Makale

TÜKETİM Ahlakı

TÜKETİM
Ahlakı

Dr. Muhlis Akar
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Tüketim yarışının ortaya çıkardığı "kullan ve at" sloganıyla şehirler, göller, nehirler, toprak ve hava her geçen gün biraz daha kirlenmekte, tüketim yarışı hızlandıkça insanların tüketme isteği daha da kamçılanmakta ve tüketim bağımlısı
hâline gelmektedirler.

Günümüzde tüketim çok farklı bir anlam ve boyut kazanmıştır, insanlar her gün bir önceki günden daha fazla tüketmeye özendirilmektedir. Kişi, gösteriş amaçlı tüketim yaptığı ölçüde "değerli" kabul edilir olmuş; neticede insanın kendi eliyle ürettiği eşya, bir yönüyle kendisinden daha üstün konuma getirilmiştir.
Tüketimin özendirilmesi sonucu, sadece alış-veriş yapan ve sürekli tüketen, fakat ahlâkî ve kültürel zenginlikten yoksun, başkalarının açlığına karşı duyarsız, çevreye karşı saygısız tek yönlü insanlar oluşmuş ve oluşan bu insan tipi, mutluluğu sırf tüketimde arar hâle gelmiştir.
Bugün artık aşırı ve dengesiz tüketim sadece İnsanî değerleri yok etmekle kalmamakta, aynı zamanda gezegenimizin bütün kaynaklarını da yok etmekte, çevremizde çöplükten dağlar oluşmakta, ormanların, toprağın, suyun ve havanın kirlenip yok olması tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, "...günümüzde insanlığın karşı karşıya kaldığı küresel çevre problemlerinden, tamamıyla tüketim toplumu hâline gelen insanlar sorumludur" (Cürdoğan, Ersin; "Savurganlık Ya da Yapay İhtiyaçlar" Kadın ve Aile Dergisi, Sayı 25, s. 20, 1st. 1987) denilebilir. Çünkü tüketim yarışının olduğu yerde atıklar, atıkların olduğu yerde de çevre kirlenmesi doğal bir sonuçtur. Tüketim yarışının ortaya çıkardığı "kullan ve at" sloganıyla şehirler, göller, nehirler, toprak ve hava her geçen gün biraz daha kirlenmekte, tüketim yarışı hızlandıkça insanların tüketme isteği daha da kamçılanmakta ve tüketim bağımlısı hâline gelmektedirler.
Erich From bu durumu şöyle açıklıyor: "Tüketim, günümüz aşırı üretim toplumunun belki de en önemli sahip olma biçimidir. Her tüketilen şey, tükendiği anda kişiyi tatmin edemez olduğu için, insanlar yeniden ve daha fazla tüketime yöneliyorlar. Bu çarkın sonu gelmeyen ve hep tatminsiz, hep bir çırpınış içinde kalan çağımızın modern tüketicileri, (âdeta) kendilerini şu formülle özdeşleştiriyorlar: ’Ben, sahip olduğum ve tükettiğim şeyler dışında bir hiçim." (Erich From; Sahip Olmak ya da Olmak, (Çev. Aydın Arıtan), Arıtan Yay., 1st,1991, s. 51)
Halbuki tüketim bir amaç değil, bir araçtır. Tüketimin mutlaka bir ölçüsü ve ahlâkî normları olmalıdır ve vardır da...
