Makale

2. Uluslar Arası Tüp Bebek Tedavilerinde Bilimsel ve Etik Yaklaşımlar Konferansı Günümüz tıp dünyasında tartışılan Tüp Bebek ve Kök Hücre gibi yeni uygulamaların İslâm dini açısından değerlendirilmesi

Prof. Dr. M. Saim Yeprem
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
Marmara Üniv. Ilâhiyat Fak. Öğretim Üyesi


2. Uluslar Arası Tüp Bebek Tedavilerinde Bilimsel ve Etik Yaklaşımlar Konferansı
Günümüz tıp dünyasında tartışılan
Tüp Bebek ve Kök Hücre gibi yeni uygulamaların İslâm dini açısından değerlendirilmesi

Temel esaslar
1- Bilim ve teknoloji alanında baş döndürücü gelişmelerin sürdüğü bir çağda yaşıyoruz. Buna paralel olmak üzere, modern tıp da dahil, bilimin bizi taşıyacağı nokta konusunda ümitliyiz. Ancak bu ümit, birtakım endişeleri de beraberinde getiriyor.
2- Bu manzaranın İslâmî perspektiften değerlendirilmesine geçmeden önce, bazı noktaların belirtilmesinde fayda mülâhaza ediyorum.
3- Bilindiği gibi İslam dininin temel kaynağı Kur’an ve onun en doğru yorumu ve pratik hayata uygulanması ise sünnettir. Değişen tarihî ve coğrafî şartların ortaya çıkardığı yeni konular ve problemler, bu iki ana kaynağın içerdiği evrensel nitelikteki temel kurallara irca edilmek suretiyle cevap aranır. İslam dini açısından değerlendirmenin, diğer bir ifadeyle İslâmî perspektifin olmazsa olmaz şartı budur. Bu fasıldan olmak üzere insanın canının, neslinin, aklının... muhafazası, bunların gerek fert için ve gerekse toplum için gerçekleştirilmesi, dinin gayesidir. Bu gayeye ulaştıran en önemli unsur ise toplumun çekirdeği olan ailedir. Çekirdek aile, toplumu oluşturmak üzere, sağlıklı üremeyi de içeren bir fonksiyonla, bir erkek ve bir kadından oluşan en küçük birliktir. Her türlü bilimsel araştırma ve uygulama bu temel esasları gerçekleştirmeye yönelik veya bunların önündeki engelleri belirleme ve kaldırma istikametinde olduğu sürece, İslam dini tarafından olumlu görülür ve desteklenir. Bunları dikkate almayan konuyla ilgili her türlü araştırma ve uygulamalara, İslâm dininin olumlu bakması söz konusu değildir.
4- Bir örnek olmak üzere, gündemimizi oluşturan tüp bebek, kök hücre ve buna bağlı konulara, bu açıdan bakılacak olursa, meselâ, İslâm’ın olmazsa olmaz kabul ettiği, bir erkek ve bir kadından oluşan çekirdek aile müessesesini üreme için gereksiz kılan, üremeyi aile dışına çıkaran veya buna yol açan hiçbir uygulamayı olumlu mütalâa etmek mümkün değildir.
5- Türkiye’de toplumu din yönünde aydınlatma fonksiyonunu anayasal bir görev olarak taşıyan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en yüksek karar ve danışma organı olan, üyesi bulunduğum, Din işleri Yüksek Kurulu gündemimizdeki bu konuları görüşerek yukarıda arzettiğim temel esaslar çerçevesinde mütalâa etmiştir.
6- Biz de önemli ölçüde bu çerçevede kalmak ve ilim dünyasında tartışmaya açık olmak üzere konumuzun bazı başlıklarına temas ederek, özellikle tıp dünyasında bugünlerde bolca tartışılan Preimplantasyon Genetik Tanı, Tüp bebek, Yumurta / Sperm / Embriyo Dondurulması ve Bağışı, Kök hücre ve Tedavi Amaçlı Kullanımı, Cinsiyet Seçimi, Kürtaj, Embriyo ve Ana Rahmindeki Bebeğin Hakları gibi konuları ele alıp, mütalâa edebiliriz.
