Makale

İstiklal Marşı ve Manevi Boyutu

İstiklâl Marşı
ve
Manevi Boyutu

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Dünya haritasında yer alan her devletin kendine göre bir kuruluş tarihi, sınırlarını belirleyen coğrafyası, yönetim biçimi, bayrağı, dini, dili ve millî marşı gibi önemli özellikleri vardır. Bu ve benzer nitelikler, genellikle halk çoğunluğu tarafından benimsenen sevgi ve heyecan dolu duygularla yaşatılan değerlerdir, işte Mehmed Akif Er- soy’un yazıp milletimize armağan ettiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 12 Mart 1921 tarihinde, resmî millî marş olarak kabul edilen İstiklâl Marşımız da bu tür mâna ve hatıra yüklü değerlerden biridir. Biz bu makalemizde istiklâl Marşımızın kabul edilişinin 83. yıl dönümü münasebetiyle, onun yazıldığı devirdeki şartlar ile anlamı, manevî boyutu ve ruhlarımıza verdiği heyecan üzerinde duracağız.
İstiklâl Marşı için açılan yarışma
Türkiye Büyük Millet Meclisi; milletimizin maruz kaldığı millî mücadele yıllarının o zor ve heyecanlı günlerin imanlı havasını ve mânasını terennüm edip, kalplere kuvvet ve heyecan vermek amacıyla bir millî marş yazdırılmasına karar vermiştir. Bu marş; hem o günlerde bağımsızlık ve hürriyet için çarpışan kahraman ecdadımızın yüksek duygularını gelecek nesillere aktaracak, hem de yeniden kurulacak devletin "istiklâl Marşı" olacaktı. Bunun üzerine dönemin şairleri arasında; "Türk Millî Marşı" için bir yarışma açılması ve birinciliği kazanan kimseye beş yüz lira mükâfat verilmesi kararlaştırılmıştı. Yarışmaya büyük rağbet gösterildi. O devirde eli kalem tutan ve şiir yazan 724 kişi bu yarışmaya katılmıştı. Ancak söz konusu şiirlerden millî marş güftesi olmaya lâyık ve o günlerin manevî boyutunu ifade edebilecek bir eser bulunamamıştı. Fakat Mehmet Akif bir ödül karşılığı düzenlenen bu yarışmaya katılmamıştı. Çünkü ona göre bu hizmet para karşılığı yapılamazdı. Bunun üzerine dönemin ünlü Maarif Vekili (Millî Eğitim Bakanı) Hamdullah Suphi, Mehmet Akif Ersoy’a şu mektubu yazarak, onu millî marşımızı yazmaya davet etmiştir:
"Pek aziz ve muhterem efendim; İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarında^ sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin matlub şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Endişenizin icabettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleket bu müessir telkin ve teheyyüç vasıtalarından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetlerimi arz ve tekrar ederim efendim."
Millî mücadele yıllarının sıkıntılarını gören ve yaşayan Mehmet Akif, bu teklife olumlu cevap vermiştir. Böy- lece o, karanlık günlerde vatanımızın kurtulacağını, varlığımızın sembolü olan ay yıldızlı bayrağımızın ebediyen dalgalanacağını müjdeleyen, ordumuza ve milletimize iman, ümit ve cesaret kaynağı olan istiklâl Marşını, "Ankara Ta- ceddin Dergâhın" da yazmaya başlamıştır. Bir müddet sonra Akif, yazdığı şiirini Maarif Vekaletine göndererek verilen görevi yerine getirmiştir.
