Makale

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar ile Yeni Yüzyıl. Yeni Diyanet Üzerine Söyleşi

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar ile
Yeni Yüzyıl, Yeni Diyanet Üzerine Söyleşi

Dr. Faruk Görgülü
Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanı

Cumhuriyet’i kuran irade, dini, bu toprakların asli unsuru olarak görmüş, din olmadan bir toplumun bekasının, bir milletin yarınının olamayacağı gerçeğini idrak etmiştir.
Muhterem hocam, Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş yıllarına gidecek olursak, “Diyanet” fikri nereden doğdu. Bize kısaca Başkanlığın kuruluş sürecinden bahseder misiniz?
3 Mart 1924 yılında kurulmuş olan Başkanlığımızın 90 yılını geride bıraktık. Diyanet İşleri Başkanlığı Cumhuriyet’in en büyük, en önemli, en dikkat çeken kurumlarından birisidir. Bilindiği gibi müesseseler, kurumlar bir anda ortaya çıkmaz. Önce birtakım tarihî ve sosyal şartlar ortaya çıkar, müessese fikri doğar, arkasından fikirler bir projeye dönüşür ve yapı tamamlanınca da kurumlar şekillenir. Cumhuriyet öncesinden başlayan her alandaki kurumsal yenilenme fikrinin 19. yüzyıla uzanan, takriben yüz yıl geriye sarkan bir tarihçesi vardır. Yani 19. yüzyılda Osmanlı’da başlayan tecdit teşebbüsleriyle Türkiye’nin içine girdiği süreç, yenileşme sürecidir. Bu yenileşme sadece siyaset alanında olmamıştır. Hemen hemen hayatın tüm katmanlarını içine alan bir yenilenme süreci olmuştur ve geleneksel müesseselerin hepsi tartışmaya açılmıştır. Eğitimde, iktisatta, siyasette ve askeriyede böyledir. Mamafih bu yenileşme süreci ilk önce askeri alanda başlamıştır.
Osmanlının ilişki içerisinde olduğu dünya 16. yüzyıldan itibaren çok derin iç krizler yaşamış ve neticesinde Reform ve Rönesansın ardından yeni bir dünyayı kendi zaviyelerinde realize etmişlerdir. Bu yenilenmenin, bilhassa teknik ve sanayi alanındaki yenilenmenin avantajıyla da, Osmanlı medeniyeti başta olmak üzere kadim dünyaya karşı bir avantaj kazanmıştır. Bunun neticesinde Osmanlı gibi ülkelerde reform sürecine girmiştir. Onun için II. Mahmut dönemindeki iyileşmeler, yenileşmeler, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı gibi çabalar toplumun çok yönlü olarak yeni yüzyıla, yeni dünyaya intibakı yönünde atılmış adımlardır.
Eş zamanlı olarak yüksek öğrenimde de birtakım adımlar atılmıştır. Bilhassa din alanında Darülfünun İlahiyat Fakültesi gündeme gelmiştir. Hukuk alanında adımlar atılmıştır. Bütün bu tartışmalar neticesinde I. Dünya Savaşının ardından kurulan Genç Türkiye Cumhuriyeti, bütün müesseselerini yenilemiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı da yeni rejimin konseptine uygun bir şekilde hayatiyet kazanmıştır.
Şimdi şöyle düşünün; bundan 100 sene önce 1914’te Osmanlının meşihat bağlamında, din-devlet-toplum ilişkileri bağlamında en yoğun tartıştığı konu, medreselerin ıslahı meselesiydi. 1914’te yanlış hatırlamıyorsam Islah-ı Medaris Nizamnamesi yayınlandı ve o tarihten itibaren de yüksek din öğretimi ve din alanındaki istihdam konusu çok tartışılan bir konu oldu.
