Makale

İlahi Dinlerin Gayesi

İlahî Dinlerin Gayesi Tevhit ve Arınma

Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz Diyanet İşleri Başkan Yrd.


Aydınlanma Döneminden sonra oluşan materyalist ve pozitivist rüzgârların etkileri, XX. yüzyılda bir hayat tarzı olarak gündelik yaşayışın içine girdi ve modern iletişim araçlarıyla bütün insanlığa model olarak gösterildi. Geçtiğimiz yüzyılda nefse sınırsız bir hürriyet ortamı sunan, hiçbir inanç, değer, kutsal ve engel tanımayan, fert merkezli ve “insan için vaat edilen cennetin dünyada gerçekleşeceği”ni söyleyen bu düşünce sistemi, insan ömrünü basitleştirerek doğum ile ölüm arasındaki süreden ibaret görmektedir. Buna göre, insan hayatında hiçbir sınırlamaya gitmeden dünyanın haz ve zevklerini yaşayabilmelidir. Amaç güya insanların mutluluğudur. Bunun yolu da insanın canının her istediğini yapabilmesi, “vur patlasın, çal oynasın” düşüncesiyle yaşayabilmesidir. Bu tür sınırsız nefsani bir hürriyetle ferdin kısa süreli mutluluğu söz konusu olsa bile, bir süre sonra doyumsuzluk ve yeni açlıklar baş göstermektedir.
Pozitivist anlayışa ilaveten misyonerlik, satanizm, ateizm gibi akımlar ile krişnacılık ve Doğu dinleri gibi sapık fırkaların kol gezdiği günümüzde insanlık ciddi inanç problemleriyle karşı karşıyadır. Geçmiş dönemlerde ideolojik düşüncelerle ayrıştırılmaya çalışılan insanlar, bugün çok daha farklı argümanlar kullanılarak inanç bakımından problemli hâle getirilmektedir. Bununla birlikte insanların bu problemlerden kurtulmak için dinî hayata ve dindarlığa yöneliş içerisinde olduğu da bir gerçektir. Dinî hayata ilgi ve yönelişin yüksekliği, inanç problemlerini çözmek için sevindirici bir gelişmedir.
Çağdaş problemlerin çözüm ekseni
Bugün çağdaş inanç problemleri için yapılması gereken en önemli husus kalbî ve ruhi disiplini özümsemektir. Çeşitli sapık mezhep ve din mensuplarının el atmak için fırsat kolladığı insanları kurtaracak en sağlam yöntem, doğru dinî bilgi ve duygularla donanmak, dinî hayatın manevi tecrübelerinden geçmektir. Çünkü dinî hayata sadece ilgi ve sevgi duymak yetmez. İnanç problemlerinden dindarlığa yöneliş, dinî kavramların öğrenilip bilinmesinden çok içselleştirmeyi gerekli kılmaktadır. İçselleştirme, bilgi merkezli bir inanç ve aksiyon; yani amel-i salih işidir. Salih amelle gelişen ve beslenen duygu ve düşünceler hayatı yorumlamada insana daha yüksek seviyede rehber olur. Temelde dinî/İslami inançla buluşmamış dindarlık algısı ve dinî ritüeller bir anlam ifade etmez. Modernizm kargaşasını yaşayan insanlar için asıl hedef, inanç problemini çözerek aşk ile kulluğa erebilmektir.
İnsana can veren, onu manen dirilten iman ve inançtır. Ebedî olan Allah’a inanan; yüzünü, yönünü ve gönlünü O’ndan yana çeviren bu inanç ile can bulur, dirilir. Diriliş, Hayy/diri olan Allah’ın diriltmek üzere gönderdiği vahy-i ilahî ile olur. İnsan gönlü, Kur’an diriliğinde dirilir, vahiy ışığında aydınlanır. Kur’an ile buluşan, peygambere ulaşan bir gönül, inanç problemlerini hallederek diri olur. Onlardan uzaklaşan ise inanç problemi yaşar ve zamanla manen ölür.
Sağlam bir inançla hayata bakmak, insanın dış tesirlerden daha az etkilenmesini sağlar. İman, bir şule gibi insan kalbini aydınlatan nurdur. Ancak bu nur dış tesirlerle sönmeye mahkûm olabilir. Onun korunması kalbin Allah ile olmasına, kalbin Allah ile olması ise zihnin inanç esaslarını ve ahiret kaygısını sürekli canlı tutmasına bağlıdır. Bu yüzden inanç meselesinin determinist ve pozitif bir yaklaşımla değil, kalbî bir teslimiyet ve ahiret endişesi ile olması gerekmektedir.