Bu arada İstiklâl Marşı "Kahraman Ordumuza" ithaf edilmek üzere ilk kez "Sebilürre- şad" dergisinin 468. sayısında, dört gün sonra da Kastamonu’ da çıkmakta olan "Açık Söz" gazetesinde yayımlanmıştır.
istiklâl Marşı, Maarif Vekaletinin teklifi üzerine, 26 Şubat 1921 tarihli oturumda görüşülmek üzere gündeme alınmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında, 1 Mart 1921 günü yapılan toplantıda, Haşan Basri Çantay’ın verdiği önerge üzerine söz alan Hamdullah Suphi, yarışmaya katılan şiirlerden yedisinin vekaletçe istenen şartlara uygun görüldüğünü, ancak kendilerinin bunların arasından Mehmet Akif’in şiirini beğendiklerini söyleyerek tamamını okumaya başlamış ve her kıtanın arkasından büyük alkışlar almıştır. Yapılan oylamada şiir büyük çoğunlukla kabul edilmiştir. Artık resmiyet kazanan marşımız, Hamdullah Suphi tarafından bir defa daha okunmuş ve bütün mebus- larca ayakta alkışlanmıştır. Haşan Basri Çantay, Mustafa Kemal Paşa’nın, marş okunurken sıraların önünde, ayakta alkışladığını kaydetmektedir.
Mehmet Akif, TBMM kararıyla kendisine verilmek istenen 500 Türk Lirası mükâfat konusunda yine kararından vazgeçmedi. Ancak para kanun gereği bu amaç için ayrılmıştı. Israr edilmesi üzerine o söz konusu parayı, yardıma muhtaç kadın, çocuk ve öğrencilere dağıtılmak üzere yeni kurulan "Darü’l Mesaiye (çalışma ve iş bulma evine)" hediye etmiştir.
İstiklâl Marşı milletin malıdır
Millî Mücadele yıllarını ve olaylarını yaşamadan İstiklâl Marşını yazmak, gerçekten mümkün değildir, işte Mehmet Akif’e de hastalığı anınd,a istiklâl Marşı hakkında düşüncesi sorulduğunda gözleri nemle dolmuş ve yatağından hastabakıcılarının yardımıyla doğrularak şunları söylemiştir: "istiklâl Marşı... O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi! O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir bela, musibet ve felaketler karşısında bunalan ruhların, ızdıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan bu marş o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak gerekir. O şiir artık benim değildir. O milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur."
İstiklâl Marşının manevî boyutu
ve anlamı
İstiklâl Marşının metni incelendiğinde, onun ne kadar temiz, samimi, ümit ve ızdırap dolu bir düşüncenin mahsulü olduğu hemen anlaşılmaktadır. Millî ve manevî duygularımızı harekete geçirerek din, iman, vatan, ezan ve bayrak sevgisi arasında bir bütünlük oluşturmaktadır. Çünkü onu okuyan herkes hem sanat, hem anlam bakımından büyük bir haz duymaktadır. Nazım tekniği ve muhteva yönünden de Türk şiir ve edebiyatının en güzel lirik- hamasi- şiirlerindendir. Aruzla yazılan ve on kıtadan oluşan marşımızın her kıtasının mısraları kendi aralarında tam kafiyelidir. Ayrıca her kıtanın, temayı oluşturan duygu ile uyumlu ton ve vurguların yer aldığı sağlam bir yapı gözden kaçmamaktadır.
Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmayan şairimiz, eserini, halkın muhtaç olduğu millî ve dinî motifler ekseninde tamamlamıştır.
