Makale

Orhan veli ve Garip Şiiri

Orhan Veli
Ve Garip Şiiri

Mehmet Erdoğan

Orhan Veli’nin şiiri Türk edebiyatının tarihsel dönüm noktalarından biridir. Ece Ayhan’ın ifadesiyle Orhan Veli, "şiirin yatağını değiştirmiş" (Ece Ayhan, Şiirin Bir Altın Çağı, Yapı Kredi Yayınları, 1993) ve onu yeni bir vadiye çekmiştir.
Garip şiiri bir değişim projesidir. Türk şiiri tarihsel süreçte sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal şartlara bağlı olarak benzer dönüşümler yaşamıştır. Garip şiiri de bunlardan biridir. Amacı şiirin sesini, biçimini ve içeriğini güncelleştirerek sanatı daha işlevsel hâle getirmek olan Garip şiiri, getirdikleri ve götürdükleriyle çokça tartışılmış; etkisini ve önemini hemen hemen her dönem korumuştur.
Orhan Veli yarım asır sonra bugün hâlâ konuşuluyorsa bir sebebi olmalıdır. Bunu, onun şiirinin etki gücüyle açıklamak mümkün değildir. Çünkü Orhan Veli’nin şiiri, oluşum aşamasında terk edilmiş bir şiirdir. Ama şiirinin yaslandığı gerekçeler, dolayısıyla edebiyatımızdaki işlevi, günümüze kadar geçerliliğini belli ölçüde koruyarak gelmiştir. Acaba Orhan Veli’nin girişimi ve şiiri hangi gerekçelere dayanıyordu? Bunun doğru anlaşılması, günümüzde yazılan şiir açısından da hayatî bir önem taşımaktadır.
Bilindiği gibi şiir, tarih boyunca çeşitli değişikliklere uğrayarak gelişmiş bir sanattır. Bir dönem nazım denilen bir çerçeve içinde vezne ve kafiyeye bağlanmış, bir dönem gelmiş bunların şiire dar geldiği söylenmiştir. Yani şiir; dili, şekli, niteliği, anlamı, işlevi vs. yönünden zamandan zamana, toplumdan topluma çeşitlilik gösteren anlayış farklılıkları sebebiyle sürekli bir değişim içinde olmuştur. Şiirin değişmesi bazen "yozlaşma" olarak nitelenmiş ve toplum tarafından benimsenmemiş, bazen de
B işlevini yitirdiği ve ona yeni bir işlev kazandırılması gerektiği düşüncesiyle değişmesi "zorunlu" kabul edilmiştir. Buradaki espri, şiirin değişiminin toplumsal hayattaki değişmelere bağlı bir olay olarak gelişmesidir. Çünkü şiir, hayatı yönlendiren değil, onun gerçekliğini algılamaya ve temsil etmeye çalışan bir olgudur. Böylece in- san-hayat-şiir ilişkisi, karşılıklı etkileşimli bir ilişki olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla her olgu diğerlerini görecek ve kendi varlığını onlara bağlı sayacaktır.
1937 yılında Ankara’da temelleri atılan Garip hareketinin ilk ürünleri topluca Varlık’ta görülür. 1941’de de Orhan Veli’nin öncülüğünde ve yazdığı "Garip" başlıklı önsözle Garip adlı ortak bir kitap çıkarılır. Kitapta sırasıyla Melih Cevdet, Oktay Rifat ve Orhan Veli’nin şiirleri bir araya getirilir. Orhan Veli ve arkadaşlarının hareketi adını bu kitaptan alır ve kitabın önsözü hareketin manifestosu niteliğindedir. 1945’te ikinci baskısı yapılan kitapta, bu defa sadece Orhan Veli’nin şiirleri yer alır ve önsöz yeniden yazılır.
