Makale

İman ve Salih Amel Üzerine

Dr. Mehmet Bulut
DİB APK Uzmanı


İman ve Salih
Amel Üzerine

Hani, Ashab-ı Kiram ’ayrılalım’ derlerken
Mutlaka ’Sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh.
Başta îman-ı hakikî geliyor sonra salâh
Sonra hak, sonra sebat; işte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.
(Mehmed Âkif)

Bu makale ile amacım, iman ve salih amele ilişkin kavramsal çözümlerde bulunmak ya da iman ve amel-i salih ilişkisini Kelâmî açıdan irdelemek değildir. Kuşkusuz iman, ibadet, amel, amel-i salih gibi anahtar kavramlar, İslâmî terminolojide fevkalâde önemlidir. Bu öneme binaen bunlar, hem kavramsal çerçevede hem de birbiriy- le olan ilişkileri açısından yoğun bir şekilde işlenmiş, bu kapsamda iman-salih amel ilişkisi ve iman- amel bütünlüğü mevzuu da yüzlerce kez ele alınarak değişik kapsamlarda incelenmiş; konuya ilişkin kitaplar, ansiklopedi maddeleri ve makaleler yazılmıştır. Bu makalede biz, önce iman ve salih amel bütünlüğü ve bunların birbiriyle olan münasebetine ana hatlarıyla temas ettikten sonra, bireysel ve toplumsal birçok problemle yüz yüze bulunan çağımız insanı için, iman ve salih amelin ne anlam ifade ettiğini irdelemeye çalışacağız. Bu cümleden olarak çağımızda inanmış insanın, iman ve ameli salihe yeniden ve daha bilinçli bir şekilde yönelmesi, iman ve amel yönünden kendini yeniden sorgulaması gerektiğini vurgulamaya çalışacağız.
İman ve salih amel bütünlüğü
Allah’ın, Hz. Peygamber vasıtasıyla bildirmiş olduğu hükümlerin, emir ve yasakların hepsine inanmak, hak ve gerçek olduğunu kabul etmek şeklinde tanımlayabileceğimiz iman ile; iyi, güzel, faydalı, sevaba, Allah’ın rızasına sebep olacak, kişinin iman, iyi niyet ve ihlâsla yapmış olduğu davranış lar olarak anlamlandırabileceğimiz salih amelin, çok sayıda ayette çoğunlukla birlikte zikredildiği malumdur. Bu yoğunluğu Kur’an okuyan herkes rahatlıkla fark edebilir. Sanırım hepimiz şu küçük tecrübeyi yaşamışızdır: Kur’an okumasını yeni sökmeye başladığımız günleri hatırlamaya çalışalım. Hani, okumada belli mesafe kat ettikten sonra, artık "inne’llezîne âmenû..." diye başlayan ayetlere geldiğimizde, okuyuşumuz birden hızlanmıştır; çünkü akabinde çoğu kez "ve amilu’s-salihâti..." de gelecektir ve biz bunu artık kanıksamışızdır.
Kur’an’da iman ve salih amel konusunda görülen bu kesafet bize, hayatımızın bir sarkaç gibi, imandan amele, amelden imana sürekli gidip gelmesi gerektiğini öğretmektedir. Nedeni açıktır; birkaç cümle ile özetlersek:
İman, amelin olmazsa olmaz yegâne unsurudur, amel de imanın tabii sonucu, şahidi ve tezahürüdür.
İmanın muhafazası, güçlendirilmesi, canlı ve parıltılı tutulması ibadet ve amelle, İslâm’ın güzel gördüğü davranışlarda bulunmakla sağlanır. Her hâlükârda iman nurunu söndürmemek için, sürekli salih amelde bulunmak gerekecektir.
İman, salih amel ile takviye edildiğinde kişi, Allah’la münasebetini güçlendirir, böylece O’nun rızasını kazanabilir.
Amel, imanın pratik hayata yansıtılmasıdır, imanın takviyecisi konumundadır.
Kalbî huzurun doya doya yaşanması, iman- amel bütünlüğünün sağlanması ile mümkündür, imanı güçlendirecek, tehlikelere karşı onu çepeçevre sararak koruyacak olan salih amellerdir.
Sıradanlaşan hayatı anlamlı hâle getirecek olan salih ameldir. Amelsizlik, aksiyonsuzluk ve boşta olma hâlidir.
Allah’la yakınlığımızı koruyabilmek, imanın salih amelle desteklenmesi ve ibadetle beslenmesi ile mümkündür.
ibadetle, amel-i salihle takviye edilmeyen iman zayıf düşebilir.
imanını salih amelle bezemiş bir müminin nazarında, her şey Allah’ındır ve her şey Allah’tandır. Bu inanca sahip olanlar sürekli olarak tercihini hayra, sa’yini hasbiliğe, davranışlarını Allah rızasına ve bunun parıltısı olan vicdan huzuruna bağlarlar.
İman ve aksiyon
İman, bir şeye tereddütsüz inanmak demek olduğuna göre, bu yüksek kanaatin, sahibine güçlü bir azim ve irade bahşedeceği kuşkusuzdur. Dolayısıyla iman, insanı daima güzel işlere ve erdemli davranışlara sevk edecektir.