İşte biz bu makelemizde dengesiz, savurgan ve gösterişe dayanan bu çılgın tüketime karşı, İslâm’ın genel ahlâkî prensiplerini ve tüketim normlarını ana hatlarıyla ortaya koymak ve Müslüman bir insanın sahip olması gereken tüketim ahlâkını yansıtmaya çalışacağız. Şüphesiz tüketim konusunu doğru kavrayabilmek için öncelikle tüketim-ihtiyaç ilişkisinden söz etmek gerekir:
Tüketim-ihtiyaç ilişkisi
İnsanlar hayatlarını sürdürebilmek için ihtiyaçlarını karşılamak zorundadırlar. "Tatmin edilmediğinde/karşılanmadığında elem ve acı, tatmin edildiğinde de haz ve lezzet veren hislere ihtiyaç denir." (Demirci, Rasih; Ekonominin Temelleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 1996, s.7) İhtiyaçlar kendilerini talep şeklinde gösterirler, ihtiyaçların giderilmesi bir tüketim faaliyetidir. Tüketim ise insan ihtiyaçlarının doğrudan doğruya karşılanması için mal ve hizmetlerin faydasından yararlanmaktır. (Demirci, Rasih; a.g.e.,s. 50)
Genel olarak iktisatçılar, insanın ihtiyaçlarıyla bu ihtiyaçları karşılayacak mal ve hizmetler arasında bir dengesizlik olduğunu düşünerek iktisat ilmini, "kıt kaynaklarla, sınırsız olan ihtiyaçlar arasında denge kurmak" olarak tanımlarlar. İslâm iktisatçıları ise aslında ihtiyaçların sınırsız olmadığını, sınırsız olanın insanın arzu ve istekleri olduğunu ifade ederek, ’istek’ ile ’ihtiyaç’ kavramının farklı şeyler olduğunu söylerler. (Akar, Muhlis; Sosyal Siyaset Açısından Tüketime Farklı Bir Yaklaşım, (Yayınlanmamış doktora tezi), İÜ., iktisat Fak. 2000, s. 190)
Günümüzde de istek, ihtiyaç ile karıştırılmakta ve çoğu zaman ihtiyaç kavramının yerine kullanılmaktadır. (Odabaşı, Yavuz; Tüketim Kültürü, Sistem Yay., 1st., 1996, s. 6) Halbuki ihtiyaç, arzu ve isteğe göre daha net bir duyguyu ifade eder, ihtiyaç fizyolojik, arzu ve istek ise psikolojiktir.
Onun için ortalama bir insanın ihtiyaçları sınırlı, arzu ve istekleri ise sınırsızdır. (Tabakoğlu, Ahmet; İslam ve Ekonomik Hayat, DİB Yay, Ank. 1996, s. 44) Bu ayırımın pratik faydası ise, gerektiğinde insanların arzu ve isteklerini frenleyip, zorunlu olmayan tüketim eyleminden vazgeçebilmeleri, ihtiyaçlarını karşılamalarının ise hayatî olmasıdır.
Önem sırasına göre ihtiyaçlar zorunlu, hayatı kolaylaştırıcı ve hayata zevk ve güzellik katan ihtiyaçlar olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. Kuşkusuz gelişme kaydedildikçe ve medeniyet seviyesi yükseldikçe, ihtiyaçların çeşitlenmesi de doğaldır. Ancak her ihtiyacı/arzu ve isteği karşılamak ve tatmin etmek İktisadî açıdan mümkün olmadığından, ihtiyaçlar arasında seçim yapmak gerekir. Birinci sıradaki zorunlu ihtiyaçlar dururken, ikinci veya üçüncü sıradaki ihtiyaçları karşılamak israf olacağı için, bu durum hem İktisadî, hem de ahlâkî açıdan doğru değildir. Çünkü insanın sınırsız ihtiyaçları/arzu ve istekleri olmasına karşılık, dünyada yer altı ve yer üstü kaynakları (servetleri), sınırsız olan arzu ve isteklere kıyasla göreceli olarak sınırlıdır. Dolayısıyla insanlar seçimlerini aklî, ahlâkî ve İktisadî prensiplere uygun olarak yapmak zorundadırlar. Eğer insanların bu istek ve ihtiraslarına ahlâkî bir sınır konulmazsa, o takdirde kimi insanlar gereksiz bazı ihtiyaçlarının (arzu ve isteklerinin) tatmini yoluna gideceklerdir. Bunun karşısında birçok insan ise zorunlu ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak (Zaim, Sabahaddin; İslam ve iktisat Nizamı, 1st. 1979, s.27) ve sonunda bozulan sadece ekonomik dengeler olmayacak, aynı zamanda sosyal ve ahlâkî yapı da zarar görecektir. Maalesef günümüzde bunun sayısız örneklerine şahit oluyoruz.
