Makale

Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim

Sözün Özü berceste beyitler
Vedat Ali Tok

Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr
Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim
Ahmet Paşa


(Eski bir vakitte sevgili şöyle göz ucuyla bana bir merhaba lûtfetti. O gün bu gündür, o bakışın mestliğiyle başka birinin merhabasını hiç tanımadım.)


A hmet Paşa, Sultan Fatih’in vezirlerinden ve Divan şiirinin de ilk ustalarından bir şairdir.

Divan şiirinde mecaz ve gerçek çoğu zaman birbirine girmiştir. Yani şairin söylediği söz, gerçek anlamda mı yoksa görünen anlamın dışında mı; bu, her zaman belli olmayabilir. Şairler de böyle bir anlam kargaşasını bilerek ve isteyerek yaparlar. Çünkü şiirin anlam katmanları ne kadar çoğalır, giriftlik ne kadar artarsa, derinliği de o kadar enginleşir. Bu tür şiirlerin bir başka zenginliği de şudur: Şiiri okuyan herkes, kendi kültürüne göre şiirden bir anlam çıkaracak ve şiiri kendince yorumlayacaktır.

Her ne kadar şiirde mecaz ve hakikat birbirine karışsa da biz bu tarz şiirleri tahlil ederken anahtar kelimelere bakarız. Anahtar kelimeler birer şifre çözücü gibidir, şiirde anlatılmak istenen konuda ipucu veren kelimelerdir.

Yukarıya aldığımız beyitte dış anlama göre şair bize der ki: “Eski bir zamanda sevgili bana şöyle göz ucuyla bir işaret etti, sanki gözüyle bana bir merhaba dedi. Ben o merhabanın sarhoşluğunu yaşamaktayım, o günden bugüne başkasının merhaba demesine yahut bakışına, iltifatına hiç cevap veremedim. Buna ihtiyaç hissetmedim. O ilk merhaba beni kendimden geçirdi, o merhaba ile mest oldum.”

Böyle bir anlatıma göre, aklımıza ilk gelen şey şudur: Şairin karşısına bir güzel çıkmıştır, şair o güzelin şöyle bir bakışından çok etkilenmiş, ona âşık olmuş ve bu karşılaşmadan sonra da o güzelin haricinde hiçbir güzele bakamamıştır.

Bu beyitte “ezel” kelimesi anahtar kelimedir. Ezel kelimesi Divan şiirinde ruhlar meclisini (bezm-i ezel= elest bezmi= gayb âlemi) çağrıştırmak için, ruhlar meclisine telmih için kullanılır.

Dünya yaratılmadan önce ruhlar yaratılmıştır. Bu ruhlar meclisinde Allah Teala kullarına “Ben sizin Rabbiniz değil miyim (elestü birabbiküm), istifhamında bulunmuş; ruhlarımız da bu bir nev’i kulluk sözleşmesi de sayılan hitaba karşı “Evet” (belâ) demişlerdi.

Ahmet Paşa bu mecliste ruhunun Allah Teala’ya âşık olduğunu, insan olarak yaratılmasından sonra ise dünyadan hiçbir şeye karşı iltifat etmediğini, dünyevi güzellerin ve güzelliklerin cazibesine kapılmadığını ifade ediyor. Bu durumu sevgide, aşkta vefa, sadakat şeklinde değerlendirmek gerekiyor; çünkü âşık olanın âşık olduğu sevgilisine karşı büyük bir bağlılık göstermesi gerekiyor. Aksi takdirde vefadan söz edilemez. Sevgi, aşk kademe kademedir. Allah aşkı, peygamber aşkı, sonra beşerî aşklar… Bunlardaki silsile bozulursa sevgiliye sadakatsizlik baş gösterir.

Ahmet Paşa’nın bu beyti bize aşkın ezelî bir duygu olduğunu gösteriyor. Ve ilk aşkın da Allah’ın kullarını yaratmasından anlaşıldığına göre Allah Teala’nın kullarına karşı beslediği bir his olarak düşünülebilir. Öte yandan aşkın bir terbiye vasıtası olduğunu görüyoruz. Çünkü Ahmat Paşa diyor ki o ilk merhabadan sonra Allah’tan başkasına/masivaya tenezzül etmedim, kul olmadım.

Mutasavvıfların ve Divan şairlerinin çokça iltifat ettiği ve kutsi hadis diye bildikleri bir söz şöyledir: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bundan dolayıdır ki halkı yarattım, yokken var ettim.” Tasavvufa göre kâinatın yaratılış gayesi aşktır. Yenişehirli Avni diyor ki:

Çünkü sen âyine-i kevne tecellâ eyledin
Öz Cemâl’in çeşm-i âşıktan temâşâ eyledin
Bir başka şair aynı düşünceyi yukarıdaki beyte benzer bir ifade ile şöyle dile getiriyor:

Kendi hüsnün hûblar şeklinde peyda eyledin
Çeşm-i âşıktan dönüp sonra temaşa eyledin
(Ey Allah’ım, Sen, kendi güzelliğini güzeller ve güzellikler şeklinde ortaya koydun, sonra dönüp âşıkın gözüyle (yine o güzelliği) seyre koyuldun.)

Yani Allah Teala hem gösteren hem de gören; hem var olan, hem de oldurandır.

Buna göre aşkın, muhabbetin kaynağı Allah Teala’dır ve ilk aşk ve muhabbet de Allah Teala’nın kullarına karşı olmuş; bilinmeyi istemesi yani ilk tecellisi muhabbet ile vuku bulmuş, ilk ışık da Hakikat-i Muhammediye yani Hz. Muhammed (s.a.s.)’in muhabbeti ile olmuştur. İşte şairin:

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl

demesi bundandır. Yani sevgiden, aşktan, muhabbetten dolayı Allah Teala kulu ve rasulü ki, onun sıfatı Habibullah’tır, Hz. Muhammed’i yarattı, onun yüzü suyu hürmetine de kâinatı, insanları halk etti.

Demek ki Allah Teala kullarına sevgi ve muhabbetle nazar etmektedir. “Rahmetim, gazabımı geçti.” buyurması bunun delillerinden sadece biridir.

Ahmet Paşa diyor ki, bezm-i ezeldeki en yüce sevgilinin aşk dolu bir nazarı ile öyle bir haldeyim ki dünyanın fani merhabalarına bir türlü cevap veremiyorum.