Dünya ve ahiret mutluluğunun miğferi imandır; ancak, unutmamak gerekir ki, hiçbir eseri, izi görülmeyen, sahibini güzel işlere, iyilik ve erdeme, aksiyona geçirmeyen bir iman ve inanışın fazla bir kıymeti yoktur. Hakiki bir iman insanın bütün ruhi kuvvetlerine etki eden, onları harekete geçiren ve böylece insanı iyi ve hayırlı işlere sevk eden güçlü inanıştır.
Hayat dinamiktir. Atomdan galaksilere her şey hareket hâlindedir. Bunun gibi, iyiye ve güzele doğru hareket etmemek, yerinde saymaktan öteye geri kalmak, hatta hayattan kopmak anlamına gelecektir. Başka bir ifade ile, yerinde olduğu gibi durmak, aynı zamanda bozulmak ve inhitat etmektir. Amel-i salihi bir de bu çerçevede düşünmeliyiz.
Toplumsal bazda yaşanan bunalımlar karşısında, imanımıza dinamizm kazandırma ihtiyacı, günümüzde kendini daha çok hissettirmektedir.
İdeal iman
Dinimizin öngördüğü ideal iman, salih amellerle kemale ulaşmış bir imandır. Islâm’ın tanımladığı iman, kişinin içinde gizlenip kalan, tutum ve davranışlarında makes bulmayan bir inanma olayı değildir. Hakiki bir imanın kişiyi iyiye, doğruya, güzele yöneltmemesi mümkün değildir; daha doğrusu böyle olmak durumundadır. Buna göre iman; vicdanın derinliklerinde gizlenip kalamaz, pasif ve hareketsiz olamaz. Ancak bu nitelikteki iman, ferdî ve İçtimaî hayatta kendisinden beklenen fonksiyonları yerine getirebilir. Allah’a ve insanlara karşı mükellefiyetleri eksiksiz yerine getirmek, kötülüklere karşı durabilmek için bu nitelikte bir imana sahip olmak gerekir. Mehmed Akif’in, "İmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür" dediği iman, işte bu nitelikteki imandır ve bu imana ancak salih amelle ulaşılabilir.
Zorluk ve darlıklarda yeniden iman ve salih amele yönelmek
Kuşkusuz iman ve salih amelde devamlılık esastır; binaenaleyh, iman ve salih amel, yeri geldiğinde bürünecek, gereksiz görüldüğünde çıkartılıp bir kenara bırakılacak bir libas değildir. Şu var ki, büründüğümüz bu elbiseye daha sıkı ve samimi bir şekilde sarılmak gereğini hissedeceğimiz an ve anlar da olabilecektir.
Günümüzde olduğu gibi, fert ve cemiyet olarak çetin badirelerle, toplumsal çalkantılarla yüz yüze geldiğimizde, iman ve amel yönünden durumumuzu tekrar tekrar gözden geçirmemiz, hatta her hâlükârda bunu rutin bir eyleme dönüştürmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, karşı karşıya kaldığımız iç karartıcı durumların arkasında, inanç ve amel noktasındaki zaaflarımızın birinci derecede etkili olduğunu hesaba katmamız lazım.
Meramımı daha iyi anlatabilmek için toplum olarak yakın zamanda şahit olduğumuz nâhoş bir- iki örneği hatırlatmak istiyorum.
Bizim ülkemizde, bizim okulumuzda okuyan bir genç, yani bizim gencimiz birtakım özentilerle kendi arkadaşının boğazını kesebilmişse; bizim ülkemizin sanayicileri, fabrikalarının zehirli atıklarını insan sağlığını hiçe sayarak toprağa gömebilmiş- lerse -olumsuz örnekler çoğaltılabilir- ve artık top- lumumuzda bu vasıftaki insanların sayısı önemli bir yekûna ulaşmışsa; buna karşın bu duruma düşüşümüzün nedenleri üzerinde kafa yormuyorsak, kötülüklerin izalesi doğrultusunda yeterli gayreti sarf etmiyorsak, bu anlamda tepkisiz bir toplum hâline gelmişsek, bu durumda hepimiz tek tek iman ve amel noktasında kendimizi sorgulamalıyız. İman ve amel noktasında hangi zaaflarla malûl hâle geldiğimizi, ibadet ve taatımızdan, ahlâkî erdemlerimizden neleri yitirdiğimizi düşünmeliyiz.
Konuyu dünya ölçeğinde de düşünebiliriz: Dünyanın her tarafında insanlığın karşılaştığı yıkımlar; şiddet ve savaşlar, insanlığın topyekûn geleceğini tehdit eden kimyasal silâhlar, çevre kirliliği, evrenimizin artık yaşanamayacak boyutlarda tahribi, toplumlarda görülen genel ahlâkî çürüme göz önüne alınırsa, bütün bir beşeriyetin kendi kutsal değerlerinden uzaklaştığını rahatlıkla öne sürebiliriz. Bu durumda, herkesin kendi durumunu kendi kutsalı açısından yeniden bir değerlendirmeye tabi tutma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