Burada din-siyaset ilişkisi, din-eğitim ilişkisi, din-yargı ilişkisi, din toplum ilişkisi çok farklı boyutlarda ele alınmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşunu müteakip de yeni rejimin şartlarına uygun riyaset kanunu çıkarılmıştır. Bu arada Diyanet’in ismi tartışılmıştır. Bu tartışmalar meclis zabıtlarına yansımıştır. Osmanlı medreselerinde yetişmiş olan o zamanın siyasetçileri, askerleri, devlet adamları buradaki ince farkı dikkate alarak daha çok vicdanı, akideyi, manevi alanı ifade eden “Diyanet” kelimesini “din” kelimesine tercih etmişlerdir. Bu süreçte pozitif hukuku ilgilendiren konuları hukukun uhdesine tevdi etmişlerdir. Siyaseti ilgilendiren konular, yani yasama düzeni ile ilgili konular meclisin uhdesine tevdi edilmiştir. İtikat, ibadet ve ahlaka taalluk eden konuların tanzimi/düzenlenmesi Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesine verilmiştir.
Malumunuz bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluşunun 90. yılı. Geçmişten bugüne 90 yıllık sürece baktığımızda Başkanlık, milletimizin maneviyatına nasıl bir katkı sağladı? Geldiğimiz noktayı değerlendirir misiniz?
Diyanet İşleri Başkanlığının kurulmasıyla halkımız, toplumumuz ne kazanmıştır? Daha doğrusu neleri kaybetmekten kurtulmuştur, diye düşünmek gerekir. Şöyle ki, Cumhuriyet’i kuran irade, dini, bu toprakların asli unsuru olarak görmüş, din olmadan toplumun bekasının, milletin yarınının olamayacağı gerçeğini idrak etmiştir. Bunun yanında dinin toplumsal, tarihsel ve kurumsal birtakım tezahürlerinin yenilenmesi gerektiği kanaatini de taşımıştır. Ve tabii ki yeni kurulan ulus devletlerin felsefesine uygun olarak, din-devlet ilişkisinin belli bir paradigmaya göre şekillenmesi için dine toplum içerisinde özenli bir yer verilmiş ve dinî/manevi alanı tanzim etmek üzere yeni bir kurum ihdas edilmiştir. Öyle olduğu için bu topraklarda 90 yıldır din ekseninde bir çatışma yaşanmamıştır. Burada Diyanet İşleri Başkanlığının nazım rolü, önemli bir yer teşkil eder. Dolayısıyla Başkanlık milletin inancına rehberlik etmiştir.
Geçen zaman içerisinde Diyanet İşleri Başkanlığının toplumun her düzeyinde, yani her ilde, ilçede, köylerde ve mezralarda, kısaca toplumun kılcal damarlarına kadar uzanan hayatın her alanında yaptığı manevi rehberlik, bir anlamda milleti diri tutmuş; öyle ki, milleti dinî bakımdan güvenli ve huzur içinde bugünlere taşımıştır. Bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumsal birlik ve beraberliğin sağlanıp, kardeşliğin pekiştirilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Dinî ve manevi değerleri her fırsatta topluma anlatma, öğretme ve rehberlik etme görevini Diyanet İşleri Başkanlığı üstlenmiştir. Sadece yurt içinde değil, yurtdışında da bu görevi üstlenmiştir. Bugün itibarıyla Başkanlık yüzü aşkın ülkede, yurt dışı teşkilatları ile din hizmetlerini yürütüyor. O bakımdan genel itibariyle Diyanet İşleri Başkanlığının milletin manevi değerlerinin diri tutulmasında önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Elbette bu arada sivil birtakım inisiyatifler, teşebbüsler de olmuştur. Ancak bugün bilinen bir gerçek var ki; insanımızın tarihten edindiği inanç değerlerini geleceğe taşıma konusunda, Diyanet stratejik bir rol oynamıştır. Saha araştırmaları da bunu gösteriyor.
İslam dünyasında böylesine stratejik bir kurum var mı?
Şunu söyleyebilirim ki, İslam dünyasında bu emsalde bir kurumu ben bilmiyorum. Onun için Başkanlığımız model olan ve bütün İslam dünyasında da dikkat çeken bir teşkilattır. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı sürekli kendini yenileyen, güncelleyen bir yapıya sahiptir. Çağın değerlerini fark eden ve en azından Müslümanların bugünkü taleplerine cevap veren bir yapıya kavuşmak için sürekli yenilenme çabası içerisinde olan bir teşkilattır.
