Makale

TEKNOLOJİK EYLEMDE TEOLOJİNİN AHLAKI

TEKNOLOJİK EYLEMDE TEOLOJİNİN AHLAKI


Doç. Dr. Seyithan CAN
Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


Biyoteknoloji çağında insana ve doğasına yönelik yapılan uygulamalar birçok yönüyle tartışılmıştır. Her ne kadar teknolojinin insan hayatına etkisi ve yönlendirici tarafı ahlaki paradigmalar açısından değerlendirilmiş olsa da inanç açısından pek de kritik edildiğini söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla ahlak ve inanç kavramlarının doğrudan birbiriyle ilişkili olduğu göz önünde bulundurulduğunda ahlaki değişimin inançsal değişimi, inançsal değişimin de ahlaki değişimi beraberinde getirdiği bir gerçektir.
Biyoteknoloji çağında inanç ahlak ilişkisinin dört temel ilke üzerinden kurgulanması mümkün. Bunlardan birincisi, teknoloji ile insan doğasına yapılan müdahaleler, “Tanrı’nın rolünü oynamak, tanrısallık veya Tanrı’dan rol çalma mıdır?” Bu ilkeyi ele alırken özellikle teknolojik uygulamaların insan doğasına yönelik müdahalesi Tanrı’nın nitelikleri, insan ve âlemle ilişkisi bağlamında tespit edilmeye çalışılacaktır. İkinci temel ilkemiz, “insanın onur, şeref ve kutsiyeti” ilkesidir. Bu ilke bağlamında, biyoteknolojik müdahalelerin insanın onur, şeref ve kutsiyetine zarar verip vermeyeceği üzerinde durulacaktır. Üçüncü ilkemiz, “insanın kaderine müdahale” olarak düşünülebilir. Bu ilkede insan doğasına yönelik herhangi bir müdahalenin onun kaderini belirleme süreci midir? Değil midir? Genetiğe dair herhangi bir müdahalenin onun iradesini ortadan kaldırma anlamı taşıyıp taşımayacağını tartışacağız. Son olarak belirlemiş olduğumuz prensip, “yarar ve zarar” ilkesidir. Bu ilkede teknolojik müdahalelerin fayda ve zarar boyutunu teolojik bağlam çerçevesinde değerlendireceğiz.
1. Tanrı’nın rolünü oynama
Tanrı’yı oynama kavramı, son teknolojik gelişmeler ışığında özellikle biyoetik alanında önemli tartışmalara yol açmıştır. Tanrı’yı oynama kavramı metaforik olarak karar verme, müdahale etme veya kontrol etme gücünün esasen Tanrı’ya ait olduğu varsayımını tanımlamak için kullanılmaktadır. (Nazan Yeşilkaya, Tanrıyı Oynamak, Ankara: Eskiyeni Yayınları, s.47, 2023.)
Genetik müdahale açısından ele alındığında Tanrı rolünü oynama kavramı, insan genomuna yönelik bir müdahale, insanoğluna yansıyan tanrısal imajı beşerî tasarım yoluyla bozguna uğratmak, ilahi olarak şekillendirilen doğal seçilimi askıya almak anlamına gelebileceği için kullanılmıştır. (Maide Barış, Umut ve Kaygı Arasında Genetik Müdahale, İstanbul: BETİM, s.122-123, 2022.)
Genetik müdahaleyi Tanrı’nın rolünü oynama kriteri üzerinden ele aldığımızda bunun pek isabetli olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü böyle bir iddia bazı teolojik problemler ortaya çıkarmaktadır. Birinci problem, insanın genetik kodlarının değiştirilemez bir şekilde Tanrı tarafından belirlenmesi sonucuna götürmesidir. Dolayısıyla bu insanın özgürlüğü, iradesi ve fiillerinde yönlendirici noktanın olmadığı anlamına gelir. Ancak insanın Tanrı ile ilişkisindeki en önemli temel paradigma, Tanrı’nın insana kendi davranışlarını yönlendirebileceği, irade ve kudret vermiş olmasıdır. Bundan dolayı insan yaptıklarından sorumlu bir varlık olarak kabul edilmektedir. İnsanın genetik kodları üzerinde kendi irade ve özgürlüğüne bağlı olarak kesin bir yönlendirici etkisi olmamasından hareketle genetik müdahalenin, Tanrı’nın rolüne soyunma olarak kabul edilmemesi gerektiğini söyleyebiliriz.
