Makale

İsmaİl COŞAR:

İsmaİl COŞAR:

“Yeniden dünyaya gelsem yine imam olmak isterdim.”

Söyleşi: Mustafa BERK

Muhterem Hocam, Türkiye’nin en güçlü seslerinden biri olan İsmail Coşar kimdir, kendinizden kısaca bahseder misiniz?
Evvela Diyanet Aylık Dergi’ye bana böyle bir fırsatı sunduğu için teşekkür ederim. 1950 yılında Bursa’nın Osmangazi ilçesine bağlı Çağlayan köyünde ziraatla uğraşan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Babam çiftçilikle, toprakla meşgul olan birisiydi. Tabii biz de bu ailenin bir ferdi olarak kendimizi bu işlerin içinde bulduk. Anadolu’nun her noktasında olduğu gibi biz de ilk defa Kur’an okumayı köyümüzdeki hocamızdan öğrenmiştik. Köyde kaldığım süre içinde sürekli camiye gidiyor, köy imamına kendi çapımda yardımcı oluyordum. Hocamız benim sesimi fark ettiği için özellikle ezanı bana okuturdu. Yöremizde hafız olmak değerli görülürdü. Hatta bununla ilgili ‘’Hafız ol da altın bilezik tak koluna’’ derlerdi. İşte ben de bundan hareketle Bursa’ya tek başıma, âdeta evden kaçarak, hakkını asla ödeyemeyeceğim merhum annemin de desteğiyle gittim. Ulu Cami’nin müezzini hafız Sabri Efendi benim elimden tuttu ve Bursa’da İsmail Hakkı Tekkesi’ne götürdü. Orda üç yıl kalıp hafızlığımı ikmal ettim. Sonrasında Bursa’nın merkez köylerinden birisine dönemin müftüsü merhum Abdullah Saraçoğlu Hoca tarafından vekâleten müezzin-kayyım olarak atandım. Askerliğimi tamamlayıp Bursa’da tekrar göreve başlayınca beni yeni açılmış olan Ankara Radyosu’na davet ettiler. Hafızlık yaptığım esnada kimi hocalardan tashih-i huruf dersi de almıştım. Radyoda ilk defa Kur’an okuma şerefine nail olmuştum, bu benim için bahtiyar olma vesilesidir. Sesimiz radyo vasıtasıyla daha geniş kitlelere ulaşınca Bursa’dan ayrılıp Ankara’da Kocatepe Camii’nde, 1968 yılında göreve başladım. Bu arada açıktan imam hatip lisesini tamamladım. Yaklaşık 48 yılımı verdiğim Kocatepe Camii’nden geçtiğimiz yıllarda emekli oldum.
Başta mihrapta görev yapan kardeşlerimiz olmak üzere birçok insanın merak ettiği, hatta olmasını istediği bir tarzınız, üslubunuz var. Bunun bir eğitimi var mı, kaynağı nedir, nerede ve nasıl başladınız?
Ses olgusu, Allah’ın kullarına özel bir ikramıdır. Herkesin sesi fıtri olarak güzeldir. Fark ise bu güzellik için harekete geçebilmekte yatar. Ses eğitimi ile ilgili olarak şunu söylemek isterim; öncelikle merakınız olmalı, sonrasında heyecan ve şuurla bunu besleyip büyütmelisiniz. Hiçbir güzel şeyin eğitimsiz olmayacağını düşünüyorum. Ben de bu düşünceden hareketle sesim için nerede güzel okuyan birini duydumsa gidip kendisinden eğitim talep ettim. Hiç yüksünmeden dizinin dibine çöktüm, peşini bırakmadan talimimi tamamlama gayretinde oldum. Herhangi bir noktada zaafımı fark edip onu tamamlama cihetine gittim. Sağ olsun hocalarımız da bizi hiç kırmadılar, her bir talebeleri için nasıl davrandılarsa bize de öylece yaklaştılar. Bursa’da görev yaptığım caminin karşısında Erdinç Çelikkol adında sanatkâr, müzisyen bir esnaf vardı. Kendisi namaza devam eden, çokça besteleri olan saygın bir insandı. Onun bu yönünü bildiğim için kendisine talebe oldum. Musiki bakımından ilk eğitimi kendisinden aldım, çokça ilgilenirdi benimle. Köyde küçük yaşta ezan okuyarak başladığım serüvenin ilk mektebi Erdinç Bey’dir, bu vesileyle buradan kendisine tekrar minnetimi iletmeyi borç bilirim. Dolaysıyla bu işte talep etmek önemli, işin ustasından bileninden öğrenmek de bir o kadar önemlidir.
İsmail Coşar’ın dinlerken mest olduğu sesler var mıdır?
