Makale

Şehirlerimizin kalbi Camilerimiz

Şehirlerimizin kalbi:
CAMİLERİMİZ

Mustafa Özçelik

Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir varisin olmakla bügün mağrurum;
Yahya Kemal Beyatlı


Kalp, insan varlığının merkezidir. Bu yüzden sufi telakkide kalp, vücut şehrinin payitahtı olarak kabul edilir. Eğer, bu merkezin hükümdarı Cenab-ı Allah ise bedenin bütün unsurlarının faaliyetleri ilahî rıza çerçevesinde gerçekleşir. Aksi durumda ise buyurgan olan nefs olacağından vücut şehri de tarumar olacak demektir. Sufiler, bu bilinçle hareket ettiklerinden kalp temizliğini çok önemli bir mesele olarak görürler. Bu arınmada ise kalbi sürekli zikir halinde olması esastır. Şemsedddin Sivasi, o çok bilinen şiirinin ilk iki beytinde bu gerçeği şöyle ifade eder:

Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pürnûr olmadan
Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hakk
Pâdişâh konmaz saraya, hâne mamûr olmadan
Buna göre şu tesbiti rahatlıkla yapabiliriz: Kâinatın merkezinde insan vardır. İnsanın merkezinde ise kalp…Her şey orada başlayıp bitmektedir. Kalbin sağlığı ise zikirle (Allah’ı anmakla) gerçekleşebilir.

Müslümanlar, insan merkezli bu anlayışı hayata da intikal ettirmişler, inşa ettikleri şehirlerde en merkezî yapı olarak cami ve mescitleri düşünmüşler, hayatın gerekliliği olan okul, çeşme, bedesten gibi diğer kurumları cami merkezli olarak yapmışlardır. Bu yüzden şehirlerimizin merkezi, kalbi camilerimiz olmuştur. Camilerimiz kaybettiği pek çok fonksiyonu olmakla birlikte bu özelliklerini bugün de devam ettirmektedirler. Gerçekten de şehirlerin, kasabaların, köylerin nabızları camilerde ve çevresinde atmaktadır.

Camiler, her şeyden önce ibadet mekânıdır. Kur’an mektepleridir. Zikir (Allah’ı anma) merkezleridir. İnsan kalbini diri tutan zikir (Allah’ı anma) şehrin merkezi, kalbi olan camiyi ve camidekileri de diri tutar. Camide aydınlanan, arınan gönülle hayata çıkılır. Hayatın bütün işleri bu arınmanın bereketiyle gerçekleştirilir.

Cami, toplumsal olarak da çok önemli bir fonksiyona sahiptir. Birlik, beraberlik duygusu en çok burada yaşanır ve burada kazanılan zenginlikle hayata yansıtılır. Tanış olmak, biliş olmak, halleşmek burada ruh ve mana kazanır. Toplumsal meseleler, burada en doğru çözümünü bulur. Vahdet ve cemaat yani birlik ve topluluk içinde yaşamanın özgüveni burada elde edilir. Bundan dolayıdır ki, camide olmak, cemaat ve millet olma şuurunu da diri tutar.

Camilerin bir başka önemli özelliği de inanılan dinin bütün estetik tezahürlerinin tezahür ettiği yerler olmasıdır. Her bir cami, bir mimarlık abidesidir. Hat, tezhip, musiki, ahşap, oymacılık gibi sanatlar da burada hayat bulur. Caminin minaresinden, bina olarak dış yapısından başlayan bu sanatsal zenginlik caminin içinde daha bir görkemli şekilde kendini gösterir. Cami, bu haliyle bile içine girenlerin ruhlarında onları güzelliğe, ahenge, birliliğe çağıran bir fonksiyon icra eder.

Tarih boyunca camilerimiz işte çok azını sayabildiğimiz bu özellikleriyle şehirlerin kalbi oldular. Böylece Allah’ı anan kalp ve onu taşıyan beden nasıl diri ve sağlıklı olmuşsa cami de şehirleri diri tuttu. Camide kazanılan her değer, her güzellik hayata da yansıdı. Şehirlerimiz bu yüzden sadece taş toprak yığını olmadı, birer medeniyet merkezine dönüştü. Kimlik, kişilik değer ve anlam kazandı. İnsan dinden, din hayattan kopuk olmadı. Ortaya çelişkiler ve uyumsuzluklar çıkmadı.

