Makale

SORUN SÖYLEYELİM

SORUN SÖYLEYELİM

Hazırlayan: Dinî Soruları
Cevaplandırma Komisyonu

Kur’an’da Yüce Allah, kendisiyle ilgili olarak bazen "biz" ifadesini kullanmaktadır. Bunun anlamı nedir?
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ bazen, kendisiyle ilgili olarak "biz" ifadesini kullanması, O’nun azamet ve şanının yüceliğine işaret eder. Hemen bütün dillerde saygı ve yücelik ifadesi olarak bu tür ifade biçimine başvurulmaktadır.
Kur’an’da, Yüce Allah’ın zat ve sıfatlarından bahseden ayetlerde genellikle tekil zamir, fiillerinden bahsedildiğinde ise bazen tekil, bazen de çoğul zamir kullanılmıştır. Nitekim, "Sizi, Biz yarattık" (Vâkıa, 57), "Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık" (Kâf, 6), "Andolsun, insanı Biz yarattık" (Kâf, 16), "Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yarattı. Gökten de yağmur indirip, orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik" (Lokman, 10), "Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık" (ls- râ, 12) gibi, fiilleriyle ilgili ayetlerde, hem tekil, hem de çoğul zamir kullanılmıştır. Kendi zâtı ve uluhiyeti ile ilgili şu ayetlerde ise, tekil zamir kullanılmıştır: "Şüphe yok ki Ben, Rabbinim senin." (Tâ-hâ, 12), "Şüphe yok ki Ben, Allah’ım, Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et." (Tâ-hâ, 14), "O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır." (Haşr, 22)
Melekler nasıl varlıklardır?
Nurdan yaratılan ve insandan tamamen farklı olan melekler Allah’a isyân etmezler. Hangi iş için yaratılmış iseler o işi yaparlar. Daima Allah’a ibadet ve itaat ederler. Kur’ân’da bu hususa şöyle işaret edilmiştir. "Üzerlerinde hakim ve üstün olan Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar." (Nahl, 50), "Şüphesiz Rabbin katındaki (Melek)ler O’na ibadet etmekten büyüklenmezler. O’nu teşbih ederler, yalnız O’na secde ederler." (A’raf, 206)
Melekler bir anda Allah’ın emrettiği bir mekândan diğer bir mekâna intikal edecek, hatta yerleri ve gökleri dolaşacak bir kabiliyette yaratılmışlardır. Kur’ân-ı Kerim’de meleklerin kanatlı varlıklar olduğu ifade edilmektedir: "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini arttırır." (Fâtır, 1) Melekler son derece kuvvetli ve süratli varlıklardır, insanların yapamadıklarını kolayca yaparlar, ulaşamadıkları yerlere çabucak ulaşırlar.
Melekler, Allah’ın emirleriyle farklı şekillere girebilirler. Örneğin Cebrâil, Hz. Peygamber’e gelirken bazen Dıhye adındaki sahabi gibi görünmüş, bazen de kimsenin tanıyamadığı bir yabancı gibi gelmiştir. (Müslim, îmân, 1) Hz. İbrahim ve Hz. Meryem’e gönderilen meleklerin de birer insan şeklinde göründükleri yine Kur’ân’da haber verilmektedir. (Meryem, 16-17; Hûd, 69-70)
Meleklerin gözle görülmeyişleri, onların yok olduklarından değil, gözlerimizin o kabiliyette yaratılmamış olmasındandır. Melekleri gözlerimizle müşahede edemeyişimiz, onları inkâr etmemizi gerektirmez. Zira gözümüzle görmediğimiz hâlde varlığını kabul ettiğimiz çok şey vardır. Akıl, ruh, zekâ gibi varlıklar; sevinç ve üzüntü gibi hâller bunlardandır. O hâlde meleklerin varlığına da ruhumuz ve aklımız gibi inanmak zorundayız.
Melekler gaybı bilebilirler mi?
Gayb bilgisi yalnız Allah’a mahsus olduğundan, melekler gaybı bilemezler. Ancak Allah onlara bildirebilir. Kur’an’da Allah’ın Hz. Adem’e varlıkların isimlerini öğrettiği, sonra da bunları meleklere göstererek isimlerini söylemelerini istediği, meleklerin de, "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka, bizim hiçbir bilgimiz yoktur..." dedikleri bildirilmektedir. (Bakara, 31-32)
Ruh göçü (Reenkarnasyon) ve İslâm’daki yeri nedir?
Tenasüh, reenkarnasyon, hulûl kavramlarıyla da ifade edilen ruh göçü, ruhların beden değiştirerek dünyaya tekrar tekrar gelmelerine inanmaktır. Ruh göçü inancı, Hindistan ve Çin’in büyük bir bölümü başta olmak üzere, dünyanın bazı bölgelerinde varlığını sürdürmektedir. Bu inanca sahip olanlara göre, ruhun bir defa dünyaya gelmesiyle, evreni tanıması mümkün değildir. Bunun için, bir beden ölünce ruhu, başka bir bedene geçer. Bu yeni bedende ruh öncekine oranla daha da olgunlaşır. Söz konusu intikal her ömrün sonunda başka bedende ve varlıkta gerçekleşebilir. Nitekim su, bulut vegofc^urüTtüsüne dönüşüyor. Yumurta kuş biçimine geliyor. Palamut, meşe ağacı oluyor. Odun ateş ve kül hâlini alıyor.