Tüketim prensipleri
İslâm’da en azıyla yetinme mecburiyeti olmadan, iyi ve rahat bir derecede olmak üzere bireysel (ferdi) tüketim yasak değildir. Bu husus Kur’an’da şöyle dile getiriliyor: "De ki: "Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?..." (Araf, 32) "Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez." (Mâide, 87) "Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının." (Mâide, 88) Böyle- ce İslâm’da bir yandan tüketimde yapılacak aşırı sınırlamalar kınanırken, diğer yandan haksız veya "göze batan" tüketim eleştirilir. Bu nedenle, bir kimse parasını harcarken dikkate almak zorunda olduğu şey, sadece kendi kesesi değil, aksine bir bütün olarak cemiyetin kesesidir. Bunun için İslâmiyet, fakirlik denizi içinde birkaç kişinin adalar teşkil ettiği bir beşer cemiyetine müsaade etmez. (Türkdoğan, Orhan; Islâm Ekonomik Sistemi ve Weberci Görüşler, Turan Yay., lst-1996, s.72)
Bu bağlamda israf yasağı, nimeti koruma kaygısı, şükür vecibesi, zekâtın ayarlayıcı fonksiyonu ve zengin-fakir, Müslümanların bir marj dahilinde tüketim eşitliği içinde yaşamaları, İslâm toplumunun tüketim alanını, diğer ekonomik sistemlerin tüketim alanlarından kesin olarak ayırır. (Karakoç, Sezai; Islâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü, Diriliş Yay., 1st. 1987, s.50)
Bir Müslüman’ın günlük hayatı ve meşru harcama alanları, zenginiyle fakirini hayat standardı bakımından birbirine yaklaştırır, içki, kumar, gayr-i meşru ilişkiler, toplum ahlâkını bozan eğlence kurumlarının teşekkülüne engel sosyal müeyyideler, israf yasağı, insanların bir- ibirlerini en az kendisi kadar düşünmelerini gerektiren toplum ahlâkı, lüks yasağı, vb. prensipler, İslâm toplumunda genel anlamda bir tüketim eşitliği oluşturur. Şüphesiz din, bu konuda hayat tarzları ve mizaçların çeşitliliği sebebiyle kişilere belirli bir marj tanımıştır. (Karakoç; a.g.e., s.51-52)
İslâmî prensiplere göre tüketim harcamaları, tek başına gelirin bir fonksiyonu değildir. Çünkü her ne kadar gelir artsa da tüketim alanları Allah’ın emir ve yasaklarıyla tanzim edilmiştir. Meşru alanların dışında tüketim yasaklandığı gibi, meşru alanlarda da "israf etmeme prensibi konulmuştur. (Araf, 31; Afzalurrahman, a.g.e, II, 420) Ayrıca kişinin reel geliri arttıkça, bunu yalnızca kendi tüketimi için değil, aynı zamanda yoksul akrabalarının ve komşularının tüketimi için de kullanma sorumluluğu getirilmiştir. (Bkz. Nisâ, 36; Isrâ, 26-27; Müslim, Birr,142; Ibni Mâce, Et’ıme,58; Tirmizi, Et’ime, 30) Buna göre bireyin tüketime dayalı davranışı, yalnızca kendi gelirinin bir fonksiyonu olmayacak, toplumun diğer üyelerinin de tüketim düzeylerini dikkate alacaktır. Çünkü Müslüman bir bireyin çevresinde olup bitenlere bîgâne kalması, insanların acı ve ıstıraplarına karşı duyarsız davranması gerçek müminlikle bağdaşmaz. (Heysemî, Mecmeu’z-zevâıd, VI- II/167; Nakvi, N. Haydar; Ekonomi ve Ahlâk, (Çev: ilhan Kutluer) İnsan Yay., 1st. 1985, s.82-84) Onun için İslâm’da tüketim sadece gelirin bir fonksiyonu değil; aynı zamanda zorunlu transfer ödemelerinin ve İslâm ahlâk kurallarının da bir fonksiyonudur. Bu