Makale

Günlük Hayatta Önyargılar ve Ayrımcılık

Günlük Hayatta Önyargılar ve Ayrımcılık

Doç. Dr. K. Oya Paker
Ege Üniv. İletişim Fak.

Hepimiz için barış ve kardeşliğin hâkim olduğu bir dünya ortak bir dilektir. Bu dilek, aslında önyargı ve ayrımcılığın olmadığı bir dünya özlemini de ifade eder. Bu ortak dileğimize rağmen günlük hayatımız önyargılı tutumlardan ve ayrımcı davranışlardan pek de arınmış görünmüyor. Nedir bizi farklılıklarımızla bir arada kardeşçe yaşamaktan alıkoyan? Bu sorunun cevabı, önyargı ve ayrımcılığın günlük hayatımızda nasıl işlediğinde gizlidir.
Önyargı denilince kendimizi ait hissettiğimiz, taraf olduğumuz grubumuzdan farklı bir grup hakkında olumsuz, dogmatik kanaat ve tutumlarımız akla gelir. Önyargılar bir diğer etnik, millî ya da dinî gruba olduğu kadar kimi zaman daha küçük ölçekte, bir şehrin sakinlerine veya rakip bir futbol takımı taraftarlarına da yönelik olabilir. Örneğin çeşitli toplumlarda bazı insanlar Müslümanlara karşı belirli önyargılara sahipken, Müslüman toplumlardaki bazı insanlar da Yahudiler, ateistler ve benzeri farklı gruplara karşı önyargılar taşıyabilir. Müslümanlara karşı önyargılar, Müslümanların "yobaz, totaliter, kadına karşı ayrımcı ve baskıcı, şiddet yanlısı" gibi çeşitli türden sıfat ve davranışlarla örülürken; söz gelimi ateistlere karşı önyargılar da onların "sapkın, ahlak dışı, toplumsal değerler açısından zarar verici ve tehlikeli" oldukları şeklinde atıflarla inşa olabilir. Bu anlamda önyargılar toplumsal düzeyde önceden ifade edilmiş, az çok paylaşılan kanaat ve tutumlardır. Bu kanaat ve tutumlar kimi zaman, "biz, onlar gibi değiliz" şeklinde bir kanıyı pekiştirerek iç grubu diğer gruptan ayırmaya hizmet eder, bir anlamda iç grubu daha bütünleşik olarak algılamayı sağlayan bir tutkal işlevi görür. Bu nedenle önyargıların, çoğu zaman iç grup kimliğini olumlayan ve ön plana çıkaran bir yanı vardır. Ötekinin kötü yanlarına yapılan vurgu, sadece bir gruba karşı olumsuz duygu, düşünce ve davranışla sınırlı kalmayıp, "bizim geleneğimiz, kültürümüz, değerlerimiz ve tarihimiz"in ne denli iyi ve yüksek olduğunu da teyit eder.
Önyargılar hedef alınan gruba karşı çeşitli tavır ve davranışlarda somutlaşır. İlişkileri asgari düzeye indirmek ve mümkün mertebe görmezden gelmek, onları ‘yanlış yollarından’ uzaklaştırmak üzere eğitmek ya da sağaltıcı programlar uygulamak, uzak durmak ve her türden temasın tehlikeli sonuçlarına karşı tedbirli olmak, kendi müstesna toplumu ile tekinsiz öteki arasına açık sınırlar oluşturmak bu davranışlara örnek teşkil eder.
Önyargılı fikirler aslında doğrudan bireye değil, bireyin ait olduğu gruba yöneliktir; ancak sıklıkla kişisel ilişkilerde somutlaşır. Örneğin Türkiye’den Almanya’ya işçi olarak çalışmak üzere gitmiş Ahmet adında bir kişiyi düşünelim. Ahmet’e karşı önyargılı tutumlar, onun kendisi ile kurulan ilişkilerden değil; Türkler ve Müslümanlar hakkında belli bir süreçte oluşturulmuş kanaatlerden beslenecektir. Farklı bir söyleyişle, Ahmet hakkında şüphe ve kaygı içeren fikirler Ahmet’in kendisinden hareketle olmaktan ziyade Ahmet’in millî ve dinî kimliklerine referansla ortaya konacaktır. Bunun yanında önyargılar davranışa dönüştüğünde ayrımcılık ile karşı karşıyayızdır. Ayrımcı davranışlar ortama, koşullara, önyargıların hedefi olan grupla ilişkilere göre farklı şekillerde ortaya çıkar. Temelsiz eleştiriler, olumsuz sıfat ve benzetmelerle damgalama ya da aşağılama, toplumsal kaynaklardan mahrum bırakma, saldırganlık, dışlama gibi düşmanca davranışlar ayrımcı pratiklerden bazılarıdır.
Önyargılara dayalı ayrımcılığın uç biçimlerinden biri ise ırkçılıktır. Günümüzde genetik köken ve yapıya dayalı ayrımcılık hemen her toplumda ayıplı bir tutum olarak nitelendiğinden ırkçılık da bir anlam kaymasına uğramıştır. Bugün ırkçılık, belli bir ırka karşı düşmanca tutumların ve ayrımcı pratiklerin yasal ve meşru hâle gelmesi anlamından daha geniş bir çerçevede ele alınmaktadır. Artık genel anlamda toplumlar (etnisite, millet, din) arasında gerçek ya da hayalî farkların abartılarak, bir tarafı diğerinin üstünde, imtiyazlı bir konuma oturtup diğer tarafa karşı saldırıları meşrulaştıran her türlü söylem ve toplumsal pratik, ırkçılık olarak değerlendirilmektedir.
