etmeye zorlamama anlamı taşıdığını ifade edebiliriz. Buradan da anlıyoruz ki Allah Resulü insanları İslam’a davet ederken onları yok yere sıkıntıya ve zora sokacak şeyler söylemiyor, ihtiyaç hâlinde insanların ruhsat hükümlerinden istifade etmesine olanak tanıyordu.
Sonuç olarak Hz. Peygamber’in davetçi yönünü birkaç sayfada açıklamak mümkün değildir. Bunun için bu gözle siyer kitaplarını okumak ve konu hakkında yapılmış müstakil çalışmaları incelemek faydalı olacaktır. Bizim için her konuda güzel bir örnek olan Allah Resulü’nün İslam daveti konusundaki duruşunu ve yaklaşımını örnek almak önemlidir. Zira her Müslüman bildiği konularda imkânı nispetinde bir İslam davetçisidir. Özellikle gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu ülkelerde yaşayan Müslümanların gerek davranışlarıyla gerekse -fırsat bulduklarında- konuşarak İslam’ı tebliğ etmeleri, Müslüman kalabilmeleri açısından büyük önemi haizdir.