sebeple gelir ve kazançtan hemen tüketime geçilmez. (Bkz. Zaim, Sabahattin; İslam insan-Ekonomi, Yeni Asya Yay., Ist.1992, s.70) Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de tasarruf ve tüketimden ayrı olarak, gelirin belirli bir kullanımına da işaret edilir ve bu, Allah rızası için harcama olarak adlandırılır. (Bkz. Bakara, 265-268) Allah rızası için harcamak ise mecburî (zorunlu) veya ihtiyarî (iradî) olabilir. Zekât, Allah rızası için mecburi harcamanın önemli bir kalemidir, ihtiyarî, yanı mecburî olmayan harcamanın sınırı ise kışının takvasına bağlanmıştır. Rivâyetler Peygamber Efendimizin, fetihlerden sonra, gelirlerin artmasıyla maddi bolluğa kavuşulmasına rağmen yaşayış tarzını değiştirmeyip, mütevazî hayatını devam ettirdiğini bildirmektedir. (Canan, İbrahim; Kütüb-i Sitte Muhtasarı Terceme ve Şerhi, Akçağ Yay., Ankara 1990, s.459-469) Artan geliri ise sorumluluğu gereği yoksullara dağıtmıştır.
Bu nedenle, İslâm ekonomisinde her bireyin tüketim davranışını diğer birine bağımlı yapan şey, gösteriş duygusu değil; tersine toplumun zengin kesimlerine, yoksulların gelirlerini artırmak için transfer ödemelerinde bulunma yükümlülüğü getiren İslâmî ahlâk duygusudur. (Abdülmanan, Muhammed; Islâm Ekonomi Toplumunun Kuruluşu-Ekonomik Analizin İslami Boyutları, Fikir Yay., 1st. 1989, s. 141)
İslâm’ın tanımladığı insan modelinde kişinin sahip olduğu her hak, yalnızca kişisel gelişimi için değil, toplumsal gelişim anlamında da fayda sağlamalıdır. Müslüman insan, düşünüş, yaşayış, tutum ve davranışlarıyla, toplumun ve ülkenin sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel gelişimine doğrudan veya dolaylı olarak katkıda bulunmakla yükümlüdür. Çünkü "Müslüman insan" tipi, "ekonomik insan" (homo-economicus) tipinden farklıdır. Ekonomik insan tipinde kişi, yalnızca kendi çıkarları için faydasını en üst düzeye çıkarırken; Müslüman insan tipinde kişi, yalnızca kendi faydasını en üst düzeye çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun diğer bireylerinin de faydasını dikkate alır. (Geniş bilgi için bkz. Zaim, Sabahattin; a.g.e.) Bu nedenle varlıklı bir Müslüman, maddî ihtiyaçlarını karşıladığında ilâve tüketim harcamalarında bulunmaz. Zira ilâve tüketim harcamalarının, "azalan fayda kanunu" gereğince marjinal faydası azalıp, sıfıra inecek ve gittikçe "negatif fayda"ya dönüşecektir. Şüphesiz bu durum, insanları mutsuzluğa iter, hayattan zevk alamaz duruma getirir, kötü arzu ve isteklerinin tatmini yönünde ahlâk dışı yollara sürükler. İslâmî ahlâk prensipleriyle yetiştirilen bir insan bu noktaya gelmez. Doygunluk noktasına ulaşmadan önce, israftan kaçınma prensibiyle tüketimini frenler. Lükse ve gösteriş tüketimine yönelmeyeceği gibi, gayri meşru yollara da sapmaz. Bireysel tüketiminin marjinal faydası azalmaya başlayınca, sosyal harcamalara yönelir ve böylece "azalan fayda kanunu"na muhatap olmaz. Sosyal harcamalar çoğaldıkça sağlayacağı manevî tatmin duygusu da artar. Böylece hem maddî fayda sağlamış, hem de mal ve hizmetleriyle fakirleri, yetimleri ve muhtaçları sevindirmiş olacağı için manevî faydayı da elde etmiş olur.
