Makale

Modernleşme ve Toplumsal Değişim

Modernleşme ve Toplumsal Değişim

Prof. Dr. Osman KÖSE
Polis Akademisi / Ankara

Modernlik ve Batılılaşma, kelime olarak farklı anlamlar ifade etse de günlük yaşam içinde kullanılırken bu iki kelime aslında aynı manaları çağrıştırmaktadır. Modernlik, yaşanılan “an” veya geçmişten geleceğe yol alan zamanın o an içinde bulunduğu son merhaledir. Batılılaşma ise 17. veya 18. asırlarda Batı dünyasında başlayan teknolojik, kültürel ve sosyal yaşamı kabul etmek ve o doğrultuda bir yaşam içinde olmaya gayret göstermektir. Bu anlamıyla Batılılaşma da, moderniteyi yaşama anlamına gelmektedir.
Batı dünyasında Rönesans ve dinî alanda reformlarla başlayan gelişme 17. asırdan sonra insanların ve toplumların yaşamlarını derinden etkileyecek köklü değişimlere sebep oldu. Temeli, bilimsel gelişmeye dayanan ve savaş meydanlarında askerî üstünlüğü getirmeyi hedefleyen silahlar üretilmeye başlandı. İlkönce askerî alanda üretime geçen teknoloji, zaman içinde insanların yaşamlarını kolaylaştıran ve sosyal anlamda rahatlamayı beraberinde getiren üretimlerle 18. asır sonlarına doğru ileri bir noktaya geldi. Artık uzun uğraşlar sonunda yapılan az üretimler yerine atölyeden fabrikaya doğru giden seri üretimler oldu ve insanlar kolayca bunlara ulaşmaya ve gündelik yaşamlarında kullanmaya başladılar.
Batı dünyasında bilim ve teknoloji alanında meydana gelen bu devasa değişim, edebiyat, sanat, kültür ve sosyal yaşamda da büyük inkişaflar meydana getirdi. Bugün bilimsel hayatın birer parçası olan sosyoloji-psikoloji gibi yeni bilim dalları ve kapitalizm, sosyalizm ve liberalizm gibi düşünce akımları doğdu. Günlük hayatın idame ettirildiği evlerden, evlerin içinde kullanılan mobilyalara, giyilen pantolon ve ceketten başa takılan fes veya şapkaya, her gün ulaşım için yürünen yollardan, yollarda hızlı gitmek için tekerlekli arabalara ve mideye indirilen yemeğe kadar Batı dünyasının üretimi ve yaşam biçimi hayatın standardı ve bu standarda ulaşmak için hedefi hâline geldi.
Bu gelişmelerin yanı sıra toplumları ve devletleri yönetmek için yeni yönetim modelleri çıktı. Demokrasi, parlamento ve seçimler gibi kavramlar tamamen Batı dünyasında meydana gelen değişimlerin bir sonucu olarak ortaya çıktı.
İşte Batı’nın topyekûn ürettiği ve içinde teknolojiden günlük yaşamın en ince ayrıntılarına kadar olan değerler manzumesine ve bu değerleri alma veya alma mücadelesine “Batılılaşma” diyoruz.
Batılılaşma deyince ilk zamanlar coğrafi bir anlam olarak, Doğu dünyasının batısı olarak bir çağrışım yapsa da artık bu anlamın dışında olarak modernleşme ve yaşanılan zamana uyma akla gelmektedir. Yani Batılılaşma ve modernleşme deyince kastedilen mana aynıdır.
Batı’da topyekûn hayatın her tarafını kapsayan bu değişim zaman içinde “Batı kültürü” olarak ifade edilen bir değerler bütününü ortaya çıkardı. Batı dünyasında yaşayan insanlar ve toplumlar asırlardır hayatlarının bir parçası olan ve nesilden nesile kendilerine kadar ulaşan yaşam biçimlerini alt üst eden bu değişime ilk başlarda direnseler de, zaman içinde kendilerini saran değişim furyasını hayatlarının bir parçası olarak gördüler.