İşte iman ve salih amele bir de bu açıdan bakmalıyız. Kur’an’ın "hüsranda olmayanlar" diye sıraladığı iman edenler, iyi işler (amel-i salih) yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı öğütleyenler grubuna dahil olma gibi bir hedef ve amacımız olduğuna göre, çevremizde ve dünyamızda olup bitenlerden endişeye düşmemek, dehşete kapılmamak mümkün mü? Bütün bu şartlarda imanımıza ve salih amelimize yönelmemiz, iman ve amel noktasında hangi zaaf ve hatalarımızın, ne gibi eksikliklerimizin bizi bu derekeye düşürdüğünü sorgulamamız gerekiyor. Evet, sorgulamalıyız ve ibadetlerimizle, güzel iş ve davranışlarımızla imanımıza yeni bir aksiyon kazandırmalıyız ki, Rabbimizin Kur’an-ı Ke- rim’de zikrettiği şu mükâfatlara erebilelim:
"Erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz." (Nahl, 97)
"iman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları işlediklerinin daha güzeliyle mükâfatlandıracağız." (Ankebut, 7)
"İman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size, Allah’ın apaçık ayetlerini okuyan bir peygamber gönderdi. Kim Allah’a inanır ve salih amel işlerse Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennete sokar..." (Talâk, 11)
Duaya salih amelin vesile kılınması
Öyle iç karartıcı olaylarla, yıkılışlarla, yüreğimizi ağzımıza getiren beklenmedik hadiselerle karşılaşırız ki, bunlar karşısında ancak iman ve salih amelimizle ayakta kalabiliriz. İşte, bir insan ve bir kul olarak üstesinden gelmesi zor bir imtihanla karşı karşıya kaldığımızda, duamıza vesile edebileceğimiz nitelikte salih amelimiz/amellerimiz bulunmalıdır.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bize anlattığı, girdikleri mağarada mahsur kalan üç kişinin yakarışlarını (Buhari, Edeb, 5; Müslim, Zikir, 100) hatırlayalım. Hani, üç kişi, yağmurdan korunmak için girdikleri mağarada, mağaranın ağzını bir kayanın kapatması sonucu mahsur kalmışlardır. Kendi fizikî güçlerini kullanarak buradan kurtulmaları imkânsızdır. Duadan başka çareleri yoktur. Nitekim onlar da öyle yaparlar: Her biri, kendilerince kabule en şayan olduğunu düşündükleri birer iyiliklerini dualarına vesile kılarak, içinde bulundukları durumdan kurtulmaları için Allah’a yalvarırlar. Darda kalmış bu kişilerin, dualarına, Yüce Allah’ın hoşnutluğunu sağlayacak iyiliklerini vesile kılmaları, bizim için son derece öğretici ve ibret vericidir.
Tekrar ifade edersek, muzdar olduğumuz öyle durumlar olur ki, bunu Cenab-ı Allah’a açarken duamıza vesile kılabileceğimiz salih amellerimiz bulunmalı. Nitekim Yüce Allah, kendisine yaklaşmamız için vesileler aramamızı emrediyor. (Maide, 35) Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Genişlik ve darlık zamanlarında iman, ibadet ve dua ile irademizi güçlendirmeliyiz. İnancımıza salih amellerimizle dinamizm kazandırmalıyız. Hayatımızın her karesinde imanımızın ve amelimizin gücünü arkamızda hissedebilmeliyiz.
Her türlü iş ve hareketimizde Allah’ın rızasını aramayı ölçü edinmeli, hayatımızın sürekli muhasebesini yapmalıyız.
Acziyetini müdrik bir kul olarak Dergâh-ı izzete sığınıp, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi;
Nâçar kalacak yerde,
Nâgâh açar ol perde,
Derman olur her derde.
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler, diyerek, Allah’a iltica etmeli ve O’na güvenmeliyiz.
Ashab-ı kirama imtisalen biz de yazımızı Asr sûresini hatırlatarak -Merhum Âkif, klişe olarak yazımızın başına aldığımız mısralarıyla bu sûreyi ne güzel şiirleştirmiştirl- yazımızı bitirelim: "Asra andol- sun ki, insan gerçekten hüsrandadır. Ancak iman edenler, iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı öğütleyenler bunun dışındadır."
Toplanıp ayrılırlarken Asr suresini okumayı bir itiyat hâline getiren ashab-ı kiramın tavrını daha iyi anlamaya çalışalım. Zira, günümüzde buna çok daha fazla ihtiyacımız olduğu açıktır.