Türkiye’de son dönemlerde yaşanan hızlı değişme ve gelişmeler ile birlikte toplumun Diyanet İşleri Başkanlığından beklentileri de önemli ölçüde artmış ve farklılaşmıştır. Başkanlık Türkiye’nin dinî alanda yaşadığı sorunlara, acil problemlere ve taleplere cevap verebiliyor mu?
Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924’te kuruluyor, sonra kanuni süreçler işliyor. 1930’larda Diyanet ile ilgili birtakım kanun teşebbüsleri oluyor. 1940’larda da bu devam ediyor. 1965’te Diyanet’in ilk defa bir teşkilat yasası çıkıyor. 1970’lerin sonuna doğru ise bazı maddeler iptal ediliyor. Otuz yılı aşkın süre ikincil bir mevzuatla idare ediliyor. En son 2010 yılında 6002 sayılı yasayla kurumsal yapısı yenilenerek Diyanet İşleri Başkanlığı güncellenmiş oluyor.
Bu anlamda Başkanlığımız çağın gereksinimlerine göre kendisini yenilemiş, kendisi ile birlikte eş zamanlı çalışan Diyanet Vakfı da bu hizmetlere destek vermiştir. Tabii bütün talepleri tam olarak karşılıyor mu? Muhakkak taleplerin karşılanamadığı yerler olabilir; fakat insanımızın din hizmeti taleplerini önemli ölçüde karşıladığı söylenebilir. Ancak dinî-sosyal, dinî-kültürel ve eğitim alanında daha çok çaba sarf edilmesi gerektiğini söyleyebilirim.
Diyanet İşleri Başkanlığı bugün kamu kurumları içinde milletimizin itimat ve güvenine sahip ender kurumlardan birisidir. Bütün zamanlarda da bu böyledir; ihtilaller öncesinde de sonrasında da demokratik rejimin iyice geliştiği evrelerde de, Diyanet’e olan itimat, itibar hep yüksek olmuştur. Bugün hatta Türkiye’deki dinî hayat üzerine Diyanet’in ve Türkiye’deki din hizmetlerinin etkisini görebilmek açısından yapılan kamuoyu araştırmaları var. O araştırmalara da baktığımızda Diyanet’in çok itibarlı bir yerde olduğunu görüyoruz. Henüz kamuoyu ile paylaşmadık ama TÜİK ile birlikte yürüttüğümüz “Türkiye’de Dinî Hayat” araştırmasında, Diyanet İşleri Başkanlığının dinî bilgiler ve dinî rehberlik konusunda, öncülük yaptığı tescillenmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığının konumu üzerine özellikle son dönemlerde tartışmalar var. Bunlar Diyanet İşleri Başkanlığının kurumsal olarak tamamen kaldırılması, özerkleşmesi, mevcut yapının değişmesi şeklinde sunulan önerilerdir. Siz Diyanet İşleri Başkanlığı üzerindeki bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye demokratik bir ülke ve Türkiye’de yaşayan 76 milyon vatandaşımızın kendi zaviyesinden fikir beyan etme özgürlüğü var. DİB ile ilgili de, ilgili ilgisiz, yakından tanıyan veya tanımayan pek çok kimse her fırsatta görüş beyan ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılsın, olmasın diyenler olduğu gibi Diyanet İşleri Başkanlığı daha da güçlendirilsin diyenler veyahut hizmet çerçevesi genişletilsin diyenler de var. Netice itibarıyla Diyanet’in varlığı sanal bir şey değil, Diyanet Türkiye’nin bir realitesidir. Ve 90 yıl önce bir ihtiyaçtan, bir tarihsel tecrübeden ve bir toplumsal talepten doğmuştur Diyanet. Toplumsal talepten ve tarihsel tecrübeden kaynaklanan bir kurumun kaldırılması meselesi veya kaldırılmasını istemek en azından bu talepleri, bu parametreleri görüp değerlendirmeyi gerektirir.