Preimplantasyon genetik tanı
7- Çok yakın bir geçmişte bilim tarihinin en önemli keşiflerinden biri gerçekleşerek, insanın genetik şifresi önemli ölçüde çözülmüştür. Buna bağlı olarak yürütülen sayısız çalışma meyanında, ’Preimplantasyon Genetik Tanı’ (Preimplantation Genetic Diagnosis PGD), ’Preimplantasyon Genetik Tarama’ (Preimplantation Genetic Screening PGS) ve benzeri yöntemlerle, bebekte ortaya çıkabilecek ve yaşamın devamını imkânsız hâle getirebilecek nitelikte, çok önemli bazı genetik hastalıkların, embriyoların ana rahmine yerleştirilmeden önce bulunup gerekli tedbirlerin alınması mümkün olmakta ve hatta bunların tedavi edilebilmesi için yapılacak çalışmalara imkân kapısı aralanmaktadır.
8- İslam dini, hasta ve sakat da olsa, insanın yaşama hakkı olduğunu savunmakta, onun başlangıcından itibaren herhangi bir şekilde ve herhangi bir gerekçeyle hayatının sona erdirilmesine olumlu bakmamaktadır. Bu yüzden PGD ve PGS yöntemleri, embriyonun zarar görmesine veya it- lâf edilmesine yol açmamak kaydıyla, bilimsel araştırmalar dışında, tıbbî lüzum ve gerekle sınırlı olmak üzere kullanılabilir. Ancak kötü maksatlıları, moral ve etik değerler açısından tolere edilemeyecek uygulamaları önlemek için yasal ve idari tedbirler de alınmalıdır.
Tüp bebek
9- Bugüne kadar hemen hemen bütün İslam âlimleri, normal yoldan çocuk sahibi olamayan, aile birliği içindeki nikâhlı eşlerin, kocanın spermi ile karısının yumurtasının veya bu eşlerden temin edilen materyallerin, ya klâsik yöntemle yumurta ve spermler bir araya getirilerek ya da mikroenjeksiyon yöntemiyle, hatta klonlama ile laboratuarda döllendirilerek elde edilen embriyonun, kadının rahmine yerleştirilmesi suretiyle çocuk sahibi olmalarını olumlu karşılamışlardır.
10- Tüp bebek uygulamasında, belirlenen bu standartların dışına çıkıldığı ve araya yabancı unsur sokulduğu; yani sperm, yumurta ve rahimden birinin karı-koca dışında başka bir şahsa ait olduğu takdirde, olumlu bakış mümkün olmamaktadır. Çünkü meşrû bir çocuğun, gerek sperm ve yumurta, gerek materyaller ve gerekse rahim bakımından nikâhlı karı-kocaya ait olmasında, İslâm dininin genel prensipleri bakımından zaruret vardır.
11- Ancak tüp bebek yönteminde yapılacak bebek sayısından fazla blastocist üretilmesi ve bunlardan bir kısmının ana rahmine konduktan sonra diğer blastocistlerin yok edilmesi, ya da bilimsel araştırmaların materyali olması, yahut hastalıkların tedavisinde kullanılması gibi uygulamalar, tüp bebek konusunu dinî açıdan bütünüyle yeniden tartışılır hâle getirmektedir. Çünkü, sperm ve yumurtanın döllenmesinden itibaren, oluşan zigotu insan olarak kabul eden bilim adamları bulunmaktadır. Buna göre insana ilk anından itibaren bir birey olarak saygı duyulmalı, hukukî hakları tanınmalı ve ihlâl edilmemelidir.
12- Bu sakıncayı giderebilmek için, tüp bebek uygulamasında eğer mümkünse ihtiyaçtan fazla yumurta döllenmemeli ve bunlar korunmalı, sadece ihtiyaç duyulan yumurtaların döllenmesiyle yetinilmelidir. Aksi takdirde artanların imha edilmesi dini yönden sakıncalı olacaktır.
13- Ancak tıbbî zaruretler veya teknik imkân/imkânsızlıklar sebebiyle elde edilmek istenen bebek sayısından fazla embriyo oluşturulması gerektiğinde, bu işlem mümkün olan minimum seviyede tutulmalı ve artanlar itlâf edilmek yerine tedavide kullanılmak üzere kök hücre çalışmalarına tahsis edilmelidir. Ana rahmine implantasyonu gerçekleşen blastocistlere, tıbbî zaruretler dışında, artık kesinlikle müdahale edilmemelidir.