Aslında alanımızla ilgili çokça sesler var ama birkaç isimle sınırlamak gerekirse Çanakkaleli Fevzi Mısır, Aziz Bahriyeli, yakın arkadaşım İsmail Biçer, Hafız Mahmut Hataylı gibi isimler etkilendiğim isimler arasında yer alır. Merhum Abdurrahman Gürses hocamızı özellikle zikretmek isterim, çünkü Ankara’ya her gelişinde kendisini evimde ağırlama onurunu bana lütfederdi.
Hizmet hayatınız 40 yılı aşan bir süreye tekabül ediyor. Bu kadar yaşanmışlık içinde bizimle paylaşabileceğiniz bir anınız var mı?
1970’lerde Almanya’ya gittiğimizde oradaki vatandaşlarımızın bizi karşılamaları ve oradaki etkinlikler esnasında yaşananlar hafızamda hâlâ tazeliğini korur. Vatanını milletini burada bırakıp giden kardeşlerimiz bizim programımıza ellerinde kayıt cihazlarıyla gelmişlerdi. İletişim araçları günümüz gibi değildi. Onlar vatan hasreti, ezan, Kur’an hasreti çekiyorlardı. Bizim okuduklarımızı kayda alıp tekrar tekrar bulundukları meclislerde dinliyorlardı. Onların o dönemde bizlere olan hasreti benim için hâlâ değerini koruyan bir hatıradır. Benim için değerli bir anı da yakın bir zamanda vuku bulan bir hadisedir. Şöyle ki, o zamanlar bekâr olan bir kardeşimiz televizyonda beni izlerken çok etkilenmiş ve orda kendisine bir söz vermiş. Eğer evlenirsem ve Allah bana bir erkek evlat verirse adını İsmail Coşar koyacağım şeklinde bir sözü olmuş. Cenab-ı Hakk kardeşimizin duasını kabul eylemiş ki gidip İsmail Coşar’la tanışmak da bize nasip oldu. Bu da beni onore eden bir davranıştır.
Hepimizin malumu olduğu üzere 15 Temmuz’da ülkemiz büyük bir ihanetin örneğini yaşadı. O gece Sayın Başkan’ımız tarafından tüm görevlilerimize camilerde sala okuma talimatı verilmişti. Ankara’da ilk salayı da siz okudunuz. O geceye dair duygu ve düşünceleriniz nelerdir?
Evet, maalesef o geceyi unutmak mümkün değil. İhanetin en kötü örneğini milletçe hep beraber yaşadık. Temennimiz, Allah milletimize bir daha böyle felaketler yaşatmasın. Evim camiye yakın olduğu için uçak sesleriyle birlikte camiye geçtim. Bir taraftan da televizyondan takip ediyoruz olayları. Bunun hain bir darbe girişimi olduğunu anlayınca ve Sayın Cumhurbaşkanı’mızın halkımızı meydanlara davetini duyunca minareye çıkarak ilk salayı verdim. Salanın sonunda da milletimizi vatan için, bayrak için, kutsal için meydanlara davet eden bir uyarı yaptım. Vatandaşlarımız da buna teveccüh gösterip ellerinde bayraklarıyla, kucağında çocuklarıyla, ev hâliyle koşarak akın akın meydanlara indiler ve tepkilerini gösterdiler. Saladan sonra aşağı indiğimde birileri tarafından tehdit de edildim ama hiç de umursamadım bunu. Vatan elden giderken ben önemli değilim, insan böyle bir durumda yapması gerekeni yapmazsa bir ömür onun vicdan azabıyla yaşar.
Değerli Hocam, son olarak meslektaşlarımıza ve bu işe gönül veren, bu konuda istidadı olan kardeşlerimize neler tavsiye edersiniz?
1968 yılında Kocatepe Camii’nde göreve başladığımdan emekli olduğum güne kadar bir kamu görevlisi bilinciyle her sabah saat 9’da camide olmaya gayret gösterdim. Bu, kendime ve işime olan saygım gereği yaptığım bir hareketti. Saygınlık kazanmak isterseniz, evvela kendinize saygı göstermeniz gerekir, sonrası zaten kendiliğinden gelecektir. Ayrıca, din hizmeti yapan kişilerde tutarlı olmak da ayrı bir haslettir. Ayet-i kerimede buyrulanı dikkate almalıyız; ‘’Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?’’ (Saff, 61/2.) Yani kürsüde anlattıklarımızı uygulamıyorsak bizi dinleyenlerden de yapmalarını beklemek yersiz hâle gelir. İmam, önder demektir. İnsanlara önderlik etme görevi Allah’ın lütfudur, herkese nasip olmaz. Bunun bilincine varıp şuurlu davranmalıyız. Her hâlimizle örnek olmalıyız insanlara. Allah’a hamdolsun ki bizi yeryüzünde bu şekilde memur kıldı. Yeniden dünyaya gelsem yine imam olmak isterdim.