Genetik müdahalenin Tanrı’nın rolünü oynama şeklinde kabul edilmesi, Tanrı’nın mutlaklığı açısından da teolojik sorunların oluşmasına sebebiyet verir. Böyle bir iddia insanın Tanrı’nın rolüne soyunabilecek bir kapasiteye sahip olduğunu ortaya koyar. Dolayısıyla Tanrı her yönüyle mutlak olmaktan çıkar. Genetik müdahalenin Tanrı’nın rolünü oynama şeklinde kabul edilmesi, sınırlı olan bir varlığın mutlak bir varlığın alanına müdahale edebileceği anlamına gelir. Mutlak olan varlık, mümkün varlığa engel olmaması hasebiyle de aciz bir konuma düşebilmektedir. Bu değerlendirmeler ışığında Tanrı’nın mutlaklığı ve insanın sınırlılığı ile ele alındığında genetik müdahalenin Tanrı rolünü oynamaktan çok Tanrı’nın insana bir imkân sunması olarak kabul edilmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
2. İnsanın onur, şeref ve kutsiyeti
Biyoteknolojik uygulamalarda genetik herhangi bir müdahalenin teolojik bağlamda inanç ahlak ilişkisi açısından değerlendirilebileceği ikinci ilke insanın onur, şeref ve kutsiyetidir. Çünkü gen modifikasyonu, robotik teknolojileri insan haysiyetini çiğneme ve insanı insan yapan değerleri zayıflatma potansiyeli taşıdığı iddiasıyla eleştirilmektedir. (Sheıla Jasanoff, Teknoloji ve İnsanın Geleceği, çev. Barış Gönülşen, İstanbul: BHST Yayınları, s.11-13, 2021.)
Soy hattına yönelik genetik müdahalenin, embriyonun ve onun temsil ettiği insan varlığının şerefini zedeleyeceği ileri sürülmektedir. Bu argüman, şeref kavramını insan genomuna doğrudan bağlar. Bu anlamıyla DNA aslında dokunulmaz bir kutsal varlık, sıradan ölümlülerin erişimine kapalı olması gereken ilahi olanın özel bir bölgesi olarak kabul edilir. (Ted Peters, Playing God? genetic determinism and human freedom, New York: Routledge, 2nd ed., s.14, 2003.)
İnsanın kutsallığı, şerefi ve onurunu belirlemede, temel çizginin teolojinin insana yüklediği değer çerçevesinde ele alınması gerekir. Dolayısıyla insanı insan yapan, değerli, kutsal ve onurlu kılan sadece DNA’nın ontolojik yapısı ile ele alınmamalıdır. İnsanın kutsallığı, nitelikleri, yaşamı, çevreyle ilişkisi ve teoloji ile anlamlı kılındığı bütünsellik açısından ele alınmalıdır. İnsanların çoluk çocuk demeden öldürüldüğü ve köleleştirildiği, açlıktan bile hayatını kaybettiği, değerlerinden yoksun bırakıldığı bir zaman diliminde, genetik müdahalede insanın onur, şeref ve kutsiyetinin ihlal edildiğine dair argümanın tekrar gözden geçirilmesini zorunlu hâle getirmektedir. Çünkü günümüz insanlığına dair bu tür durumlar, genetik müdahaleye göre insanın onurunu, şerefini ve kutsiyetlerini daha fazla zedelemektedir. Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri, insanın yaşadığı hayat ile gelecekte yaşayabileceği durumlar üzerinden kapsayıcı şekilde ele alınması gerektiğidir.
Genetik müdahalenin bazı yönleriyle insanın onur, şeref ve haysiyetini kurtarabileceğini de söylemek mümkün. Şayet birçok hastalık, fiziksel problem veya zihinsel problemi çözebilecek durumdayken genetik müdahaleyle bunların çözülmesinin insan onuruna zarar vereceği düşünülürse Tanrı’nın seçimi, Tanrı-insan ilişkisi açısından sürekli sorgulanır hâle gelir. Özellikle hastalık açısından ele alındığında genetik müdahalenin belli bir yöne kadar kabul edilebilir olduğuna dair bir algının oluştuğu söylenebilir. Bu açıklamalardan sonra özellikle vurgulanması gereken önemli husus ise genetik müdahalenin, insanın doğasını var olandan daha kötü bir duruma sokmamak konusundaki sınırının ne olacağıdır. İnsana zarar verecek onun sağlığına herhangi bir noktada sorun yaratacak bir genetik müdahalenin de insan onur, şeref ve kutsiyetine zarar vereceğini kabul etmek gerekir. Şeref, onur gibi kavramlar insanın çevreyle ve kendisiyle ilişkili olduğu bütün etkenlerin bir arada düşünülmesi ile gerçekleşebilir.