Rönesans’tan itibaren uzun bir zaman periyodunda oluşan değişim ve gelişim süreci 18. asırdan sonra onun dışında olan toplumları da etkilemeye başladı. O dönemde Batı dünyasının dışında kalan ve doğuda Viyana’dan Yemen’e ve Kuzey Afrika’dan Karadeniz’in kuzeyine kadar olan dünyadaki insan çoğunluğunun yaşadığı dünyada Osmanlı devleti hâkimdi. Batı’daki değişimin ana ekseni ve lokomotif gücü askerî teknoloji alanında olduğu için Osmanlı devletinin buna kayıtsız imkânsızdı. 18. asır başlarından itibaren başlayan ve üst üste gelen yenilgiler, seri üretimle doğu pazarlarını işgal eden Batı dünyasının üretimleri elbette Osmanlı devletine Batı’da bir değişimin ve gelişimin olduğunu fark ettiriyordu.
Savaş meydanlarındaki karşılaşmalar, ticari alışverişler, batıdan doğuya ve doğudan batıya seyahatler ile devletlerin karşılıklı kurdukları diplomatik temsilciler aracılığıyla Batı dünyasının her anlamda doğuya göre daha cazip ve üstün bir yaşama sahip olduğu gerçeğini ortaya çıkardı. Artık 19. asra girerken teknolojiden yaşama kadar çok şeyde Batılı değerlerin alınması için gayretler kendini göstermekteydi.
Osmanlı devletinin 19. asırda II. Mahmut döneminde festen elbiseye kadar devlet memurlarına Batılı tarz giysiyi mecburi hâle getirmesi, üst düzey bürokrasi ve ticaretle uğraşan “dünya görmüş sınıfın” evlerini Batı stili mobilyalarla dizaynı, 1826’dan sonra kurulan yeni askerî sınıfın Batı tipi müzikle tanışması ve mehterin yasaklanması, muhtarlık ve posta teşkilatı gibi Batılı değerlerin devlete adapte edilmesi yavaş yavaş Batı’nın örnek alınmasının işaretleriydi. Nihayet topyekûn olarak devletin ve toplumun yönünün Doğu’dan Batı’ya dönüşünü ifade eden Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile Osmanlı devleti ve toplumu Batılılaşma yoluna girdi.
1839 yılında Tanzimat Ferma-nı’nın ilanı ile başlayan bu süreç, Islahat fermanı, Kanuni Esasi’nin ilanı, II. Meşrutiyetin ilanı ile devam etmiş ve Cumhuriyetin ilanı ile de daha hızla yol kat edilen bir alana girmiştir. Türkiye’nin Avrupa birliğine tam üyelik için müracaatı ile de bu süreç hâlâ devam etmektedir. Yani merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ifadesi ile Batılılaşma yolunda Türkiye “uzun ince bir yolda” yolculuğuna devam etmektedir.
İlkönce teknoloji ve devlet hayatında Batılı sistemin adaptasyonu ile başlayan bu süreç beraberinde Batı’nın kültürel değerlerinin yavaş yavaş sosyal hayatın içine girmesini getirdi. Tanzimat süreci ile Paris, Londra ve Viyana gibi Avrupa kentlerine yapılan yolculuklar, öğrenim için giden öğrenciler ve farklı amaçlarla gidenler uzun süre bu şehirlerde kalmanın verdiği avantajlarla gördüklerini ve yaşadıklarını dönüşlerinde aktarma ve yaşamaya başladılar. Bir taraftan da devlet dairelerindeki düzenlemeler, kılık kıyafet ve yaşamın diğer alanlarında sergilenen zoraki uygulamalar, 19. asır itibarıyla Osmanlı toplumunda büyük bir sosyal dönüşüm ve kültürel değişimi de beraberinde getirdi.
Elbette zaman içinde toplumların sosyal dokularının ve kültürel yapılarının kendi dinamizmi içinde değişime uğraması veya başka kalıplara girmesi mukadderdir. Bir toplumun asırları aşarak devam etmesi için bu en doğal olanıdır. Batı kültürünün hâkim olduğu günümüz dünyasında bu tarz bir değişim örneğine rastlamak mümkün değildir. Fakat bunun dışında bir toplumun yaşamı ve daha genel ifadeyle kültürel yapısı iki şekilde değişir. Birisi dünya siyasetine hâkim devletin veya devletlerin sahip olduğu kültürel değerlerin zaman içinde ikincil ve diğer devletlere ve toplumlara sirayet etmesidir. Bu tarz kültürel değişime ve etkileşime günümüzde kültür emperyalizmi denmektedir. Amerikan veya Batı kültürünün dünya ülkelerine yayılması ve kabulünü buna örnek olarak verebiliriz.
