Makale

Peygamberimizin Şemâil ve Özelliklerinin Sanatla İfadesi Hilye

Peygamberimizin Şemâil ve özelliklerinin sanatla ifadesi
Hilye

Mustafa Bektaşoğlu

Hilyenin müstakil bir tür olarak gelişmesinin en önemli sebepleri, Hz. Peygamberi rüyada gören bir Müslümanın onu gerçekten görmüş sayılacağına dair hadisle; Peygamber sevgisini her şeyin üstünde tutan Türklerin, bu sevgiyi diğer milletlerde görülmeyen bir şekilde edebiyata aktarmaları konusundaki gayretleridir denebilir.

Hilye; Hazret-i Peygamber (s.a.s.)’in fizikî özellikleri, bunları anlatan edebî eserler ve aynı konuda hüsnühatla yazılmış levhalar için kullanılan bir terimdir. Sözlükte "süs, ziynet, kolye" gibi manalara gelen hilye, mecazen "yaratılış, suret ve güzel vasıflar" demektir. Bu kelime Osmanlı kültüründe; Rasûl- i Ekrem’in vasıflarını, bu vasıflardan bahseden kitap ve levhaları ifade etmek için kullanılmıştır.
İslâm inancı, putlardan olduğu kadar putlaştırabilecek kimselerin tasvirlerinden de şiddetle kaçındığından, birkaç asılsız minyatür dışında hiç kimse Rasûlullah’ın resmini çizmeye lüzum görmediği gibi, buna cesaret de edememiştir. Hıristiyan âleminde Hz. İsa için uygulandığı şekilde hayali bir resim çizmek- tense, görenlerin doğru tariflerinden faydalanarak İslâm Peygamberi’ni hilyesinden tanıyıp anlatma yolu tercih edilmiştir. (DİA, 18/44-47)
Hz. Muhammed’in hayatından, vücut yapısından, güzel ahlâkından, hâl ve hareketlerinden, mucizelerinden, zamanındaki olay ve gazalardan bahseden "Siyer-i Nebî" dediğimiz ilim dalının yanında, IX. Yüzyıldan itibaren yeni bir dalın gelişip büyüdüğü görülür. Siyerdeki bazı konuların, bilhassa Hz. Peygamber’in mübarek vücut yapılarının, şekil ve renklerinin, tavır ve hareketlerinin, huy ve ahlâkının işlendiği eserlere ilk zamanlar "şemâil-i şerife", daha sonraki yüzyıllarda "hilye-i nebevî" adı verilmiştir.
Tarih boyunca, Hz. Peygamber kadar her yönüne ilgi duyulmuş ve bütün özellikleri inceden inceye tespit edilmiş ikinci bir insan daha bulmak mümkün olmasa gerektir. Rasulullah’ın beyaz saçının sayısına kadar zapt edilip incelenerek asırdan aşıra nakledilmesi, hiçbir tarihî simaya nasip olmayan bir olaydır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in her yönü değişik ilim grupları tarafından ayrı ayrı ele alınıp işlenmeye çalışılmıştır.
Başlangıçta; sıfat, menâkıb, fezâil ve ahbâr gibi tabirler; daha sonra da bunlara ilâve olarak; tabakât, hilye, terâcim ve tezkire gibi terimler, çok küçük mânâ farkı ile hep bir şahsın veya şahısların hususî hayatlarına tahsis edilmiş eserlerin adı veya bölüm başlıkları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu sebeple, Hz. Peygamber’in şahsî ve hususî hayatını ifade bakımından ilk dört- beş asırlık dönemde, İslam âlimleri arasında bir terim birliğinden söz etmek oldukça güçtür.
Nihayet zaman içinde tabirler yerine oturmuş; artık Rasulullah’ın şahsî ve hususî hayatına tahsis edilen eserlere veya eserlerin bölümlerine "şemâil", ashab dahil diğer İslâm büyüklerinin hayatlarına ayrılan eserlere ise "menâkıb" adı gerilmiştir. (Yardım, Ali, "Şemâil Nev’inin Doğuşu ve Tirmizi’nin Kitabü’ş- Şemâil’i", 9 Eylül Üniv. ilahiyat Fakültesi Dergisi, 1/349351, lzmir-1983)
