Makale

Gökyüzünün Süsleri: Yıldızlar

HADİSLERİN IŞIĞINDA

Gökyüzünün Süsleri: Yıldızlar

Hale ŞAHİN
Diyanet İşleri Uzmanı

Ebu Bürde’nin babası Ebu Musa el-Eş’ari’den naklettiğine göre, Rasulüllah (s.a.s.) başını gökyüzüne kaldırdı -ki sıklıkla başını gökyüzüne doğru kaldırırdı- sonra da şöyle dedi:
“Yıldızlar, gökyüzünün güvenceleridir.
Yıldızlar gitti mi, gökyüzüne vaat edilen (kıyamet) gelir…”
(Müslim, Fedailü’s-sahabe, 207.)

MEDİNE’DE bir akşam vaktiydi. Çölün yakıcı sıcaklığı artık yerini tatlı bir serinliğe bırakmıştı. Rasulüllah’la beraber akşam namazını kılan ashap, yatsı namazını da onunla birlikte kılmak için oturup beklemeye başladılar. Derken Allah Rasulü yanlarına çıktı. “Siz hâlâ burada mısınız?” diye sordu. Bunun üzerine ashap “Ey Allah’ın Rasulü! Seninle birlikte akşam namazını kıldık sonra dedik ki yatsı namazını da beraber kılalım.” cevabını verdiler. “İyi ettiniz.” dedi Hz. Peygamber. Ardından başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Medine’nin berrak gecelerinde sıklıkla yaptığı şeylerdendi gökyüzünü izlemek. Sonra şöyle dedi: “Yıldızlar, gökyüzünün güvenceleridir. Yıldızlar gitti mi, gökyüzüne vaat edilen (kıyamet) gelir…” (Müslim, Fedailü’s-sahabe, 207.)
Gökyüzünün en güzel süsleridir yıldızlar. Gecenin karanlığında pırıltılarıyla hayranlık uyandırır, insanı tefekküre sevk ederler. Karanlığın hükmüne meydan okuyan ışıltılı şehir hayatının keşmekeşinde varlıklarını çoğu zaman unutsak da, şehirden biraz uzaklaşıp tabiatla baş başa kaldığımızda hemen dikkatleri üzerlerine çekiverirler. İrili ufaklı sayısız parlak nokta, ucu bucağı olmayan gökyüzünün her yerinden adeta göz kırpar. Aklıselim sahibi insan kendisini sonsuzluğa alıp götüren bu eşsiz manzara karşısında, gökyüzünü görebileceği herhangi bir direk olmadan yükselterek (Ra’d, 13/2.) korunmuş tavan kılan (Enbiya, 21/32.) ve yıldızlarla süsleyen (Saffat, 37/6.) Yüce Allah’ın varlığına ve kudretine bir kez daha şahitlik eder.
Kâinat tasavvurumuzun önemli bir kısmına karşılık gelen gökyüzü ve içinde barındırdığı güneş, ay ve yıldızlar gerek fizik gerekse fizik ötesi boyutuyla asırlardır merak duygumuzu celp etmektedir. Nitekim Rabbinin belirli bir düzen ve ahenk üzerine yarattığı gökyüzünü Rasulüllah’ı ibretle seyretmeye yönelten de aynı duygudur. Kâinatta yaratılan her şey gibi gökyüzü de Hz. Peygamber’e Allah’ın birliğini ve sonsuz kudretini hatırlatıyordu. Yıldızlar var oldukça gökyüzünün varlığı güvence altında olacaktı. Ne zaman ki onlar parlaklıklarını yitirip söner ve dökülürlerse, (Tekvir, 81/2; İnfitar, 82/2.) işte o zaman Yüce Allah’ın vadettiği kıyamet gelecekti.