"Yeni bir zevke ancak yeni yollarla, yeni vasıtalarla varılır. Birtakım nazariyelerin söylediklerini bilinen kalıplar içine sıkıştırmakta hiçbir yeni, hiçbir sanatkârane hamle yoktur. Yapıyı temelinden değiştirmelidir. Biz senelerden beri zevkimize, irademize hükmetmiş, onları tayin etmiş, onlara şekil vermiş edebiyatların, o sıkıcı, o bunaltıcı tesirinden kurtulabilmek için, o edebiyatların bize öğretmiş olduğu her şeyi atmak mecburiyetindeyiz." (Orhan Veli, Bütün Şiirleri, Adam Yayınları, 1991) diye işe başlayan Garip şairleri, vezin ve kafiye gibi şekil unsurlarının "iptidaî" şiir için geçerli olduğu, şiirde vezin ve kafiyenin dışında, hatta onlara rağmen bir ahengin olabileceği düşüncesindedirler. Ayrıca söz ve anlam sanatlarının da eski anlayış ve zevkleri yansıttığı için terk edilmesi gerekir. Şiirde "mısracı zihniyet"e ve "şairane"ye karşı çıkan Garip şairleri, güzelliği "basitlik"te ararlar. Onlara göre, "Şiir bütün hususiyeti edasında olan bir söz sanatıdır. Yani tamamıyla manadan ibarettir." (age.)
Garip hareketinin yayın organı olan Yaprak dergisi, iki sayfa hâlinde 1 Ocak 1949’dan 15 Haziran 1950’ye kadar 28 sayı yayımlanır. Orhan Veli’nin ölümünden sonra, arkadaşları tarafından onun anısına, Son Yaprak adıyla bir sayı daha çıkarılır (1 Şubat 1951). Dergide "Yaprak" imzasıyla yayımlanan "Alış Veriş" adlı bir şiir, hareketin sanat görüşünü ve ana eğilimlerini yansıtması bakımından dikkat çekicidir: "Gül verir yonca alırız / Bülbül verir serçe alırız / Edebiyat verir yalın söz alırız / Şarkı verir türkü alırız / Tek ses verir çok ses alırız / Halı verir kilim alırız / Kara tahta verir hayat alırız / Diploma verir değer alırız / Lisan verir dil alırız / Tespih verir pergel alırız / Hacı yağı verir zeytinyağı alırız / Meta verir fizik alırız / Turan verir memleket alırız / Hemşehri verir yurttaş alırız / Salon verir sokak alırız / Hazırlop verir alın teri alırız / Canan verir dost alırız / Gözyaşı verir ümit alırız." (Yaprak, s. 1, 1 Ocak 1949)
Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre Orhan Veli, "edebiyatın ve şiirin diliyle ve gayeleriyle değişmesini" istiyordu. Süleyman Efendi tipi, "hakikatte derunî hayatı olmayan, mesuliyet hissinden mahrum, klişe kelimeler ve ödünç hislerle yaşayan bir sınıf insanı" temsil etmekteydi. Bu insan, "her türlü idealizmin ve değer hiyerarşisinin dışında ilk doğmuş insan yahut bilinmeyen ameliye- lerden geçmiş ve transcendantal’le her türlü alâkasını kesmiş bir mahlûk gibi sadece var olmakla yetinen" bir insandı. Böylece Orhan Veli ve arkadaşları, edebiyatımızı "şairane modalardan kurtarmak"la ve şiirden "müzi- kalite"yi atmakla yetinmiyorlar, eski şiirin değerler dünyasını da sarsmak istiyorlardı. (Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, 1992)
Turgut Uyar’a göre ise Orhan Veli’nin şiiri, "geleneksel şiirimizden değerler taşır’’ ve "Türk şiir geleneğinin bütün inceliklerini yenileyerek sürdürür." (Turgut Uyar, Bir Şiirden, Ada Yayınları, 1983) Yani o, bir taraftan geleneksel şiire savaş açar; şairaneliğe ve müzikaliteye karşı çıkar, ama diğer taraftan da "özdeyiş"e ve "hikmetli söz"e yaslanarak yine ona bağlanır.