Gerek "şemâil", gerekse "hilye" kitaplarının temelini, çoğu Hz. Ali’den nakledilen hadisler teşkil eder. Bunların yanında; Hz. Aişe, ibn-u Ebî Hâle, Enes b. Malik, Ebu Hüreyre, ibn-i Hâlid, Ebu Tufeyl, Hz. Haşan gibi tanınmış, güvenilir hadis rivayetçileri bulunmaktadır.
Hakanî Mehmet Bey’in 1598-99’da Hilye adlı manzum eserini kaleme almasından sonra hilye türü esenlerin yaygınlaştığı görülür. Hafız Osman da hilyeye dair rivayetlerin metinlerini hat ve tezhip sanatının estetik ölçüleri içinde levha olarak dü-zenlemiştir. Böylece Hz. Peygamber’in fizikî özelliklerini anlatan eserler, hattat ve müzehhiplerin ortaya koyduğu levhalar "hilye-i şerif, hilye-i saâdet, hilye-i Rasulul-lah, hilyetü’n-Nebî" gibi adlarla anılmıştır.
Hilyenin müstakil bir tür olarak gelişmesinin en önemli sebepleri, Hz. Pey-gamber’i rüyada gören bir Müslümanın onu gerçekten görmüş sayılacağına dair hadisle (Buhari, Tecrid-i Sarih Terc., 1/104, 12/277; Sahih-i Müslim Tercemesi, A. Davudoğlu, 10/24, 25, İstanbul-1983) Peygamber sevgisini her şeyin üstünde tutan Türklerin, bu sevgiyi diğer milletlerde görülmeyen bir şekilde edebiyata aktarmaları konusundaki gayretleridir denebilir.
Bu gayretlerin neticesi olarak, İslâm âleminde şemâil-i şerif’lere verilen değe-rin, Türk toplumunda daha büyük bir önem kazandığı görülür. Gerek Türk edebiyatında yazılan eserler, gerekse Türk yazı sanatının şaheserleri olan hil-ye levhaları, Türk ilim ve sanat çevrelerinde en büyük itibarı görmüştür.
Genellikle fezâil kitaplarında geçen ama sahih hadis kaynak-larında yer almayan ve Hz. Peygamber’in, Hz. Ali’ye hilyesini yazmasını tavsiye eden kimi rivayetler, hilye tü-rünün ve şemail kitaplarının doğmasına, gelişmesine, yaygınlaşmasına sebep olmuştur diyebiliriz. Hatta siyer ve mevlit gibi Hz. Peygamber’in hayatı ile yakından ilgili türler de bu hadiseyi kısmen telmih ederler.
Türk edebiyatında hilye türü, tıpkı mevlit ve mirâciye gibi çok özel bir yere sahiptir. Osmanlı döneminde, İslâm edebiyatlarının şemâil kitapları, konuları daraltılarak daha edebî ve sanatkârane bir yapıya büründürülmüş- tür. Sonuçta hilye türü doğarak orijinal şekliyle dinî ve didaktik bir yapı içinde yüzyıllar boyu Türkler arasında değerini korumuştur.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra teşekkül etmeye başlayan şemâil bilgileri, Türkler elinde imbikten geçirilmiş ve yaygın bir gelenek hâlinde Türk toplumunun sosyal ve estetik zevkleri arasına katılmıştır. Hz. Peygam- ber’e duyulan derin sevginin tabiî bir tezahürü olan bu tür eserler o kadar yaygınlaşmıştır ki, zaman zaman ezberlendiği de olmuştur.
Hilye türünün faziletine gönül veren Türk milleti arasında kitap şeklinde olmamakla beraber, Hz. Peygamber’e ait birtakım özellikleri topluca ve özet olarak veren hilye levhaları oldukça yaygınlaşmıştır. Birçok Müslüman, hattatlara gidip hilye levhaları yazdırmışlar ve evlerine asarak huzur ve saadet arayışı içine girmişlerdir. Bu tür levhaların, bulunduğu evlere tabiî afetlerin zarar veremeyeceği ve yangından korunacağı inancı da hayli yaygın olmuştur. (Pala, İskender, Hilye-i Saadet, 2-4, TDV Yay., Ankara-1991)