İkinci derecede kültürel değişim, hâkim siyasi otoritenin diktesi ile topluma şekil vermeye çalışması ile oluşur. Bu tarz yöntemlerde giyimden yemeye kadar her alanda insanların davranışları siyasi otoritenin biçimlendirmesi çerçevesinde gelişir ve zamanla o toplumun yaşam biçimi ve kültürel değeri olarak görülür.
Tanzimat döneminden günümüze gelinceye kadar Türk toplumunda yaşanan modernleşme, büyük bir sosyokültürel değişimi de beraberinde getirmiştir. Çoğu toplumların aksine gerek Osmanlı devleti ve gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nde olan değişimin yukarıda tarif edildiği şekliyle iki yönlü olarak yapıldığı görülmektedir. Devletin zaman periyodu içinde Batı’dan aldığı kurumlar, ulaşım ve iletişim kanalıyla oluşan etkileşimle ortaya çıkan değişimi ilk sıraya koymak mümkündür. Buna kültür emperyalizmi denmektedir. Türkiye bu yönüyle Batı’nın kültürel saldırısı altındadır. Her gün televizyon, internet, gazeteler ve sosyal paylaşım siteleri ile Batılı değerleri benimsiyoruz ve asırlardan beri gelen çoğu davranışlarımızı unutmaya başlıyoruz. Fakat bunun önüne geçme imkânı yoktur. Ancak zaman içinde bu ülkelere karşı koyacak tarzda teknoloji üretilirse kadim değerler tekrar hayat bulur; kitleler tarafından korunur ve dış dünyadan gelen empozelere karşı kendini muhafaza eder.
Türk tarihinde modernleşme sürecinde yaşanılan kültürel değişimde asıl sorun zaman zaman siyasi otoriteler tarafından halka zorla empoze edilen kültürel yaşam ve davranış biçimleridir. Siyasi otoriteler tarafından “halkın yararına” olarak tarif edilerek zorla kitlelere kabul ettirilmeye çalışılan bu değerler büyük bir reaksiyon ile karşılansa da, zaman içinde bu uygulamalar toplumda büyük değişimleri beraberinde getirmiştir. Yukarıda ifade edildiği üzere 19. asırda resmî görevlilere zoraki kılık kıyafet dayatması, Batı tarz müzikalin mecburi hâle getirilmesi ve imparatorluğun sonlarına doğru meşrulaşan “yasaklar-sansürler” silsilesini Osmanlı döneminde devletin zoraki dayatmaları olarak saymak mümkündür.
Topluma uygulanan dayatmacı yaşam biçiminin Cumhuriyet döneminde daha sık ve radikal şekilde uygulandığı görülmektedir. Kılık kıyafet düzenlemesi, Türkçe ezan ve Kur’an uygulaması, 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat gibi darbeler döneminde topluma dayatılan yaşam biçimlerini bu dönemde devletin zoraki hayata geçirmeye çalıştığı uygulamalar olarak sayabiliriz.
İşte siyasi otoriteler tarafından topluma dayatılan bu uygulamalar beraberinde yeni bir yaşamı getirmekte ve sosyokültürel alanda büyük değişimler yapmaktadır. Doğu toplumları bu anlamda hem Batı kültürünün istilası altında ve hem de siyasi otoritelerin zoraki dayatmaları altında hayat sürmekte ve yeni kültürel yaşamlar içinde cebelleşmektedirler.
Modern zamanda moderniteyi yaşamak geleceğe bakan toplumlar için şarttır. Kültürel değişim de hayatın bir gereğidir fakat kültür emperyalizmi ve otoritelerin dayatması ile şekillenen bir kültürel hayat sağlıklı bir değişim değildir.