3. Tanrı’nın yarattığını değiştirme ve insanın kaderi
Teolojiye bakıldığında insanın, bütün yönleriyle Yaradan’a ait olduğu bir tasavvur çizilmiştir. Dolayısıyla insana yönelik herhangi bir genetik müdahale Allah’ın yarattığını değiştirmek ve O’nun belirlemiş olduğu kadere bilfiil müdahale etmek olarak kabul edilmektedir. Ancak her ne kadar böyle bir iddia söz konusu olsa da genetik müdahalenin insanın kaderini değiştirme, yönlendirme şeklinde kabul edilmesi pek de makul görünmemektedir. Çünkü insanın varoluşsal sürecinin temelinin genler olmadığını söyleyebiliriz. Genlerin zorunlu bir şekilde biyolojik determinizme götürecek kadar insan kişiliği ve karakteri üzerinde etkili olduğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla genetik müdahalenin tam anlamıyla bir kaderi yönlendirme, Allah’ın belirlemiş olduğu kaderi çizme şeklinde ele alınması makul görünmemektedir. Böyle bir durumda insanın özgürlüğü, sorumlu olması gibi kaderin temelinde olan tartışmaların da pek bir anlamının kalmayacağı açık bir hâl alır. Dolayısıyla her ne şekilde olursa olsun insanın doğasına yapılan bir genetik müdahalenin onun kaderini kesin bir şekilde belirlediği, yönlendirdiği ve çizdiği gibi bir algının teolojik olarak makul olmadığını söyleyebiliriz.
4. Fayda zarar ilkesi
İnsan, tabiat ve ahlak gibi alanlarda bir probleme yol açmadığı sürece İslam’ın beşerî türdeki aktivite ve gelişmelere engel olduğu düşünülemez. İnancın ahlakiliği açısından ele alındığında helalliğin fayda, haramlığın da çirkinlik ve zararla bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. (Ali Ahmed Meşal, İslam ve Tıp Açısından İnsan Kopyalamak Caiz mi? ,Ürdün Tabipler Derneği Sempozyumu, İstanbul: Bilge Yayınları, s.11, 2003.)
Genellikle insan sağlığına zarar veren genlere müdahalenin ahlaki açıdan problem olmadığına dair bir düşünce mevcuttur. Bu bağlamda insan genomunu değiştirmeye yönelik müdahaleler ancak önleyici, tanı veya tedavi amaçlarıyla olabilir. Genel olarak tedavi amaçlı müdahaleler, fayda amaçlı olduklarından dolayı bu tür uygulamalarda, herhangi bir problem görülmez. Ancak tedavi amaçlı olsa da genetik müdahalenin bazı şartları taşıması gerektiğine dair görüşlerin de olduğunu vurgulamakta yarar vardır. Bunlardan ilki, genetik müdahalenin, tedavi edici yönünde makul alternatiflerin olmaması ve ciddi bir hastalığı veya durumu önleme amaçlı olmasıdır. Bir diğeri de yalnızca belirli bir hastalığa sebep olduğu ya da yatkınlık meydana getirdiğine dair kanıtın olması gerektiğidir. Çünkü genetik müdahale yapıldığında insanın doğasını hangi yönüyle etkileyeceği ve varacağı sonucun kesinliği konusunda net bir bilgi söz konusu değildir. Bunların yanında biyoteknolojik uygulamalarda insan, hiçbir şekilde deney olarak kullanılmamalıdır. Herhangi bir müdahalede oluşabilecek tüm riskler ayrıntılı bir şekilde araştırıldıktan sonra yapılmalıdır.
Sonuç olarak
İnsan inancının en temel felsefesi, beraberinde sorumluluğu da getirmesidir. Şayet bir insan Allah’a inanıyorsa O’ndan bağımsız değildir. Aksine kendi bilimsel ve teknolojik faaliyetlerinden Allah’a karşı sorumludur ve bunlardan hesap verme durumundadır. İnsanın bütün eylemleri açısından inancın ahlakiliği perspektifinde belirlenen bu felsefe, teknolojik uygulamalar açısından da geçerlidir. Bu yazıda, inanç ahlak ilişkisi bağlamında belirlenen dört ilkenin genel çerçeveyi belirlediği kanaatindeyiz. Biyoteknolojik uygulamaların inanç ahlakı bağlamında uygun olması için dört ilkenin tamamına da uygun olması gerekir. Hiyerarşik olarak takip edilmesi gereken bu dört ilkeden herhangi birine uyumsuzluk, inanç ahlak ilişkisi bağlamında olumsuz olarak kabul edilmelidir. İnancın ahlakı açısından belirlenen bu ilkelerin geleceğe dair ahlaki tasavvurun geliştirilmesinde genel uygulamalar ve kriterler olabileceğini de vurgulamak isteriz.