Makale

Batıl İnanışlar, Bid'at ve Hurafeler Dini Hayatı Olumsuz Yönde Etkiler

Doç. Dr. İsmail Karagöz
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Batıl İnanışlar, Bid’at ve Hurafeler
Dini Hayatı Olumsuz Yönde Etkiler

İnsan, "Allah’a kulluk" ile sorumlu kılınmış bir varlıktır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için akıl ile donatılmış, ilk insan Adem (a.s.)’den itibaren peygamber ve kutsal kitaplarla kendisine rehberlik edilmiştir. Zamanla insanlar, peygamberin tebliğ ettiği dinî esaslardan uzaklaşmış, haktan sapmış, batıl, bid’at ve hurafelere dalmışlardır. Yüce Allah, bu durumu düzeltmek için yeniden peygamber göndermiştir. Peygamberler, hakkı ve doğruyu yeniden insanlara tebliğ etmişlerdir. İnsanlık tarihinde zaman bu şekilde akıp gitmiştir. Hz. İsa’nın ölümünden sonra milâdî yedinci yüzyılın başlarına kadar yaklaşık yüz yıllık bir zaman diliminde insanlık Peygambersiz kalmıştır. Bu zaman diliminde toplumlarda hak dinden sapmalar olmuştur. İnsanlar iç dünyalarında var olan din duygusunu tatmin etmek için uydurma ilâhlara, putlara, yıldızlara, ateşe ve başka varlıklara tapmışlar, yüce Yaratıcı’ya ortaklar koşmuşlar, batıl şeylere inanmışlar, haram, günah ve zulme dalmışlar, ahlâken bozulmuşlardır. Hak din üzere kalan insanların sayısı çok azalmıştır. Meselâ Yahudiler Tevrat’ta tahrifat yapmışlar (bk. Mâide, 13), "Üzeyr Allah’ın oğludur" (Tevbe, 30) demişler, hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan ayrı rabler edinmişlerdi. (Tevbe, 31) Hıristiyanlar, İsa Peygambere ilâhlık isnat etmişler (Tevbe, 31), "Mesih Allah’ın oğludur" (Tevbe, 30), "Allah, Meryem oğlu Mesih’tir" demişlerdi. (Mâide, 17) Yahudiler ve Hıristiyanlar, "Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz" iddiasında bulunmuşlardı. (Mâide, 18) Hicaz bölgesindeki insanların çoğu ise; Allah’ın birliği esasına dayalı "Tev- hiti" inancından uzaklaşmışlar, yeri göğü yaratan ve rızık veren olarak Allah’ın varlığını kabul ettikleri halde (meselâ bk. şûrâ, 9-13, Zümer, 38) şefaatçi olur, kendilerini Allah’a yaklaştırır (Zümer, 3) inancı ile kendi elleri ile yaptıkları putlara tapmaya başlamışlar (meselâ bk. Necm, 19-20), Kâbe’ye 360 put yerleştirmişlerdi. Allah’a kız çocuğu isnat etmişler (Zuhruf, 16), meleklerin Allah’ın kızları (Şûrâ, 19) ve dişi (Zuhruf, 19) olduğu inancına sahip olmuşlardı. Kabe’de ıslık çalarak ve el çırparak dua/ibadet etmeye başlamışlardı. (Enfâl, 35) Hac ibadetini bahar mevsimine denk düşürmek için "nesîe" denilen bir yöntemle hac aylarını değiştirmişlerdi, (bk. Bakara, 197; Tevbe, 27) Aile düzeni bozulmuş, çok evlilik sınırsız bir şekilde uygulanmış, hatta "nikâh-ı makt" denilen üvey anne ile evlenme geleneği oluşmuştu. (Nisa, 22) Bazı hayvanların etlerini yemeyi kendilerine haram kılmışlardı. (En’âm, 143-144) Bir kısım insanlar köleleştirilmiş, sömürü, zulüm, haksızlık artmış, ahlâkî değerler yitirilmiş, fuhuş, içki ve kumar yaygınlaşmış, kan davaları toplumu sarmıştı. Dünyanın diğer yörelerinde de durum bundan farklı değildi. Meselâ İran’da