İster önyargı ister daha uç bir tezahürü olarak ırkçılıktan söz ediyor olalım, kültürün anlam matrisine sinmiş, ötekiler hakkında bazı zihinsel temsillerin varlığına işaret ediyoruz. Bu temsiller, ‘doğru’ kabul edilen bazı önermelerin ya da inançların yan yana gelmesiyle sınırlı değildir. Önyargıları bu denli güçlü tutan etken aslında duygulardır. Duyguların gerek günlük hayatta gerek medya dolayımlı iletişimde kamusal biçimde ifadesi düşünceler kadar açık değildir. Medyada uzun uzun tartışılan tarihsel anlatıları, çıkar çatışmaları analizlerini gerçek ya da çarpıtılmış belli bilgi içeriklerini ortaya koyarken, duygular bu ifadelerin ardında genelde örtük şekilde kalır. Oysa önyargılar hoşlanmama, korku, öfke, tiksinme gibi olumsuz duygularla örülür ve bu olumsuz duygular önyargılı düşüncelerin tutarsız ya da mantık dışı oldukları yolunda her türlü bilgi ve telkine karşı onları korumaya alır. Dolayısıyla önyargılarla başa çıkmak yalnızca hata ve yanlılık içeren bakış açılarının eleştirilmesiyle değil, duyguların da iyileştirilmesiyle mümkündür.
Önyargılar belli bir tarihsel ve sosyal bağlamda öteki ile karşılaşmalar çerçevesinde kurulur. Kimi zaman hedef grubun gerçek nitelik ve davranışlarının etkisi de olabilir. Ancak önyargıda hedef grubun olumsuz niteliklerine seçici olarak odaklanma, olumlu ya da nötr niteliklerinin ise görmezden gelinmesi söz konusudur. Sıradan insan önyargılarını reddeder. Önyargılar, gerçek ve doğru bilgiler olarak kabul edilir. Kendilerinin önyargılı olduklarını kabul etmeyen insanlar için diğer bir grup üyesi hakkında inandıkları, kendi çevreleriyle paylaştıkları, savundukları fikirler doğru olay ve sonuçlara dayanmaktadır ve bu sebeple ne değersizdirler ne de yanlıştırlar. Tam aksine bu kanaatler, onlar için kendilerinin ve sevdiklerinin kime karşı tetikte olması veya kimden uzak durması gerektiği konusunda işlevseldir ve bu bilgi dildeki bazı deyişlerde kendini gösterir.
Önyargı ve ayrımcılık bir yandan toplumsal anlamda onaylanmaz; diğer yandan çeşitli stratejiler ile haklı ve rasyonel fikirlermişçesine canlılığını korur. Söz gelimi kimi zaman ayrımcılık ötekiler hakkında özsel bir farklılığın vurgulanmasında (örneğin "kuyruklu" vb. özselleştirici ifadeler) temellenir. Burada öteki grup üyelerinin insanlık dışına çıkartılması ya da değersizleştirilmesi söz konusudur ve gruplar arasında bir eşitliğin olamayacağı fikri meşrulaşır.
Günlük hayatta adına önyargı, ırkçılık, ayrımcılık diyelim ya da demeyelim öteki olarak görülen diğer gruplara karşı olumsuz fikir ve davranış örüntüleri kişisel sorumluluktan muaf şekilde iş başındadır ve bunlar adeta kolektif şekilde icra edilir. Önyargı ve ayrımcılıkla mücadele genelde devlet aygıtı, sivil toplum kuruluşları, politik aktörler gibi tarafların yürüttüğü programlarda karşımıza çıkar. Bireysel sorumluluğu vurgulamayan kurumsal programlar bir anlamda kişilere kendilerini bu mücadelelerin dışında görme, seyirci konumunda kalma keyfiyeti sağlar. Oysa her birimiz günlük hayatta süregiden olumsuz insan ilişkilerinin bir yerinde yer almaktayız. "İçinde yaşadığımız toplumda önyargılarla mücadele etmenin kişisel yolu ne olabilir?" sorusu önyargı konusunda doğrudan kişinin kendisini muhatap ve fail konumuna yerleştirir. Bu noktada duygu ve düşüncelerimizi gözden geçirmek, kendi ötekilerimizin keşfine çıkmak yapılacak ilk eylem olabilir. Zira kişinin müdahale edip, tasarruf edebileceği birincil cevher kendisidir ve mücadele her zaman kişinin kendinden başlar. Kişisel farkındalığın değerini görmezden gelmek, değişimi diğerinde başlatmada ısrarcı olmak mücadeleyi sosyo-psikolojik açıdan etkisiz kılacaktır.
Son olarak önyargı ve ayrımcılık konusunda toplumumuzun ve kendimizin açık ve örtük reflekslerini fark etmek ve bunları iyileştirmek için mücadeleyi göze almak ahlaki bir sorumluluktur.
Kaynak: Nuri BİLGİN, İnsan İlişkileri ve Kimlik, Sistem Yayıncılık, İstanbul 1996.