Orhan Veli, şairanelik üzerinden heceye ve aruza tepki gösterirken, var olan mükemmellik anlayışına karşı çıkıyordu. Ona göre mükemmellik düz bir satıhtı. Böyle bir alan içinde kişilikler kayboluyordu. Güzellik her şey demek değildi. Hata yapmak, birtakım zaaflar içinde olmak da insana özgüydü. Bu yüzden gündelik hayatı şiire sokmak ve eskiyi sarsan bir şiir yazmak istiyordu. Onun için önemli olan değişimi yakalamak ve yeni bir şiir yazmaktı. Kendi çıkışının Türk şiirinde bir aşama olduğunun farkındaydı. "Şiirin gelişmesi, şiir tekniğinin gelişmesi değildir. Değişen koşullarla insanın değişmesidir." (Turgut Uyar, Sonsuz ve Öbürü, Broy Yayınları, 1985) Orhan Veli asıl bunu yapmaya çalışmıştı. Bunun için önce şiirdeki insanı değiştirmek istedi. Hayatın ve insanın değiştiğini, ama bunun şiire yansımadığını görüyordu. Bu sebeple çoğunlukla bireyi esas aldı. Topluma söyleyeceklerini de zaman zaman birey üzerinden söyledi. Onun bireyi seçkin değildi; kenar mahalle sakiniydi, yani sıradan, küçük bir insandı. Hayata ve kendine karşı alaycı; dünyayı umursamayan bir insan! Biraz hüner ve biraz zevk sahibi; biraz bilge ve biraz müstehzi bir insan! işte Orhan Veli’nin insanı buydu.
Orhan Veli ne yapmak istediğini biliyordu. Geçmişten kopuk bir hayat düşlemiyordu; tarihten süzülüp gelen değerleri, bugünün şartlarına uygun biçimlerde yeniden kurmak ve yaşamak istiyordu. Fakat geleneksel değerleri aktarmacılığa karşıydı. Ona göre böyle bir şey olamazdı, çünkü bu, eşyanın tabiatına aykırıydı. Önünü açabilmek ve kendine bir yol bulabilmek için önce sert çıkışlar yapması gerekiyordu. Ne var ki bir süre sonra çıkışıyla çelişik duran ürünler ortaya koyması kaçınılmaz oldu. Esasında bu bir çelişki değildi, bilinçli olarak yapmaya çalıştığı bir şeydi. Kendine göre birinci aşamayı tamamlamış, ikinci aşamaya geçmişti. Bu dönemde yazmak istediği şiiri ortaya koyacaktı. Orhan Veli’den önce serbest şiiri deneyenlerin hiçbiri onun yaptığını yapamadı. Çünkü Orhan Veli, şiire yeni bir ses kazandırabilmek için sadece dille oynamayı yeterli görmedi. Bunun yanında insanı, insana bakışı da değiştirdi. Bundan dolayı Nâzım Hikmet’in şiiri ona göre eskinin içinde kalmıştı.
Garip şiirinin insan üzerinden yapmaya çalıştığı şey, yeni bir Türk hümanizmi yaratma çabasıdır. Bu anlayış, o dönemin yaygın ve entelektüel bir anlayışıydı. Bu amaçla MEB, Haşan Âli Yücel’in döneminde bir Tercüme Bürosu kurmuş, doğu ve batı klâsiklerini kültürümüze kazandırmaya çalışmıştı. Garip şairleri hümanizmin kökenini Türk tarihinde ararlar ve Halk şiirine bu açıdan yaklaşırlar. Bu konuda büyük ölçüde Nurullah Ataç ve Sabahattin Eyuboğlu’nun etkisi altındadırlar. Nurullah Ataç, Orhan Veli ve Garip şiirinin en büyük destekçisiydi. Sabahattin Eyuboğlu ise eski şiirimizi ve batı şiirini Orhan Veli ve arkadaşlarından iyi biliyor, yeni şiiri temellendirmede onlara yardımcı oluyordu. Özellikle Yaprak’taki yazılarıyla Garip hareketinin fikir babası gibiydi.