Allah Rasulü’nün varlık algısında kozmik yapının parçası olarak yıldızlar, yaratılmış diğer her şey gibi Allah’ın emrine boyun eğen ve kâinatın dengesi içerisinde işlevlerini yerine getiren unsurlardır. Bunun haricinde cahiliye döneminde inanıldığı üzere herhangi bir ilahî güçleri yoktur. Cahiliye Arapları Babil dinlerinden kalma bir inanışla yıldızlara tapıyor, onlar adına putlar ediniyorlardı. Yıldızların uğur ya da uğursuzluk vesilesi olduğuna; iklim değişikliklerine, fırtına, yağmur, rüzgâr gibi çeşitli tabiat olaylarına neden olduğuna; yıldız kaymasının büyük bir adamın doğmasına ya da ölmesine işaret ettiğine inanıyorlardı. İslam inancına aykırı bu tür batıl inançlara karşı Kur’an’da takınılan tavır ise gayet nettir: İnsanoğlunun hizmetine verilen yıldızlar yalnızca Allah’ın emriyle hareket ederler. (Nahl, 16/12.) Onlar canlı ve cansız birçok varlıkla beraber Allah’a secde hâlindedirler. (Hac, 22/18.) Kara ve denizin karanlıklarında sayelerinde insanlar yönlerini tayin edebilsinler diye yaratılmışlardır. (En’am, 6/97.) Bazı Arap kabilelerinin taptığı samanyolunun en parlak yıldızı Şi’ra (Sirius) yıldızının rabbi de şüphesiz Allah’tır. (Necm, 53/49.)
“Yıldızlar yağmur yağdırma kudretinde değildir.” (Müslim, Selâm, 106.) diyen Hz. Peygamber, onlara herhangi bir ilahî irade ve kudret atfında bulunulmasını kesin dille reddeder. Hicretin altıncı yılında umre yapmak niyetiyle ashabıyla birlikte Mekke’ye gittiklerinde Hudeybiye mevkiinde müşrikler tarafından engellenince orada gecelerler. Geceleyin yağmur yağar. Yağmur kesildikten sonra Allah Rasulü sabah namazını kıldırır. Namazdan sonra ashabına dönerek “Rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz?” diye sorar. Zira ashaptan bazıları yağmurun yağmasını geceleyin gördükleri bir yıldızla bağdaştırmışlardır. Ashap, “Allah ve Rasulü en iyisini bilir.” derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sözlerine şöyle devam eder: “Allah buyurdu ki: ‘Kullarımdan bir kısmı bana inanmış, bir kısmı da inkâr etmiş olarak sabaha erişti.’ ‘Allah’ın lütfu ve rahmetiyle yağmur yağdı.’ diyen bana iman etmiş, yıldızı (ona atfedilen ilahî gücü) reddetmiştir. ‘Yıldızın doğuşu ile yağmur yağdı.’ diyenler ise beni inkâr etmiş yıldıza iman etmiştir.” (Buhari, Ezan, 156.)
Kâinattaki eşsiz düzenin birer parçası olarak pırıltılarıyla her gece gökyüzünü süsleyen, eski bir Arap deyimiyle “gecenin tanığı (şahidü’l-leyl)” yıldızlar asla ilahî bir güce sahip değildir. Onlar, gökleri ve yeri kusursuz bir denge ve ahenk içerisinde yaratan Yüce Allah’ın varlığına işaret eden, “oku” emrine muhatap kılınan insanın doğru bir şekilde okuması gereken ayetlerden biridir. Tıpkı Hz. İbrahim’in yaptığı gibi… Gök cisimlerine ve onları temsilen putlara tapan bir toplum içerisinde yaşayan Hz. İbrahim’in ne aklı ne de gönlü şirki kabul edebilmişti. Bunun üzerine o, geceleyin parlayan bir yıldızı, ayı ve güneşi izlemişti. Ancak ibretle seyrettiği bütün bu varlıkların sonunda batıp kaybolduğunu görünce onlara hiçbir şekilde ilahlık sıfatı atfedilemeyeceğine kanaat getirerek Allah’ın varlığına ve birliğine olan inancını şöyle beyan etmişti: “Ben, Hakk’a yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (En’am, 6/74-79.)