Bu toplumun %90’ı Diyanet’e itibar ediyor. Bu ülkede yaşayan 100 kişiden 99’u ben Müslümanım diyor. Aidiyetini Müslümanlık üzerine kuruyor ve kendisini temel inanç değerleri üzerinden İslam içerisinde görüyor. Böyle olunca %99’u Müslüman olan bir ülkede bu toplumun dinî ihtiyaçlarını karşılayacak bir mekanizmanın olması gerekir. Toplum da zaten bunu istiyor ve onaylıyor. Diğer taraftan bu kurumun anayasada yeri ve hizmet çerçevesi belirlenmiş. Bundan sonra kaldırılsın diyenlerin tabii ki bunu öncelikle topluma kabul ettirmeleri veya tarihsel tecrübeyi değerlendirmeleri gerekir. Bu tecrübe yanlış bir tecrübedir, bugün artık geçerliliği yoktur diye ispatlamaları lazım. Veya Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırıldığında, yerine neyin ikame edileceğini göstermeleri gerekir. Dolayısıyla bu kabil görüşlerin öncelikle bir iddia ve öneri olmaktan öte rasyonel bir zemine oturduğunun gösterilmesi lazım.
Diyanet öyle bir kurumdur ki, hayati kıymeti ve değeri tam olarak ancak yokluğunda anlaşılabilir. Diyanet bu süre içerisinde hikmetle ve toplumun duyarlılığını dikkate alarak hizmetlerini sağduyuya dayanan bir usul ve yöntemle yürütmeyi tercih etmiştir. Politika ile arasına mesafe koymuştur. Siyasallaşmamaya özen göstermiştir. Siyasetin talepleri toplumun her kesimine uzanır ve siyasetin talebi çoğu zaman çok agresiftir, tabiatı icabı böyledir. Toplumun talepleri de bazen böyle olabilir. Diyanet bu iniş çıkışlarda sağduyulu, dengeli ve anayasanın kendisine verdiği yerde durmayı tercih etmiştir. Tamamen kendisine çizilen çerçeve içerisinde hizmet yürütmeye gayret etmiştir.
Bu çerçevede Diyanet-siyaset ilişkisi hep tartışma konusu olmuş. Geçmişten bugüne Diyanet İşleri Başkanlığı her zaman siyaset üstü kalmaya özen göstermiştir. Bugün din-siyaset ilişkisi bağlamında Diyanet nerede duruyor?
Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’nin anayasal bir kurumudur. Sonuç olarak Başkanlık’ta bulunan, görev yapanlar da devlet memurudur. En üst temsilden en ücra köşedeki temsile kadar bu kurumda çalışanlar mevzuat çerçevesinde hareket ederler. Devletin ve hükûmetlerin politikaları var. Siyasi partilerin kendi talepleri var, yerel siyasilerin yaklaşımları var. Bütün bunlara bir bütün olarak baktığımızda hem Türk siyasetinin hem de Diyanet’in bu konuda bir öğrenmişliği olduğunu söyleyebilirim. Türk siyaseti her düzeyde Diyanet’ten taleplerini çoğu zaman özenli bir biçimde yapmaktadır. Bunun her zaman böyle olduğu belki söylenemez, ama büyük oranda bu böyledir.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu süreçlerde anayasa ve kanunlar doğrultusunda yolunu çizmiştir. Hükümet politikaları açısından bakıldığında da hükümetlerin Diyanet’le ilişkisinin hangi düzeyde olacağı, taleplerin ne olacağı bellidir. Bunun yanında yerel, mahalli siyasi figürlerin talepleri olabilir, olacaktır da. Bunlar karşısında da bir nezaket ve dikkat dili çerçevesinde, hakkaniyet ölçüsünde bir iletişim söz konusudur. Diyanet mütemadiyen merkezdeki yerini koruyan, toplumun bütün katmanlarına eşit mesafede durmaya gayret gösteren bir duruş ve hassasiyet sergilemektedir. Şimdi bu süreç içerisinde tikel birtakım örnekler yaşanmış olabilir. Bu tikel örneklerden hareketle Diyanet’in de siyaset içerisine girdiği yahut siyasetin Diyanet’i şekillendirdiği yönündeki yaklaşımı doğru bulmuyorum. Bilhassa bilimsel konularda Diyanet’in tam özerkliğinin olduğunu ifade edebilirim. Diyanetin tabii ki bürokratik, yönetsel ve bilimsel tarafları var. Bilimsel taraflarının bağımsızlığını, özerkliğini sağlayan şey, daha çok Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından temin ediliyor. Kurul üyeleri İslam’ın ana kaynakları, bilgi metodolojisi ve tarihsel tecrübesi istikametinde aktüel çağdaş değerleri de dikkate alarak meselelere çözüm üretiyorlar.