Hilye-i Nebevî’ler, en meşhur hattatlarımızın kalemlerinden Türk yazı sanatının en muhteşem şaheserleri hâline gelmelerine sebep olmuştur. Bunlardan; Hafız Osman, Mahmut Celâleddin, Hacı Ahmet Arif, Mehmet Şefik, Mehmet Hulusi, Haşan Rıza, Mehmet Emin, Şevki, Mustafa izzet, İsmail Zühdü, Kâmil Akdik ve Aziz beylerin eserleri ilk akla gelenlerdir.
Hz. Peygamber’in hilyesi hakkında bilgi sahibi olmanın sağlayacağı faydalara dair teşvik edici rivayetler sebebiyle Müslümanlar arasında önce bir hürmet nişanesi olarak göğüs cebinde taşınmak üzere nesih hatla yazılmıştır. Daha sonra kaynaklarda açıkça yer almamakla beraber, ilk defa hattat Hafız Osman tarafından levha şeklinde yazılmış olduğu kabul edilmektedir.
Hilye levhalarının bölümleri şunlardır:
1. Başmakam: Buraya besmele veya eûzü besmele, bazen de besmelenin içinde geçtiği ayet (Nemi, 30) yazılır.
2. Göbek: Hilye metninin büyük bir bölümünün yerleştirildiği bu kısım "gövde" olarak da adlandırılır. En yaygın şekli, dairevî olmakla birlikte oval, hatta dörtgen şeklinde de tertip edilmiş örnekleri vardır.
3. Hilâl: Göbek kısmının daire şeklinde tertiplenmesi hâlinde, uçları başmakama doğru bakan ve genişliği aşırı olmayan bir hilâlle göbeğin çevrelenmesi sık rastlanan bir uygulamadır. Bu tezyini motiflerle süslü yahut sadece sıvama altınla kaplanan kısmının mutlaka her hilyede bulunması şart olmadığından, sadece göbek kısmının etrafı tezhiplenmiş levhalar da vardır. Rasul-i Ekrem güneş ve aya benzetildiğinden, hilyenin göbek kısmında güneş, bunu çepeçevre saran bölümde ise, hilâl şekli oluşturulmuştur. Hilyelerde tezyinat bakımından en zengin yer, göbek kısmıyla hilâlin etrafında kalan genellikle kare şekline tamamlanmış alandır.
4. 5. 6. 7. Hulefâ-yı Râşidîn isimleri: Göbeğin köşelerinde yer alan bu yuvarlak yahut beyzî dört makama sırasıyla; Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali’den meydana gelen ilk dört halifenin isimleri yerleştirilir. Ancak bazı kompozisyonlarda Rasulullah’ın; Ahmed, Mahmûd, Hâmid, Hamîd şeklindeki dört isminin bunların yerine yazıldığı görülür. Dört halifeye diğer altı ismin eklenmesiyle cennetle müjdelenmiş on sahabenin (aşere-i mübeşşere) adlarının yazılmış olduğu hilyeler de mevcuttur.
8. Ayet: Buraya, doğrudan doğruya Hz. Peygamberle ilgili bir ayet yerleştirilir. En çok görüleni "Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiya, 107) mealindeki âyettir. Bu kısma, "Hiç şüphesiz, sen büyük bir ahlâk üzerindesin"(Kalem, 4) ve, "Muhammed’in Allah Rasulü olduğuna Allah’ın şehadeti yeter" (Fetih, 28-29) mealindeki ayetlerden biri konulduğu gibi, kelime-i tevhidin yazıldığı da görülür.
9. Etek: Hilye metninin devamı ve duanın yer aldığı kısımdır. Eğer metnin tamamı göbeğe sığdırılmamışsa, levhada bu bölüm olmayabilir. Bu bölümün en sonuna hilyeyi yazan hattat imzasını ve levhayı yazdığı tarihi ilâve eder.
10. 11. Koltuk: Tezyini motiflerin yer aldığı etek kısmının iki tarafında kalan boşluklardır. Bazı örneklerde hattatın künyesini buralara taşıdığı görülür.