ikili tanrı inancı hakimdi, ateşe tapılırdı. Atalarımızın yaşadığı Orta Asya’da putperestlik inancı vardı. Gök-tanrıya, yer-su ruhlarına, atalara kurban kesilirdi, ölülerin hatırasına törenler yapılır, hayvanlar kesilir, yemeklerin bir kısmı ölünün mezarları üzerine dökülürdü. Tabiat olaylarına tapanlar vardı. Göğe, büyük dağa, büyük ağaca, gözlerine büyük görünen her varlığa tanrı derlerdi, (bk. Abdülkâdir İnan, Hurâfeler ve Menşeleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1962)
İşte insanlık âleminin böyle hak dinden uzaklaşmış, batıl ve hurafelere saplanmış olduğu bir zamanda yüce Allah, Hicaz bölgesinde milâdın 610 tarihinde Muhammed Mustafa (s.a.s.)’yı bütün insanlara peygamber olarak gönderdi. Peygamberimiz (s.a.s.), çok tanrılı inancı ortadan kaldırmak, tek Allah inancını ve hak dini hakim kılmak için mücadele verdi. Müşrikler, buna şiddetle karşı çıktılar. "Kendilerine bir uyarıcı/peygamber gelmesine hayret ettiler ve kâfirler ’bu, yalancı bir sihirbazdır, tanrıları bir tek tanrı mı yaptı? Bu, cidden tuhaf bir şeydir" dediler. Onların bir grubu da, ’gidin, tanrılarınıza bağlı kalın, çünkü bu arzu edilen bir şeydir. Biz bunun söylediğini öteki dinde işitmedik. Bu, uydurmadan başka bir şey değildir’ dediler." (Sâd, 4-7) Peygamberimizin tebliğ ettiği gerçeklere; geçmiş milletlerin masalları (esâtîr) (En’âm, 25), uydurma şeyler (ihtilâk) (Sâd, 7), uydurma sözler (tekavvül) (Tûr, 33) ve öncekilerin gelenekleri (hulüku’l-evvelîn) (Şuarâ, 137) dediler. "Onlara, "Allah’ın indirdiği- ne/Kur’an’a ve peygambere gelin" denildiğinde; "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter" dediler. Peki ya babaları bir şey bilmiyorlar ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?" (Mâide, 104) "Onlara, "Allah’ın indirdiğine uyun!" denildiğinde; "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!" dediler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)? (Bakara, 170)
Peygamberimiz (s.a.s.), ısrarla İslam’ı insanlara anlattı, Allah’ın yardımı ile kısa denilecek bir zaman diliminde Hicaz bölgesinde yaşayanlar Müslüman oldular. İslâm hızla diğer bölgelere de yayıldı. Günümüzde yeryüzünün her tarafında insanlar İslâm dininden haberdar oldular. Çeşitli ırklardan pek çok insan Müslüman oldu. Dünyanın her tarafında insanlar İslam ile şereflenmeye devam etmektedirler, bundan sonra da edecektir.
Bununla birlikte geçmişten günümüze Müslümanlar, birçok konuda ihtilâfa düştüler, çeşitli inanış, âdet ve geleneklere sahip oldular. İslâmî bilgi ve bilinçlenme azaldıkça batıl inanışlar, hurafeler ve bid’atler arttı. Ülkemiz insanları arasında da maalesef Kur’an ve sünnetle örtüşmeyen, dinî inancımızla bağdaşmayan inanış, kanaat, uygulama ve davranışlar, batıl, asılsız ve hoşa giden uydurma sözler, mantıkî bir dayanağı ve gerçekliği bulunmayan birçok inanç ve uygulama yaygınlaştı (hurafe). Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan, Kur’an ve sünnete uymayan, dine bir ekleme veya dinden bir eksiltme mahiyetinde olan görüş ve uygulamalar (bid’at) ortaya çıktı.