Diyanet’in gelecek ufku ve vizyonunun bugünkü kurumsal yapısı ve insan kaynakları ile gerçekleştirilmesi mümkün müdür?
21. yüzyılda yaşıyoruz ve yirmi birinci yüzyıl kendine has birtakım özellikleri olan bir yüzyıldır. İmparatorlukların tarihe mal olmasından sonra ortaya çıkan ulus devletler, ulus devletlerden sonra gelişen süreç içerisinde daha küreselleşmiş, iktisadi ve kültürel bakımdan birbirine entegre olmuş bir dünya realitesiyle karşı karşıyayız. Bugün artık toplumsal ilişkiler çok gelişmiş; iletişim hızlanmış, toplumun %80’ini aşan bir kısmı artık kentlerde yaşıyor.
Giderek şehirlere göçün yoğun olduğu bu yüzyılda, din görevlilerimizin kadrolarının çoğu köyde.
Evet, tam tersine olan bir durum ile karşı karşıyayız. Batı’ya baktığınız zaman Batı’da hemen hemen her yerde kent değerlerini yaygınlaştırmış bulunuyor. Yani kent refahını elde eder bir noktaya gelmiş. Bizde de kentleşme hızla ilerliyor. Öyle olduğu için yani yeni yüzyılın yeni parametreleri var: Sekülerite ve postmodernizm. Şimdi postseküler, seküler sonrası bir döneme doğru giriyoruz. Toplumsal iletişim artıyor, iktisadi ilişkiler geliştikçe ve refah arttıkça yeni toplumsal ilişki biçimleri ortaya çıkıyor. Buradan anlıyoruz ki, 21. yüzyıl, nevi şahsına münhasır bir yüzyıl olacaktır.
Ama bizim bugün sahip olduğumuz teşkilat gövdesi, insan profili ve insan formasyonu bunu karşılayamıyor ve bu nedenle çok hızlı bir iç reforma ihtiyaç var. Yeni şartları dikkate alarak mesela insan yetiştirme düzenimizi gözden geçirmek zorundayız. İnsan yetiştirme düzenlerimizi neden gözden geçirmeliyiz? Çünkü yeni dünya, yeni dil, yeni bir yapı, yenidünyanın yeni diline ve yeni yapısına uyum sağlayacak insanların bu karakterde, bu evsafta ve bu kalitede olması gerekiyor. 1970’lerde, 80’lerde oluşturulan bir hizmet içi eğitim mantığıyla, mütehassıs yetiştirme mantığıyla bugünün din hizmetlilerini yetiştirmek mümkün değildir. Aynı şekilde insan kaynağımızı temin eden İmam-Hatip okulları ve İlahiyat Fakültelerine baktığımızda, oraların da programları ve müfredatları, yeni yüzyılın ihtiyaçları, beklentileri, hatta yeni yüzyılın meydan okumaları dikkate alınarak içeriklendirilmek durumundadır. Eğer öyle yapılabilirse, yani öncelikle insan eğitiminde bu sağlanabilir, örgüt modeli olarak daha çağdaş yönetim değerlerine sahip, bir örgüt modeline geçilebilirse, o takdirde bu alanda da yeni yüzyılın taleplerini karşılama imkânımız olur.
Bugün artık ulusal sınırlar içerisinde değil küresel ölçekte düşünmek mecburiyetindeyiz. Küresel ölçekte düşündüğümüzde de küreselin sahip olduğu bütün gelişmişlik düzeylerini dikkate alan ve hizmet planlamasını onlarla birlikte yapan bir teşkilatı düşünmeliyiz; mesela iletişim alanındaki enstrümanlarımız zayıf ve yetersiz olursa, o vakit 21.yüzyılın taleplerine cevap veremeyiz.
Diyanet Tv ve Radyo böyle bir düşüncenin ürünü mü?