14- Katolik kilisesi de, tüp bebek uygulamaları sonunda artan embriyoların itlâfını veya başka maksatla kullanılmasını kabul etmemektedir.
Yumurta / Sperm / Embriyo dondurulması ve bağışı
15- Yumurta / Sperm / Embriyo dondurulması ve bağışı konusuna gelince, tıbbî gereklilik ve zaruretler sebebiyle, yumurtaları veya yumurtalık dokuları alınıp dondurularak saklanan kadınların, ileride iyileşmeleri durumunda bunlar yine kendilerine verilecekse, bu durum dinî açıdan bir sakınca teşkil etmez. Ancak bu yumurtaların veya dokuların başka kadınlara nakledilmesi uygun değildir. Çünkü yumurta, annenin birtakım kişisel özelliklerini/genetik şifresini taşır. Yumurta hücresi bir kadından diğerine aktarıldığında, bütün özellikleri, sahip olduğu hukukî haklarıyla birlikte aktarılmış olmaktadır. Böylece bu nakil işlemi potansiyel olarak ileride ortaya çıkabilecek dinî, hukukî, sosyal ve psikolojik vb. birçok problemi de beraberinde getirecektir.
16- Ayrıca nikâh birliği içinde materyalleri eşlerden temin edilerek döllendirilmiş embriyoların dondurulmak suretiyle saklanması hâlinde bunların aynı ailenin hayatta iken nikâh birliği altında kendilerince kullanılmasında sakınca bulunmamaktadır. Nikâh birliği dışındaki bir başka aile tarafından bu embriyonun kullanılması veya geçici olarak bir başka kadında doğumun gerçekleştirilmesi İslâm dini tarafından olumlu görülmemektedir. Dondurulmuş embriyoların veya dondurulmuş spermlerin, erkek eşin vefatı hâlinde veya boşanması durumunda dinin öngördüğü azamî bekleme süresi içinde (iddet- veya en fazla tam hamilelik süresi), bizzat hayatta olan kadın eş tarafından kullanılmasının sakıncalı olmadığı düşünülebilir. Kadının eşi öldükten sonra başka biriyle evlenmiş olması hâlinde, bu işlemin geçerli olmayacağı yahut evlenmemiş eşin dokuz aylık süreden sonra ölen, kocasının spermini veya önceden hazırlanmış embriyoyu kullanıp kullanamayacağı konusunda, ilk bakışta olumsuz görüş akla gelen kuvvetli ihtimal olmakla birlikte, konunun bu ve diğer boyutlarının İslam âlimlerince tartışılmaya değer olduğu da açıktır.
17- Sperm konusuna gelince; bankaya konan sperm, erkeğin ileride kendi nikâhlı eşinin rahmine, tüp bebek yöntemiyle yerleştirilip gebe kalmasını sağlamak amacıyla verilecekse, bu uygulamaya zaruret durumlarında başvurulabilir. Ancak böyle yapılmayıp, bankada toplanan spermler, daha sonra talepte bulunacak olan diğer kadınlara verilecekse doğru değildir. Çünkü bu işlem, çocuğun nesebinin sahih olmaması gibi, nesep karışıklığı sonucunu doğuracaktır. Onun için sperm verenin de talip olup alanın da ortak sorumluluğu vardır. Aralarında nikâh bağı olmadığı için yaptıkları iş, Islâm dininin temel prensipleri açısından olumlu değildir.
18- Kısaca sperm bankasına sperm vermek, sperm almak, yumurta bankasına yumurta vermek, yumurta almak, embriyo bankasına embriyo vermek, embriyo almak -nikâhlı eşler arasındaki alış-veriş hariç- dinin yasakları kapsamında olmanın ötesinde aynı zamanda sonuçları çok yaygın sosyal bir felâkettir. Çünkü bütün İlâhî dinlerin ortak hedeflerinden birisi neslin korunmasıdır. Bu uygulama, nesebi belli olmayan çocukların dünyaya gelmesine, sperm yoluyla stratejik amaçlı çeşitli hastalıkların yayılması ve özelliklerin aktarılabilmesi olasılığı gibi, birçok tıbbî-sosyal problemlerin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir.