Ahiret inancı, hayatın değerini ve anlamını yükseltir. Ölüm sonrasında yeniden yaratılıp hesap vereceğine inanan bir insanın daha düzenli ve ahiret için daha dikkatli yaşayacağı açıktır. Ahirette Allah’ın kendisine Rabb’ini, kitabını, peygamberini ve dinini soracağını bilen, ölümden sonra diriltildiğinde işlediği her türlü iyilik ve kötülükten sorumlu olacağına inanan insan, görevli meleklerin kaydettiği amel defterini güzelliklerle doldurmaya özen gösterir.
İnsan, doğuştan inanma ihtiyacında yaratılan bir varlıktır. Yaratan onun fıtratına hanif/tevhit inancını koymuştur. Nitekim şu ayet buna işaret eder: “(Rasulüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur.” (Rum, 30/30.) Bu yüzden tarih boyunca insanlar mutlaka bir inanç ve düşünceye bağlı olarak yaşamışlardır.
İlahî dinlerin ve peygamberlerin ilk ve temel gayesi insanları arıtmak; onların gönüllerini dünyadan; nefislerini kötü huylardan tezkiye etmektir. Tezkiye, tevhide aykırı her türlü inanç ve düşünceden kalbi temizlemekle başlar. Kur’an’da zikri geçen peygamberlerin ana misyonu tevhit mücadelesi; yani insanları küfür ve şirk bataklığından kurtarmak ve inançlarını sağlam bir temel üzerine bina etmekti. Allah Rasulü’nün Mekke’de geçen nübüvvet hayatının ilk safhası tevhit ve inanç mücadelesiyle geçmişti.
Tevhide ermek insanın inanç ve gönül dünyasını imar eder. Zira tevhit, bir inanç ve düşünce sistemi olmanın ötesinde bir hayat tarzı ve yaşama biçimidir. Allah’ın birliğine, ahadiyet ve vahdaniyetine inanmak, tevhidin ilk esasıdır. Tevhit aynı zamanda bu âlemde sadece Bir’i görüp O’nu algılamaya çalışmaktır. Çokluk içinde birliği, birlik içinde çokluğu (kesrette vahdeti, vahdette kesreti) algılamaktır. Böylece kendimize ait varlıktan soyutlanmak ve her şeyin O’ndan geldiğine teslim olmaktır. Nitekim şairane ifadesiyle:
“Veren Sensin, alan Sensin, kılan Sen
Ne verdinse odur, dahi nemiz var.”
gerçeğini kavramaktır.
Tevhit, ubudiyet ve kullukta bir olana yönelip O’nun dışındakileri kalp, zihin ve düşünce dünyamızdan uzaklaştırmak, beşerî zaaflardan sıyrılıp, benlikten soyutlanarak sadece O’nun varlığını idrak etmek, inancı ve imanı teminat altına almaktır. Böylece insan, inanç problemlerini aşarak hakiki tevhide erer.
Kulluğunda inanç problemini aşarak Hakk’tan başkasını kastetmeyen; gönlü, ruhu ve bedeniyle sadece O’na yönelen kimse yüksek manevi derecelere ulaşır. Kulluk ve ibadetini huzur-i kalbî denilen duygu yoğunluğuyla ifa eden kimse, fiilini nefsine değil Hakk’a izafe ederek amel ve davranışında ihlasa erer. Böylece kulda kutsi hadisteki: “Kulum benimle görür.” (Buhari, Rikak, 38.) anlamı zahir olmaya başlar.
İnanç problemini aşarak tevhit bilincine eren, hedefi ve gayesi Allah olandır. Tevhit bilincine erende sevgi ve tercihler, şahsi ve nefsani olmaktan çıkıp O’na ait olur. Çünkü Bir’in sevgisinde fani olan, gönül dünyasındaki sorunları hallederek kendisine ait bir tercih taşımaz. Bu ise insanın inanç ve ibadette olduğu kadar hayatın her safhasında Bir’i görmesi, Bir’i hissetmesi ve Bir ile yaşadığının farkına varmasıyla gerçekleşebilecek bir olaydır.