Elbette, son yıllarda biliyorsunuz Diyanetimiz’in Medya alanında bir girişimi var. Diyanet Radyo ve Diyanet Televizyonu kurulmuş vaziyette. Bu alanın da gerekleri var. Medya alanında güçlü olabilmemiz ve kendimizi daha iyi ifade edebilmeniz yabancı dillerde, bölge dillerinde yayın yapabilen birkaç radyo ve televizyon kanalına sahip olmamız gerekir. Bunun için de aynı zamanda iletişim, sanat, yayın, sinema, güzel sanatlar ve daha pek çok alanda da yetişmiş kadromuzun ve onu destekleyen bir endüstrinin olması gerekir. Mesela bugünlerde en çok konuştuğumuz konulardan birisi bir medya ve sanat merkezinin nasıl realize edilebileceği konusudur. Şimdi bunu tartışıyor ve konuşuyoruz. Geçtiğimiz yıl biliyorsunuz, “İslam ve Sanat” kongresi yaptık; çok güzel öneriler de ortaya çıktı. Yeni yüzyıl iletişim imkânlarının baş döndürücü bir şekilde artmasıyla birlikte iletişim alanında büyük bir rekabeti ortaya çıkarmıştır. Bu rekabetin içerisine girebilmek ve başarılı olabilmek için gerekli olan enstrümanlar ve şartlar neyse bunları tamamlamakla yükümlüyüz.
Öte yandan yeni yüzyılda en önemli alanlardan birisi de bilgi yönetimidir. Bilginin yönetilmesi çok önemli; mesela bugüne kadar pek dikkatimizi çekmiyordu ama bugün artık bilgiye sahip olmak değil; bilgiyi yönetmek, temel bir mesele hâline gelmiştir. Yani bilgiyi üretmek, bilgi siyasetini belirlemek, bilgi kompartımanları arasındaki koordinasyon ve eşgüdümü sağlamak ve bu alana yatırım yapmak kurumsal bir zorunluluktur. Bilgi derken, Diyanet’in hizmetlerinde hangi tür bilgilere ihtiyacımız varsa, dinî alandaki bilgilerin planlanması, programlanması, üretilmesi ve koordine edilmesi, yönetilmesi, yayılması, neşredilmesi ve geri dönüşlerinin alınmasını bir bilgi yönetimini gerekli kılıyor. Ama maalesef bu alanda çok büyük bir boşluk var ve bizim bilgi yönetimi ile ilgili bir mekanizmamız yok. 21. yüzyılda bunu yapmak zorundayız. Eğer bunu yapmazsak gelecekteki hizmetleri karşılayamayız. Onun için Türkiye Diyanet Vakfı bünyesinde bir bilgi yönetim merkezi oluşturmaya çalışıyoruz.
Yeni Diyanet’in kendisini geleceğe taşıyabilmesi için yapması gereken önemli alanlardan birisi de finans yönetimidir. Finans konusu, bilginin yönetimi konusu, iletişim alanındaki açılım, aynı zamanda yapısal ve kurumsal olarak iletişim alanında radikal bir yenilenme ve dönüşüm gerekiyor. Türkiye, önümüzdeki süreçte, kendi gelişmişlik düzeyine paralel olarak Diyanet İşleri Başkanlığının da bu anlamda kendini yenilemesine katkı sağlayacaktır. Anayasal ve yasal düzeyde hangi tür açılımlar gerekiyorsa bunlar mutlaka yapılacaktır.
Yeni yüzyılda ve Yeni Türkiye’de Diyanet’in öncelik vermesi gereken hizmet alanları nelerdir? Hangi alanlarda eksikliklerimiz var ve gelecekte yapılmasını planladığınız çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?
Yeni yüzyıl yeni Diyanet dediğimiz zaman çok daha büyük projelere ihtiyaç var. Takdir edersiniz ki detaylarına girmek bu söyleşinin sınırlarını aşar. Ama belli başlı yayın projelerinden burada söz edebiliriz. Bu projelerden biri olan tefsir projesinin 2014 yılında mutlaka başlatılması gerekiyor. Alt yapı çalışmaları belli bir noktaya geldi. Bir “Kur’an Meali” hazırlanması çalışması gündemimizde. Ama bütün bunlardan daha da önemli olan, bunları yürütecek bir merkez oluşturma düşüncemiz var. Daha önce ifade ettiğim gibi bilginin yönetilmesi ile ilgili TDV bünyesinde dinî bilgiyi koordine edecek bir mekanizma kurulması gündemde. Şayet bu gerçekleştirilebilirse orada projeler ünitesi yer alacak ve bu projeler ünitesi içerisinde de “Hadislerle İslam”a benzer özel projeler geliştirilecek.