Buna göre; müjde, ümit, cesaret, bayrak, hilâl, yıldız, hak, hürriyet, istiklâl, yurt, millet, ırk ve vatan gibi millî kavramlarla iman, şahadet, helâl, cennet, hüda, ezan, mabed ve vecd gibi dinî kavramları birbirlerini destekler mahiyette uyumlu bir şekilde kullanmıştır. Böylece o, vatan, toprak, hürriyet ve inancımızın yok edilmek istendiği karanlık dönemi geride bırakarak, imanın verdiği ümit heyecan ve cesaretle yazdığı istiklâl Marşı ile halkına şu anlamı müjdelemek istiyordu: Korkma! Endişe etme. Batı ufkundaki bu al renk sönebilir, karanlık olabilir. Ama Al Sancak sönmez ve yok edilmez. Onun sönmesi, yok edilmesi için yurdumuzun üzerinde tek tüter ocak, tek aile ve tek Müslüman kalmaması lâzımdır. Bu da mümkün değildir. Bu millet bayrağını indirmemek için son ferdine kadar mücadele etmeye hazır ve kararlıdır. Çünkü bayrak milletimizin sevgilisi, hilâli de kaşıdır. Onun kaşlarını çatması bizi üzer, gülmesi ise hayat verir. Kahramanlık şevk verir. Zira bu millet, bayrağı uğruna daima kanını verdiği için rengini de ondan almıştır. Dünyada bütün milletlerin bir esaret dönemi vardır. Fakat "Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım" diyerek, dünya tarihinde aralıksız hürriyetini müdafaa ve muhafaza etmiş tek millet olduğumuzu unutmayalım. İşte en canlı ve yeni örnek; Çanakkale’de bütün düşman unsurları bir araya geldiği hâlde, karşılarında duran bu kuvvet ve kudret kalesini aşamamışlardır. Haçlı ideali ve medeniyet dedikleri tek dişi kalmış canavar;
Mehmetçiğin iman dolu göğsü ve çelik iradesi karşısında mağlup olmuştur. Çünkü onlar haksız yere, zulüm ve kaba kuvvetlerine güvenerek iştahları kabarmış ve yurdumuzu işgal etmeyi plânlamalardır. Böylece bu cennet vatanın bağrına gireceklerini ve şehit kanıyla sulanmış topraklara sahip olacaklarını hayal etmişlerdir. Oysa ki bu hayal ve hileleri kursaklarında kalacaktır. Çünkü yüce milletimiz; kararlı ve azimli tutumu sayesinde, Cenab-ı Hakk’ın va’dettiği günlerin ve zaferin arifesine artık ulaşmışlardır. Aydınlık ufkun görünmesinden sonra, Mehmet Akif, istiklâl Marşımızın son kıtalarıyla âdeta milletimiz adına, Yüce Allah’a niyaz ederek şöyle yalvarıyor: Bu cennet vatan için canımı, bütün varlıklarımı vereyim. Ama beni vatanımdan ayırma. Mabedime düşmanın kirli eli ve ayağı değmesin. Dinin temeli olan ezanlar, kıyamete kadar minarelerimizden eksik olmasın. Bu dualarımız kabul edilip zafere ulaştığımız gün, şehit olup toprak altında yatanlar bile yeniden hayat bulup, yaralarından sevinç yaşları boşanacaktır. Ruhları arşa değerek birbirine kavuşacaktır. Son kıtada; Millî Mücadelenin kazanıldığına dair kesin zaferin, "Ebedî İstiklâlin" müjdesi verilmektedir. Artık hilâl çehresini, kaşını, çatmıyor ve naz etmiyor. Çünkü zafer kazanılmış "şanlı hilâl" olmuştur. Birinci kıtada karanlığı haber veren şafağın yerine, aydınlık güzel günleri haber veren, gittikçe aydınlanan, huzurlu sabah şafağında, hür ufuklarda şanlı hilâl ebediyyen dalgalanmaktadır. Artık milletimizin sevgilisi, bayrağı güldüğüne göre; uğrunda döktüğümüz kanları da helâl ediyoruz.
Bayrağımız ve milletimiz ebediyete kadar birbirinden ayrılmayacak ve yok olmayacaktır.
Görülüyor ki, milletimiz tarih boyunca Yüce Allah’a olan iman ve ümidiyle mücadele ederek hakk ve adaleti yerleştirmeye çalışmıştır. O’nun adıyla canını vermiş ve şehitlik mertebesine kavuşmuştur. Ezanları susturmamıştır. Böylece Yüce Allah’ın Kur’an’da va’dettiği zaferleri ve istiklâli hak etmiştir. İşte bu husus Yüce Kitabımızda şöyle ifade edilmiştir: "Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz, üstün olan sîzlersiniz." (Al-i imran, 139)