Rasim Özdenören ise bu ideolojik duruşu, "Cumhuriyetin götürdükleri, bir de getirmek isteyip de getiremedikleriyle ortaya çıkan toplumsal bunalım"la açıklar. Ona göre olay, "İkinci Dünya Savaşının da (öncesi ve sonrasıyla) körüklediği bu bunalımda, işi alaya almaktan başka çaresi kalmayanların ruh durumudur. Bundan dolayı Orhan Veli’nin şiir anlayışına, değerler üzerinden bir eleştiri getirir: "Bu anlayış, şiiri, en ilkel anlamda bir esprinin kurbanı ediyor, kendi dışındaki şiiri, alaya alarak mahkûm etmek istiyordu. Her şey, aşk, toplum, savaş, insan, her şey basite indirgenmişti. Küçük bir nükte, bütün bu oluşları çözmeye yetiyordu onlarca. Bu anlayışın ve kolaylığın hayranı şiir heveslileri birbiri ardından mantar gibi türemiş, ortalığı kaplamıştı. Neydi bu anlayışın temelinde yatan? Psikolojik yaklaşımla irdelersek, ilkel bir karşı koyma. Daha önce ortaya konmuş ve en yüksek düzeyine ulaşmış şiir verimlerini silkip atmak, hiçe saymak. O ne yapmışsa tersini yapmak: Sevgili yerine vesikalı yâri getirmek, ruhun acıları yerine ayaktaki nasırın acısını söylemek, yüreğin ve kafanın erdemlerini alaya almak. Üstelik, bütün bunları ne için, ne adına yaptığını bilmemek. Çünkü herhangi bir temel düşünceyle de bağımlı değildir bu şiir. Yaygın ve yanlış kanının tersine bazı andırışlar dışında Marksizm’le de ilgisi yoktur. Olsa olsa, bütün yerleşik değerleri inkâr yönünden, nihi- listik bir anlayışın ürünleridir denebilir. Ama onun bile farkında mıdır, bilinmez. Şurası var ki, bu şiir, edebiyatımızda bir olaydır." (Rasim Özdenören, Ruhun Malzemeleri, Risale Yayınları, 1986)
Orhan Veli’nin en büyük çıkmazı şiirini tepki üzerine kurmuş olmasıdır. Cemal Süreyya’nın ifadesiyle "yeni bir şiir ne olmalıysa onun değil, eski şiir ne değilse onun çevresinde dolanmaya başladı." "Yeni bir şiiri öneren, köklü bir sanat devrimini getirmeye çalışan birçok şairin, sanatçının eski sanatla alay eden, ona takılan birçok eskizleri olmuştur. Ama bunun yanı sıra onların hiçbiri o yeni şiirin, o devrimin yörüngesinde, onun iç gelişmesine bağlı ürünler vermeyi de ihmal etmemiştir." (Cemal Süreyya, Şapkam Dolu Çiçekle, Yön Yayıncılık, 1991) Orhan Veli şiirde bunu başaramadı veya istediği şiiri yazmaya ömrü vefa etmedi. Ama kendi şiir serüvenini aşan daha büyük bir iş yaptı: Türk şiirine değişim imkânı sağladı ve ikinci Yeni gibi büyük bir şiir damarının oluşumuna yol açtı, dolayısıyla İkinci Yeni şiirinin sürecini hızlandırmış oldu.
İkinci Yeninin merkez şairleri yeni şiirlerini yazmaya başladıkları zaman edebiyat ortamına Garip şiirinin havası egemendi. Garip şairleri toplumsal hayattaki değişimlere paralel yeni bir şiir anlayışı öngörüyorlardı. Bu amaçla eski edebiyata ait ne varsa ona karşı çıktılar.
Garip şiiri edebiyatımıza yeni bir insan tipi getirmişti. Başlangıçta hayatın gerçeklerinden uzak, fildişi kulesinde yaşayan veya topluma kendi görüşünü dayatmak isteyen anlayışlara karşı bir tepki içerdiği için büyük oranda benimsenmişti. Ne var ki Garip şiirinin değiştirici ve özgürleştirici bu tavrı, kısa bir zaman sonra resmileşti ve bu defa yenileşmenin önünü bizzat kendisi tıkamaya başladı. Globalleşen bir dünyada Orhan Veli’nin şiiri ve insana bakışı anlamını korumuyor; ama işlevi hâlâ geçerliliğini sürdürüyor. Çünkü belli dönemlerde yolun çakıl taşlarından temizlenmesi gerekiyor!