Bir diğer projemiz, asr-ı saadetin insani ve kültürel tarihini yazma projemizdir. Hz. Peygamber’in doğumundan 50 yıl öncesinden başlayan ve vefatından 50 yıl sonrasına kadarki süreci içine alan bir çalışma olması düşünülmektedir.
Diğer taraftan Ankara’da bir stratejik araştırma merkezi ve kütüphane dokümantasyon merkezi oluşturulması düşünülmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı kampüsündeki kütüphanenin dışında ayrıca uluslararası standartlarda hem mimari yapısı ile hem kullanım özellikleri ile hem de bünyesinde barındırdığı eser türleri ile dünya ölçeğinde bir kütüphane dokümantasyon merkezi söz konusu. Önümüzdeki süreçte bu bilgi yönetimi bağlamında yurt dışındaki araştırma birimimizle ve enstitümüzle bağlantı kurarak yurt dışındaki bilgi birikimini Türkiye’ye aktarma gibi bir düşüncemiz var. Almanya, Hollanda, Fransa ve Belçika’da var olan yapıları güncelleyerek buralardaki araştırma ünitelerimizi zenginleştirmek istiyoruz. Bu da çok büyük bir önem arz ediyor. Bugün sadece Belçika’daki araştırma merkezimizde Flamanca dilinde hazırlanan eser sayısı 40-50 cildi bulmuştur. Bu bir eğitim setidir, ders kitaplarıdır. Şimdi Almanya’da aynı çalışma devam ediyor. Böylece buralarda önümüzdeki yıllarda daha yoğun bir şekilde eğitim setleri, düşünce ve fikir kitapları oluşturulacak. Bunların bir kısmı Türkçeye aktarılmış olacak. Yani çok dilli bir yayın seferberliğine girişilmiş olacak ve yüksek düzeydeki araştırmalar, raporlar söz konusu olacak.
Diyanet İşleri Başkanlığının kamuoyunda sıkça görünürlüğünü takdir edenler olduğu gibi eleştirenler de var. Özellikle sosyal olaylara ilişkin yapılan değerlendirmeler zaman zaman tartışması konusu yapılıyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Diyanet İşleri Başkanlığının 81 vilayette ve ilçelerde müftüleri var, yüz bini aşkın personeli var, ancak insanları rahatsız edici bir görünürlüğünün olduğunu ben şahsen düşünmüyorum. Ancak Diyanet’in temsil mekanizmalarının sık sık kamusal beyan ve açıklamalarının olduğu söylenebilir, Diyanet’in temsil makamının daha çok medyatik olduğu ve medya üzerinden toplumla buluştuğu söylenebilir. Diyanet İşleri Başkanı’nın beyanları da zaman zaman tartışma konusu yapılıyor, başkanlığın kimi açıklamaları polemik konusu yapılıyor. Bunlar gayet doğaldır, ama Diyanet her hâl ve şartta sağduyunun sesi olmaya devam edecektir, Toplumun ortak dinî, manevi ve ahlaki değerlerini hatırlatmaya devam edecektir. Çünkü Anayasanın Diyanet’e verdiği görev, sağlıklı din bilgisini topluma aktarmak ve toplumu aydınlatmaktır. Bunun için de Diyanet her fırsatı değerlendirerek toplumla buluşmaktadır.
Türkiye’nin içinden geçtiği siyasi, toplumsal süreçlerle ilgisini kurarak Diyanet’in bir beyanını bunlarla ilişkilendirip, alınanlar olabiliyor. Ama herkes vicdanında biliyor ki Diyanet asla ve kata insanımızı rahatsız edecek, onları huzursuz edecek, onları manevi bakımdan tahkir edecek yahut onları bölecek veya manipüle edecek bir söylemin veya eylemin içerisinde olmuyor ve olmaz da.