Tenasüh inancı İslâm’la bağdaşmaz. Islâm inancına göre ruh, ezelî olmayıp sonradan yaratılmıştır. O, bedenin tamamlayıcısıdır. Ölümle bedenden ayrılan ruh, tekrar başka bedenlerle dünyaya gelmeyecek, ahirette beden yeniden yaratılınca, ruh tekrar ona iade edilecektir. Dolayısıyle dünyadaki ameline göre, mükâfat veya cezaya muhatap olacaktır. Kur’ân’da ruh göçünün olmadığı kesin olarak ifade edilmektedir: "Nihayet onlardan birine ölüm gelince: ’Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım’ der. Hayır! bu sadece onun söylediği boş bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır." (Mü’minûn, 99-100)
Kabir hayatı nedir?
Ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar devam edecek hayata, kabir hayatı denir. Kabir hayatı, "Berzah" diye de adlandırılır. Hz. Peygamber, "Kabir, ahiret duraklarının ilkidir. Bir kimse o duraktan kurtulursa, sonraki durakları daha kolay geçer. Kurtulmazsa, sonrakileri geçmek daha zor olacaktır." (Tirmizi, Zühd 5; Ibn Mâce, Zühd 32) buyurarak, ahiret hayatının ölümle başladığını bildirmiştir.
İnsan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adında iki melek kendisine gelerek "Rabb’in kimdir?", "Peygamberin kimdir?" "Dinin nedir?" diye soracak, iman ve güzel amel sahipleri, bu sorulara doğru cevaplar verecekler ve kendilerine cennet kapıları açılarak gösterilecektir. Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara doğru cevap veremeyecek, onlara da cehennem kapıları açılarak cehennem gösterilecektir. Kâfirler ve münafıklar kabirde acı ve sıkıntı içinde azap görürlerken, müminler nimetler içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat süreceklerdir. (bk. Tirmizî, Cenaiz, 70) Kabir azabı ve nimeti ile ilgili olarak Kur’an’da ve sahih hadislerde çeşitli bilgiler bulunmaktadır.
Kur’an’da kaç ayet vardır?
Kur’ân-ı Kerim’in mâna, işaret veya hüküm ifade eden, kısa veya uzun cümlelerinden her birine "ayet" denir. Ayetlerin sayısında aşağıda açıklanan bazı sebepler dolayısıyla İslâm bilginleri arasında görüş ayrılığı vardır:
a) İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre sûrelerin başında yer alan Besmele, Kur’an-ı Kerim’den bir ayettir. Ancak, bunlardan her birinin, başında bulunduğu sûreden bir parça ve sûrenin ilk ayeti olup olmadığı konusunda farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Şafiî âlimler, söz konusu "Besmele"leri, başında bulundukları sûrenin bir
parçası saydıkları halde Hanefi bilginler, bu Besmelelerin, başında bulundukları sûrenin birpafçası olmayıp, her bl- rinin o sûreden ayrı müstakil bir ayet olduğunu, sûrelerin arasını ayırmak ve teberrûk olunmak (bereket ve feyzinden yararlanılmak) için indirildiğini söylemişlerdir.
b) Bazı sûrelerin başında, "Yâ-sîn, Hâ-Mîm, Elif-Lâm- Mîm-Râ, Tâ-Hâ..." gibi "huruf-u mukattaa" denilen harfler, bir kısım bilginlerce, müstakil birer ayet kabul edilmiş, diğer bir kısım bilginler ise bu gibi harfleri, başında bulunduğu sûrenin ilk ayetinin bir parçası saymışlardır.
c) Bazı uzunca cümleler, bir kısım bilginlerce iki veya üç ayet sayılmışken, diğer bazı bilginlerce tek ayet itibar edilmiştir.
Netice olarak ayet sayısının, kıraat imamlarından Nâ- fî 6217; Şeybe 6214; Mısırlı bilginler 6226; bir rivayete göre ibn-i Abbas 6616 olduğunu söylemişlerse de, Kufelilerin görüşü olan 6236 sayısı kabul görmüş ve yeryüzünde basılı bütün Mushaflarda ayetler bu sayıya göre numaralandırılmıştır. Halk arasında bilinen 6666 sayısının herhangi bir dayanağı olmayıp, muhtemelen çocuklara kolay öğretmek amacıyla yuvarlak olarak söylenmiş bir rakamdır. Bu ihtilâflar, ayetlerin numaralandırılmasıyla ilgili olup, Kur’an’ın metni ve muhtevası ile ilgisi yoktur.
Ecel nedir? Ömür kısalır ya da uzar mı?
Ecel, kelime olarak mutlak vakit, bir şeyin müddeti veya bir şeyin müddetinin sonu demektir. Dinî bir terim olarak ecel, insan ömrünün sonu anlamına gelmektedir. Ecel hayatın son bulması ve ölümün gerçekleştiği zamandır. Bu anlamı ile her canlı için tek bir ecel vardır. Bu ecel Allah’ın kaza ve takdiriyle olup, asla değişmez. Belirlenen ecel, vaktinden ne önce gelebilir ne de o vakitten sonraya kalabilir. Bu hususla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır.
"...Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler." (Yunus, 49); "Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır." (Münâfi- kûn, 11)
Büyük günah işleyen kimsenin iman açısından durumu nedir?
İslâmî esaslara eksiksiz olarak inandığı halde, çeşitli sebeplerle, şirk, küfür ve münafıklık dışındaki büyük günahlardan birini işleyen kimse, işlediği günahı helâl saymıyorsa mümindir. Ancak bu kimse için tövbe kapısı açıktır. Şartlarına uygun tövbe ederse, Allah bu kimsenin günahını bağışlar. "Günahına tövbe eden, günah işlememiş gibi olur." Yüce Allah ahirette günahkâr mümini dilerse affeder, dilerse günahı ölçüsünde cezalandırır. Ve onu, cezasını çektikten sonra, cennetine koyar.