Kök hücre ve tedavi amaçlı kullanımı
19- Muhtemelen çağımız genetik tıp çağı olacak ve artık özellikle bunama (Alzheimer), şeker hastalığı, lösemi gibi bazı hastalıklar insanlığın korkulu rüyası olmayacak.
20- Ancak bu ve bunun gibi hastalıkların tedavisinde embriyonik kök hücrenin kullanılması, ahlâkî tartışmaları da beraberinde getiriyor. Bu yöntemi savunanlar, henüz mikroskobik boyutlarda olan embriyonik kök hücrelerin deneylerde kullanılmasının, ahlâkî olarak bir problem oluşturmaması gerektiğini iddia ediyorlar.
21- Bir kısım biyologlar ise, kısırlık tedavi merkezlerindeki tüp bebek çalışmaları sonucunda, yüzlerce ekstra embriyonun araştırma kurumları- na bağışlanabileceğim ve bunların tedavi amaçlı çalışmalarda kullanılabileceğini vurguluyorlar.
22- Bazı gruplar; "Sinir hücrelerinin oluşmaya başladığı 14 günlük süre sonunda embriyolar birey sıfatını kazanır, bu nedenle 14 günlükten küçük embriyolar bu teknik için kullanılabilir" derken, bazıları, en fazla blastocist aşamasında kök hücrelerin kullanılmasında bir sakınca görmemekte, bazıları ise; "Bunlar, ilk günden itibaren (zigot) birey sıfatını kazanır ve embriyolarla uğraşmanın yetişkin insanlarla uğraşmaktan farkı yoktur" düşüncesinde.
23- Diğer bir grup araştırmacı ise; kök hücre elde etmek için embriyolardan yararlanmak yerine, yetişkin bedeninde hâlihazırda bulunan kök hücrelerini kullanma yollarının bulunması için çaba harcanmasının, daha isabetli olduğunu ifade ediyor. Görüldüğü gibi, gündeme çok değişik fikirler hakim.
24- İslam dini, bilimsel araştırmaları Allah’ın işine müdahale olarak değil, bilâkis Allah’ın kâinatı yaratma ve idare etmekteki âdetini, sünnetullah kavramı içinde doğa kanunlarını öğrenmek olarak telâkki ettiği için, bilimsel araştırma hürriyetini ne engellemiş ne de kısıtlamıştır. Bilâkis teşvik etmiş, hatta Kur’an’da açık ayetlerle emretmiştir. Ancak bu, çalışmaların yürütülmesi sırasında ortaya çıkabilecek, etik ve moral değerlere aykırılıkların engellenmesi için, din ve ahlâk süzgecinden geçirilmeden, bilimsel araştırma neticelerinin uygulanma kapısını ilkesiz biçimde açmak anlamına gelmez.
25- Bir şeyin, sadece uygulanabilir olması sebebiyle uygulanmasına izin verilemez, aksine onun faydalı, insanların menfaatlerini sağlayıp zararlarını gideren bir niteliği olması; insanın saygınlığını, Allah’ın onu yaratış hedefini koruması, onu kobay hâline indirgememesi, bireyin şahsiyet ve özelliklerine müdahale etmemesi, sosyal bünyeyi, akrabalık ile nesep ve aile bağlarını tahrip etmemesi, en kestirme bir ifade ile, "etik ve moral değerlere aykırı olmaması" gerekir.
26- Kök hücre konusunun dinî açıdan değerlendirilmesine gelince; kök hücre konusunda her geçen gün yeni şeyler öğrenmekteyiz. Öğrendikçe de geçmişte konu ile ilgili bilinenler tartışılır hâle gelmiş, konunun dinî boyutu da özel bir önem kazanmıştır. Ortaya çıkan tabloya göre, tüp bebek konusu dahil birçok konu yeniden değerlendirilmeye muhtaçtır.
27- Hıristiyanlık dünyası kök hücre konusunda fikir birliği içinde olmasa da birbirine yakın görüşlere sahiptir.