Camiler, aynı zamanda bizim için birer hafıza merkezleri oldular. Hele kadim camilerimiz bu anlamda tam bir şehir hafızasıdır. Mesela Bursa’dasınız. Ulu Cami, 1399’ta yapımı tamamlanmış bir eser olarak yaklaşık 600 yıllık bir geçmişin anıtıdır. Bu cami var oldukça biz köklerimize hep bağlı olarak yaşayacağız demektir. Osmanlı’yı hep hatırlayacağız. Yıldırım Beyazı’tan Emir Sultan’a, burada imamlık yapan Mevlid şairimiz Süleyman Çelebi’ye, burayı ziyaret ederek seyahatnamesinde anlatan Evliya Çelebi’ye kadar nice tarihî isim de bu camiyle günümüze gelmekte ve hayatımıza katılmaktadır.

Biraz daha geriye gidelim. Sivas’tasınız. Ulu Cami’yi görmemişseniz Sivas sizin için çok fazla bir şey ifade etmeyecektir. Onun da 1197’de inşa edildiğini düşünürseniz, hafızanız sizi yaklaşık 800 yıllık bir geçmişe, Selçuklu çağına götürecektir. Böylece bir tarih galerisinde asırların hikâyesini okuyup nereden nereye geldiğimizi, nasıl bir tarihe sahip olduğumuzu, hangi değerlere tutunarak ayakta kalabildiğimizi anlamış olacağız.

Şimdi de bugüne gelelim. Modern telakki, alış veriş merkezleriyle, meydanları, siteleriyle ne yazık ki camiyi şehrin kalbi, merkezi olmaktan çıkarmanın gayreti içinde... Hayat ve insan, bu yeni merkezlere göre şekillendirilmeye çalışılıyor. Bu tablonun olumsuz yüzü gibi görünebilir ama, başka bir açıdan baktığımızda kurulan her yeni mahallede daha konutlar tamamlanmadan bir cami inşaatının da başladığını görebilmek mümkün. İşte bu insan fıtratının camiye duyduğu şuuraltı ihtiyacıyla ilgilidir. Ne kadar yabancılaşırsak yabancılaşalım, içimizde diri kalan bir nokta bizi harekete geçiriyor.

Öte yandan tarihi camilerimiz, şehrin hasta uzuvlarına rağmen hayatiyet belirtisi gösteren, şehre hâlâ ruh üfleyen mekânlar olmaya devam ediyor. Şehre gelen bir yabancıyı önce bu camilere götürüyoruz. Bu, hem kalbimizin diri kalan tarafının yönlendirdiği bir davranış hem de bir mecburiyet.. Öyle değil mi çıkarın camileri, çeşmeleri, hamamları, bedestenleri… Ortada “şehrimiz” diyebileceğimiz bir yer kalır mı?

Şimdi bütün mesele, camilerimize kaybolan fonksiyonlarını geri kazandırmak… Onları şehirlerin diri kalpleri haline getirmek…Bunu yaparken geleneğin bilgisini ve bilgeliğini hiç unutmadan hareket etmek gerekiyor. Çağdaş mimarımız Mimar Sinan’ın ruhunu incitmeden yapmalı camileri... Duvarları ziynetlendiren hat levhalarına bakarken onlarda Necmeddin Okyay’dan bir iz görmek... Kur’an tilavet eden hafızın sesinde Hafız Tevfik Efendi’nin sesinden bir renk bulabilmek gerek...



Bütün bunlar, ilgili kurumların gayreti kadar, fert fert hepimizin de gayretini ama ondan önce bilincini gerektiriyor. Modern hayat, hızı ve karmaşasıyla bizi namaz kılsak bile camilerden uzak tutuyor. Bu anlayışa karşı durabilmek gerekiyor. Hiç bir mazerete sığınmadan namazlarımızı camide kılabilmek belki de bu bilincin kazanılmasında atılacak ilk adımdır. Camilerimiz, bizi bekliyor, hele de çocuklarımızı, gençlerimizi... Bir kere daha ifade edelim ki, insanın maddi ve manevi sağlığı, gelişmesi vb. için kalbi ne anlama geliyorsa yaşadığımız şehirler için de camiler aynı anlama gelmektedir.