Makale

Milli egemenlik ve Diyanet

Milli egemenlik ve Diyanet


Yrd. Doç.Dr. Muammer Göçmen
SDÜ İlahiyat Fakültesi / mumen@sdu.edu.tr


Saltanat’tan Cumhuriyet’e giden yolda Ankara’da kurulan yeni meclisin ilk yaptığı işlerden birisi-belki de en önemlisi- 20 Kânunusani 1337(1921) tarihinde yeni bir anayasa oluşturma fikri olmuştur. Kabul edilen bu 85 sayılı Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu’nun 1. maddesine konulan “Hâkimiyet bilâ kayd u şart milletindir.” ifadesi daha sonra kurulacak Cumhuriyet’in en temel prensiplerinden olan millet egemenliğini Türk milletine hediye etmiştir. Meclis bu ifadeyle bir sınıfın, zümrenin ve hanedanın elinde olan egemenliği gerçek sahiplerine yani millete vermiştir. Böylece egemenlik hiçbir kayıt ve şart altına alınmaksızın milletin olacaktır. Bugün bu temel ilke TBMM’nin duvarına, milletvekilleri yasama faaliyetlerini yürütürken bu kuralı unutmadan sadece milletin emrinde hizmet verecekleri bilinciyle çalışmaları için kazınmıştır. İlkel dönemlerden beri insanlar toplumda dünya işlerinin görülmesi için, adına devlet veya hükümet denilen teşkilatlar kurarak gündelik yaşamın daha düzgün ve ahenkli bir şekilde yürümesini düşünmüşlerdir. Millete ait olan hâkimiyet, zaman içinde toplumdaki kamu yönetimi anlayışının gelişimine paralel olarak milletin bütün fertleri yerine seçimler veya atamayla oluşturulmuş olan meclislere devredilmiştir. Ülkemizde önceleri atama ile gerçekleştirilen meclis seçimleri, dünyadaki gelişmeler ve ülkedeki demokrasi anlayışının yükselmesiyle birlikte tamamen demokratik bir şekilde geniş katılımlı ve serbest oylamalarla yapılmıştır. Yeni kurulan Cumhuriyet de bu anlayışa gönülden bağlı olduğunu kanıtlamak için 20 Nisan 1924 yılında kabul edilen anayasa metninin 3. maddesinde bu kuralı zikretmiş ve bu anlayışı anayasanın değişmez maddeleri arasına almıştır. Bundan sonraki tarihlerde yapılan yeni anayasalarda da bu madde aynen korunmuştur.

Ülkemizin düşmanlar tarafından işgal edildiği o karanlık günlerde açılan meclisin din ve din kurumlarına karşı hasmane ve saldırgan bir tutum içerisinde olacağı elbette düşünülmemelidir. Hatta o günlerde açılan meclisin müzakerelerinde tamamen şerî bir kurumun tekelinde olan ‘ahkâm-ı şeriyyenin tenfizi (şerî kuralların uygulanması)’ görevi de 1921 anayasasının 7. maddesiyle Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’ne bırakılmıştır. Daha sonraları Atatürk, Nutuk adlı eserinde bu ifadenin genel geçer bir söylem olduğunu ve “ahkâm-ı şeriyye demek ahkâm-ı kanuniye demek” anlamına geldiğini söylemiştir. Yani burada şerî hükümden kasıt meclisin çıkardığı geçerli yasalar olarak anlaşılmıştır.

Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında temelleri atılmaya başlanan din ile devlet işlerinin ayrılması fikrinin Cumhuriyet’le birlikte gelen laiklik ilkesiyle birlikte artık anayasanın vazgeçilemez ve değiştirilemez temel kuralları hâline getirilmesi için bazı çalışmaların yapılması gerekiyordu. 3 Mart 1924 tarihinde “Şer’iyye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiyye-i Umumiye Vekâletlerinin İlgasına Dair Kanun” çerçevesinde Türkiye’de din işlerini yürüten Şer’iyye Vekâleti kaldırılmış oldu. 429 sayılı bu kanun Şer’iyye Bakanlığı’nı kaldırırken aynı kanunun 1. ve takip eden diğer maddeleriyle Diyanet İşleri Reisliği adı altında yeni bir kurumu da ihdas etmiştir. Bundan sonra ülkedeki tüm din işleri ve dinî kurumların yönetilmesinden Diyanet İşleri Başkanlığı sorumlu olacaktır. Bu konu 429 sayılı kanunun 5. maddesinde şu şekilde halka duyurulmaktadır: “Türkiye Cumhuriyeti sınırları dâhilinde bütün cami, mescit, tekke ve zaviyelerin idaresine, imam-hatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyımların ve sair görevlilerin tayin ve azillerine Diyanet İşleri Reisi memur olmuştur.”

Yeni Cumhuriyetin kurucuları bir açıdan geleneği muhafaza ederek, din kurumunun sahipsiz ve başıboş bir hâlde bırakılmasına rıza göstermeyerek dinin kamu otoritesi tarafından sadece denetimi yapılacak şekilde örgütlenmesine gitmişlerdir. Devlet, din işlerini belli mezhep, cemaat ve teşekküllerin eline bırakmayarak onu yok saymadığını ve din işleri ile dinî hizmet ihtiyacının bir kamu hizmeti olduğunu kabul etmiştir. Bu kanun gereğince milli mücadelede büyük hizmetleri geçmiş ve Atatürk’ün yanında Kurtuluş Savaşı’na omuz vermiş olan Ankara Müftüsü Rıfat Efendi (Börekçi) ilk Diyanet İşleri Reisi olarak atanmıştır. Diyanet İşleri Reisliğinin kurulması kuru bir isim değişikliğinden ibaret olmayıp, bu kanun gereğince memleketimizde din ile devlet işlerinin birbirinden kesin olarak ayrı değerlendirilmesine de yol açmıştır. Cumhuriyet, uzun yıllar süren bir hizmetle kurumsallaşmış olan din bürokrasisini yok etmek veya zayıflatmak yerine halkın bağrından çıkan ve milletin içinde saygın bir yeri olan yeni bir teşkilat kurma yönüne gitmiştir. Devlet, ülkede din işleri teşkilatını kurarken çok aşırı ve müdahaleci bir tavır sergilemekten ziyade bu hizmetlerin devletin kontrolü dâhilinde yapılmasını istemiştir. Akabinde yayınlanan 430 sayılı kanunla da din hizmetlerini yürütecek insanları yetiştirmek üzere İstanbul Darülfünun’una bağlı bir İlahiyat Fakültesi ve bazı şehirlerde de orta eğitim hizmeti veren İmam-Hatip Okulları açılmıştır. 29 Nisan 1950 yılında yürürlüğe giren 5634 sayılı kanunla da Diyanet İşleri Reisliğinin adı Diyanet İşleri Başkanlığı olarak değiştirilmiştir. Bu değişikliğin yanında kurum içerisinde de bazı birimler kapatılırken yeni birim ve dairelerin de kurulduğu görülmektedir. 1931 yılı Bütçe Kanunu ile Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş olan cami ve mescitlerin idaresi de yeniden Diyanet İşleri’ne bağlanmıştır. Buralarda çalışan görevlilerin kadroları da Diyanet teşkilatına aktarılmıştır.

Değişik Cumhuriyet hükümetlerinin bazı yasal düzenlemeleriyle Diyanet’in teşkilat yapısı ve hizmet birimlerinin oluşturulmasında önemli adımlar atılmıştır. Sınırlarımız dâhilinde din hizmetlerini yürütmek üzere tesis edilen Diyanet İşleri Başkanlığı kendisine kanunlarla verilen görevlerini tarafsız, yansız ve adil bir şekilde, milletin fertlerini birbirine düşürmeden layıkıyla yapmayı başarmıştır. Artık yürüttüğü hizmetler sadece yurtiçine münhasır olmayıp dünyanın tüm coğrafyalarında ve beş kıtada yetkin din adamlarıyla kıyamete kadar hizmetlerini sürdürecektir.