28- Katolik dünyasına göre, insan embriyosu değerlidir ve zigota insan muamelesi yapılmalıdır. Bunlar imha edilemez veya saklanamaz, araştırmalarda dahi kullanılamaz. Tabii ki, bedenin dışında döllenme teknolojisi olan tüp bebek uygulamasına da aynı gerekçelerle sıcak bakılmamaktadır. Bununla birlikte Kilise, yetişkin kök hücrelerinin kullanılmasına ise tam destek vermektedir.
29- Evangelist ve Katolik Bişoplara, embriyo- nik kök hücrelerin kullanımı, oluşmakta olan çocuğu korumak için, Almanya’da kesin olarak yasaklanmıştır. Ancak Alman Parlamentosu’nun insan embriyoları öldürülerek elde edilen kök hücrelerin belirli koşullarda ithaline izin veren kararı, Evangelist ve Katolik Bişoplar üzerinde şok etkisiyapmış ve ceninin döllenme anından itibaren insan olduğunu ve insan hayatının koruma altında olması gerektiğini ifade etmişlerdir.
30- Yahudilere göre, embriyonik kök hücrede yaşamı destekleyen bir potansiyel olduğu, bu yüzden bu araştırmaların devletin desteğine ihtiyaç duyduğu, öte yandan ise bu çalışmaların insan yaşamı için ve gelecek kuşaklar için de bir tehdit oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden sıkı kontrol altında tutulması şartıyla kök hücre araştırmalarının desteklenmesi gerekmektedir. Yahudi din adamlarına göre, tüp içerisindeki kök hücre tam bir insan sayılmamakta ve korunması gerekmemektedir. Özetle, embriyonik kök hücre araştırmaları, insan yaşamını daha büyük başarılar için koruyor ve yaşamı tehdit etmiyorsa, devam etmelidir.
31- Protestan kilisesi ise, insan embriyosu konusunda diğer kiliselerden farklı düşünmemekle birlikte, kök hücre ile ilgili araştırmaların devam etmesinden yana olduklarını deklare etmişlerdir.
32- İslam dini ise; insan ve toplum için yararlı olabilecek her türlü çalışmayı teşvik etmektedir. Ancak İslam, bunların hukukî, ahlâkî ve manevî değerler açısından problem oluşturacak ve insanlık için tehlike arz edecek noktalara getirilmesini de onaylamaz. Bu alanda gerekli önlemlerin alınmasını öngörür. Esasen, teknolojinin insanlık yararı için kullanılması, bilim ve hukuk otoritelerince de savunulmaktadır. Bu itibarla, hangi şekilde olursa olsun, insana, çevreye, ekolojik dengeye ve topluma zarar vermemek kaydıyla, genler üzerinde biyolojik ve tıbbî nitelikli çalışmalar yapmak, islâm açısından bir sakınca taşımamaktadır. Hatta, İslâm, insanlığa hizmet gayesi taşıyan bu ve benzeri çalışmaları takdir ve teşvik etmektedir. Önemli olan, varılan bilimsel sonuçların insanlığın hayrına kullanılmasıdır.
33- Yukarıda da ifade edildiği gibi, İslâm hukukunda dünyaya sağ gelmesi şartıyla, ceninin miras hakkı olduğu kabul edilmiştir. Bu gerçek 1883 yılında insan embriyosu bilimi tarafından da deklare edilmiş ve bugün de konuyla ilgili olarak aynı kanaat devam etmektedir. Bu nedenle insana ontolojik varlık olarak hayatiyetinin ilk anından itibaren bir birey olarak saygı duyulmalı, hukukî hakları tanınmalı ve asla ihlâl edilmemelidir.
34- Bu itibarla, embriyonik kök hücreler değil de vücudumuzun organlarından alınan, özelleşmiş yetişkin hücrelerinin de aynı fonksiyonu icra edebileceğine dair yapılan çalışmalar olumlu sonuç verir ve bunların tedavi amaçlı kullanımı mümkün hâle gelirse, bu takdirde insan olma potansiyeli taşıyan kök hücrelerin, birer yedek parça gibi kullanımı söz konusu olmayacaktır. Dolayısı ile tıp dünyasının, bağımsız bir canlı olma potansiyeli bulunmayan, özelleşmiş yetişkin kök hücrelerinin tedavi amaçlı kullanımı üzerinde yoğunlaşmaları gerekmektedir. Bunun ise, dinî ve ahlâkî açıdan organ naklinden herhangi bir farkı olmayacaktır.