Köpeğin ulumasının bir felâket habercisi olduğu, nazar değmemesi için evlerin kapısına veya duvarına at nalı ve aynı inançla çocuklara mavi boncuk takılması, baykuş ötmesinin ölüm habercisi olarak algılanması, çocuğu olmayanların türbelerde/mezarlarda kurban kesmeleri, yatırlara veya bazı ağaçlara bez, çaput bağlamaları veya beşik yapıp türbelere bırakmaları, konuşmayan çocuğun konuşması için ayağına kilit vurulması, yürüyemeyen çocuğun ayağına ip bağlanması ve cuma namazından çıkan ilk kişiye bu kilidin açtırılması ve ipin çöz- dürülmesi, iş bulma, evlenme, bir sınavı kazanabilme ve benzeri bir istekte bulunmak amacıyla türbelerden yardım istenmesi, yeni doğan çocuğun kırk gün evden çıkarılmaması gerektiği, gelin eve ilk geldiğinde bolluk olması için dolu bir su kabının döktürülmesi, bir yolculuğa çıkan kimsenin sağlıkla gidip gelmesi için arkasından su dökülmesi, kirvenin kızı ile evlenilemeyeceği, iki bayram arasında nikâh kıyılmasının doğru olmadığı, kadının kestiği hayvanın etinin yenmeyeceği, eşinden şiddet gören kadının kocasına eşek dili yedirdiği takdirde şiddetten kurtulacağı, tespih çekilerek hatim yapılacağı, mezarlıklardaki ağaçların meyvelerinin yenilemeyeceği inancı; cenaze törenlerinde siyah elbise giyilmesi, cenazenin alkışla veya müzikle uğurlanması veya yüksek sesle zikir yaparak taşınması, ölenin arkasından ağıt yakılması, 3, 7, 40 ve 52. günlerinde merasim yapılması, hacdan gelenlerin ellerinin içinin öpülmesi, kurşun döktürülmesi geleneği, batıl inanış ve hurafelerdir. Müslümanın bu tür inanış ve uygulamaları terk etmesi gerekir. İslâm ile bağdaşmayan bu tür inanış ve uygulamaların terk edilmemesi, Allah ve peygamberin hak davetine çağrılan insanların, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter" demelerine benzer.
Batıl inanış ve hurafelerin ortaya çıkışında ve varlığını sürdürmesinde eski dinlerden kalma inanç ve âdetler ile Kur’an ve sünnet hakkında yetersiz bilgi etkili olmaktadır. Sözgelimi karga ve kara kedinin, baykuş ötmesinin uğursuz sayılması, Şamanizm ve Budizm’den kalma batıl inanışlardır. Başına gelmesini istemediği bir şeyi gördüğü ve duyduğu zaman bir insanın kulak memesini çekip parmakları ile sert bir şeye vurması, işleri iyi giden bir kimsenin şeytan kulağına kurşun demesi, el falına bakması ve baktırması Yahudiliğin nazar inancına dayanır.