Son olarak, yaşadığımız coğrafyada; Suriye, Mısır, Irak, Filistin v.b ülkelerde yaşanan sıkıntılar malum. Söz konusu durum bize nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
Çok önemli bir noktaya işaret ettiniz. Yani İslam dünyasının bugün içerisinden geçtiği süreç hakikaten yürekleri kanatıyor. İslam dünyası ağır bir sınavla malul, ağır bir sınavdan geçiyor.
İslam dünyası bir defa kendi sorumluluğunu üstlenecek önlemleri almadığı için, toplumsal, ekonomik ve yönetsel problemler yaşıyor. Aynı şekilde İslam dünyası toplumsal, ekonomik, yönetsel, iktisadi ve bilimsel bakımdan zamana geç kalmışlığının bedelini ödüyor. İslam dünyasında tarihe karşı ciddi bir gecikme sorunu var. Bundan dolayı bir anlamda zihin olarak tarihte kalmanın, gövde olarak bugünde bulunmanın gerilimini yaşıyor. Ve bu alanlarda, bilhassa sosyopolitik alanlarda oluşan eksikleri telafi edemedikleri için küresel sistemin küresel baskısına açık hâle geliyor. Durum böyle olunca iç barışı tesis edemiyor. İçeride güveni temin edemiyor ve çok ağır bedeller ödüyor. Onun içindir ki demokratik rejimlerin yerleşmiş olmaması, bireylerin irade, ifade ve vicdan özgürlüklerinin tam olarak teminat altına alınamamış olması, din özgürlüğünün ve din eğitiminin güncellenememiş olması İslam dünyası için çok ciddi bir açmazdır. Bu açıdan birtakım ideolojik yahut çıkarcı yaklaşımlar İslam dünyasını birbirine düşürüyor. Bugün bölgemizde cereyan eden hadiselere bakarak bütün bunların öncelikle kendi iç dinamiklerimizden kaynaklanan sorunlar olduğunu söyleyebiliriz. İslam dünyasındaki çatışmaların derûnunda yatan şey, bizim İslam toplumları olarak kendimizi güncelleyemeyişimizden kaynaklanan sorunlardır.
Bunda diğer medeniyet ve coğrafyaların da çok rolü vardır, ancak kabul etmek gerekir ki, tarih boyunca toplumlar ve milletler daima rekabet halinde olmuştur. Gücü elinde bulunduranlar, bunu istismar cihetine gitmişlerdir. Ama bunu sadece ötekinin kültürünü kötüleyerek, kabahatli bularak, İslam dünyasının kendi kusurlarını görmezden gelmek doğru değildir. İslam dünyası öz eleştiri yapmak zorundadır. İslam dünyası, geleneksel müesseselerini yenilemek zorundadır. İslam dünyasında din eğitimi, modern şartlarda ve çağın gerektiği ölçüde yapılmak zorundadır. İslam dünyası, yönetim alanında çağın gerektirdiği gereksinimleri dikkate alarak sosyopolitik güncellemeleri geliştirmek zorundadır. Ayrıca fakirlik sorununu aşmak zorundadır. İslam dünyasının fakirlik gibi bir problemi var. Yokluk, yoksulluk bunların hepsini İslam dünyası aşmak durumunda. Hepsinden önemlisi İslam dünyası, hukuk düzenini kurmak zorundadır.
Geleneksel zamanlarda zamanımız belki çoktu, ama şimdi artık saniyeler dahi çok önemli. Anthony Giddens isminde bir sosyolog var. O şöyle diyor: “Tarihte değişim her zaman olmuştur. Ama modern zamanlarla geleneksel zamanları birbirinden ayıran şey, değişimin hızıdır.” Bugün artık değişim çok hızlı ve bizim kendimiz için yeni enstrümanlar ve yeni üsluplar geliştirmemiz gerekiyor. İslam’ın güzelliklerini bu yeni enstrümanlar ve üsluplarla ifade edebilir hâle gelmemiz gerekiyor. Bunun için medya dilini, sanat dilini işe koşmamız gerekiyor. Diyanet’in, Diyanet çalışanlarının potansiyeli çok yüksektir. İnşallah ümidim o ki, kendilerine fırsatlar sunulduğunda, imkânlar verildiğinde, alanlar açıldığında içlerinden bu işlerin üstesinden gelecek kadrolar yetişecektir.