35- Ancak, özelleşmiş yetişkin hücrelerden embriyonik kök hücrenin özelliklerini taşıyan kök hücre elde edilememesi durumunda ve başka tedavi imkânının bulunmaması hâlinde, ticarî ve her türlü kötü amaçlı kullanımı engelleyici tedbirleri almak kaydıyla, tüp bebekten arta kalan blastocistlerin, tedavi amaçlı kullanılabileceği söylenebilir.
Cinsiyet seçimi
36- Dinî açıdan değerlendirilmesi gereken diğer bir konu da "cinsiyet seçimi"dir. Doğacak çocukların cinsiyetinin seçilerek belirlenmesi, şimdiden öngörülemeyecek birçok demografik ve ekolojik sorunlar doğurabileceği, ayrıca cinsiyetlerin dağılımı konusunda var olan dengenin bozulmasına yol açabileceği için, bunun herhangi bir zorunluluk olmadıkça yapılması dinen uygun değildir. Nitekim Asya ve Doğu ülkelerinde aileler, genelde erkek çocuk istemektedirler. Bizim toplu- mumuzda da bu hususta durum farklı değildir. Böyle bir uygulamaya imkân tanındığı takdirde bu, dünyadaki dengenin erkek çocuğun lehine bozulabileceğini göstermektedir. Bu durum ise, sünnetullaha aykırıdır. Zira Kur’an’da, "Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir." (Şûrâ, 49-50) buyrularak insanların erkek veya kız olmasının Allah tarafından belirlendiği ifade edilmiştir. Bunun diğer bir adı da doğanın dengesidir.
37- Pek çok uluslar arası temel metinde, örneğin Avrupa Konseyi’nin Biyoetik Komisyonunun raporlarında ve yakın geçmişte Kahire’de, 238 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı toplantısının sonuç metninde de konu ele alınmış ve tıp dışı nedenlerle gerçekleştirilen cinsiyet seçimi uygulamaları uygun görülmemiş ve buna karşı önlem alınması gerektiği dile getirilmiştir.
38- Bu itibarla tıbbî bir zorunluluk bulunmadıkça, cinsiyet seçimine gidilmesi dinen uygun değildir.
Kürtaj
39- Kürtaj konusuna gelince, henüz dört aylık olmayan gebeliğe son verilebileceği görüşünde olan bazı Islâm bilginleri varsa da, gebelik gerçekleştikten sonra, dört aylık süre içinde de olsa, bir zaruret olmaksızın rahimdeki nutfe ve ceninin gerek ilaç, gerekse diğer etki ve işlemlerle düşürülmesi veya aldırılması (kürtaj) Islâm ulemasının büyük çoğunluğu tarafından uygun görülmemiştir. Dört aylıktan sonra ise, annenin hayatının kurtarılması dışında, herhangi bir sebeple gebeliğe son vermenin (kürtaj) kesinlikle yasaklanması gerektiğinde, İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.
40- Sonuç olarak denilebilir ki, gebeliği önleyici tedbirlere başvurarak doğumu kontrol altında bulundurmak, istenmeyen durumlarda gebeliğe engel olmak mümkündür. Ancak, gebelikten sonra, annenin hayatî tehlikesi gibi haklı, kesin ve meşru bir zaruret olmaksızın, düşürmek veya aldırmak (kürtaj) yolu ile bir canlının hayatına son verilmesi, İslam dinince kabul edilebilir nitelikte değildir.
Embriyo ve anne rahmindeki bebeğin hakları
41- Son olarak şunu ifade edebiliriz ki, İslam’da ceninin, miras, nesep, vakıf ve vasiyet gibi haklarının saklı tutulması kabul edilmiştir. İslam dinine göre çocuk, sağ doğmak kaydıyla ana rahmine düştüğü andan itibaren yukarıda anılan bu medeni hakların tümünden istifade eder.