Batıl inanış ve hurafelerin toplumda varlığı ve yaygınlaşmasında eski inanış, gelenek, uygulama ve alışkanlıkların etkisi olduğu gibi, inançsızlık, kumar, fuhuş, hırsızlık, yalan, iftira, gıybet ve benzeri haramların yaygınlaşmasının da etkisi vardır. Nitekim Kur’an’da birçok ayette bu hususa işaret edilmektedir. Meselâ Firavun ve ileri gelenleri; Musa ve Harun peygamberlere; "Bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndüresin de yeryüzünde hakimiyet ikinizin eline geçsin diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmıyoruz, dediler." (Yunus, 78); Mekkeli müşrikleri; "Çirkin bir iş işledikleri vakit; "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti" dediler. (Ey Peygamberim!) De ki; "Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?" (A’râf, 28), İbrahim Peygamber; "Babasına ve kavmi- ne; "Ne bu tapınıp durduğunuz heykeller?" demişti. Onlar, babalarımızı bunlara ibadet ediyor bulduk, (Enbiya, 52-53) (bu yüzden) putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz (Şuarâ, 71, 72) dediler. İbrahim; "Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?" dedi. "Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk" dediler. (Şuarâ, 74) İbrahim de onlara; "Siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz, (Enbiya, 54) dedi. Kendilerine; "Allah’ın indirdiğine uyun", denildiği zaman; "Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." derler. Şeytan kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı? (Lokman, 21) Hayır! Onlar sadece, "Şüphesiz biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz onların izlerinden gitmekteyiz." dediler. (Zuhruf, 22) işte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri; "Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz", demiş olmasınlar." (Zuhruf, 23) "Gönderilen uyarıcı; "Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?" dedi. Onlar; "Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz", dediler" (Zuhruf, 24; bk. 43-44; 69-72) anlamındaki ayetler, insanların batıl inanış ve hurafelere sahip oluşlarını atalarını bilinçsizce taklit etmenin sonucu olduğunu ifade etmektedir. Taklitçilikte insanların atalarının etkisi kadar gelişmiş toplumların ve baskın kültürlerin etkisi de vardır. Meselâ Kur’an ve sünnet ile örtüşmediği halde dövme yaptırma, erkeklerin küpe takmaları, giyim tarzları, müstehcenlik, teşhircilik, burçların insan karakterine etkili olduğu, medyumların gayp âlemi ve gelecek ile ilgili verdiği bilgilere inanma ve benzeri hurafelerin varlığında, çağımızın baskın kültürlerinin etkisi vardır.
"Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğullan kardeşleri yahut kendi soyları bile olsalar, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin.
İşte Allah, onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır, Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır, işte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır, iyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (Mücadele, 22) anlamındaki ayette ifade edildiği gibi Müslümanların, yaşadıkları toplumda atalarından kalma inançlarını, İslâm ile örtüşmeyen başka toplumların kültür, düşünce ve inanışlarını, gelenek ve uygulamalarını terk edip Kur’an’a ve sünnete uymaları gerekir. Kur’an ve Hazreti Peygamber’in sünnetinde yer alan hükümleri özel, aile ve toplum hayatında uygulamaya koymaları; "Kim benden sonra terk edilmiş bir sünnetimi ihya ederse, onunla amel eden herkesin sevabı kadar o kimseye de sevap verilir. Kim Allah’ın ve Rasûlü’nün rızasına uygun düşmeyen bir bid’at icat ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kişiye günah yükletilir. Hem de onu işleyenlerin günahı eksiltilmez." (Müslim, ilim, 6; Tirmizî, İlim, 16) anlamındaki hadiste teşvik edildiği gibi, Peygamberin sünnetini ihya etmeye çalışmaları, Müslümanların temel görevidir. Kur’an ve sünnete uygun olmayan din adına birtakım uygulamalar da bid’attır, dine eklemedir, terk edilmesi gerekir. Peygamberimiz (s.a.s.); "Kim İslâm’da, olmayan bir şeyi (din adına) ortaya çıkarırsa o reddedilmiştir." (Buhârî, Sulh, 5), "(Din adına) sonradan ihdas edilen her şey bid’attir." (Nesâî, lydeyn, 22), "işlerin en kötüsü (din adına) sonradan ihdas edilen şeylerdir." (Müslim, Cuma, 43) buyurmuş, "Allahım! Kabrimi (ibadet edilen) bir put yeri haline getirme. Allah, peygamberlerinin kabirlerini mescit edinen kavmi rahmetinden uzaklaştırsın." (Ahmed, ll, 246) sözleriyle bid’at ve hurafeciliye dikkati çekmiştir. "Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri dinde aşrı gitmeleri sebebiyle helâk olmuştur." (Hâkim, Hac, 1711) anlamındaki sözleriyle Müslümanları aşırılıktan, ifrat ve tefritten sakındırmıştır.