İslâm dini, sosyal ve İktisadî dengeleri sağlamak için infakı emrederken, israfı, lüksü ve gösteriş tüketimini de yasaklar. Yüce Allah Kur’an’da yiyip içmeye müsaade etmekte, israf etmeye ve gösteriş amaçlı tüketimde bulunmaya ise müsaade etmemektedir. (A’raf, 31; Nisa, 38) Çünkü gösteriş tüketimi hem kişilerin, hem de toplumun sağlıklı gelişmesine engel olur. İslâm’a göre mal varlığına dayanan bir farklılık, şımarıklığın ve gösterişin sebebi olmamalıdır. Sadece iyi ve güzel iş yapanlar, diğerlerinden üstündür ve bunların sevinci sona ermeyecektir. (Kehf, 46; Hucurât, 15)
İslâm’da israf ve gösteriş tüketimi yasak olduğu gibi, cimrilik de yasaktır. (Âl-i Imrân, 180) Çünkü İslâm’da biriktirmeye değil, harcamaya önem verilmiş, servetin atıl tutulması yasaklanırken, harcanması teşvik edilmiştir. (Bakara, 195)
Ancak israfa varan harcamalar da, cimrilik anlamına gelen harcamamak gibi kınanmış ve harcamalarda itidal, iktisat (denge) emredilmiştir. (furkan, 67)
Kur’an, tüketimde dengenin esaslarını şu ayetlerle net bir şekilde ortaya koymaktadır:
"Onlar harcadıkları zaman ne savurganlığa saparlar, ne de cimrilik ederler. Harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur." (Furkan, 67)
Bu ayette, israfla cimrilik arasında mükemmel bir denge kurulması istenirken; (Afzalurrahman; Siret Ansiklopedisi, Inkılab Yay., İstanbul, 1996, II, 421) isrâ süresinde de aynı ilke şöyle vurgulanıyor:
"Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın." (Isra, 29) Yani ne öyle ellerini boynuna bağlamış gibi cimri ol, ne de malını saçıp savur. (Ateş, Süleyman; Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat (Milliyet Bsk.), 1st. 1995, III,
1526) Aynı sûrenin 26. ve 27. ayetlerinde de in- fak ve harcama emredilirken, tüketim sınırının ölçüsüzce aşılması yasaklanıyor: "Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir."
Değerlendirme ve sonuç
Yüce Allah, bizler için sayısız nimetler yaratmıştır; Kur’an’ın ifadesiyle bunları saymakla bitiremeyiz. (Bkz. Nahl, 18) Allah herkesin rızkını verir. (Bkz. Hûd, 6) Dünya ve erişebildiğimiz diğer âlemler, sayısız nimetler üretmeye müsaittirler. (Yeniçeri, Celal; İslam Açısından Tüketim, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yay., İstanbul, 1996, s.74) Fakat şu bir hakikattir ki, insan denen varlığın sınırsız ihtirasları ve arzuları vardır. İktisadî prensip olarak ihtiyaçlar/arzu ve istekler sonsuzdur. Buna karşılık yeryüzünde, yer altı ve yer üstü servetleri ihtiyaçlara kıyasla göreceli olarak sınırlıdır. Çünkü bizim ihtiyaç ve arzularımızı karşılayacak kadar bol miktarda, her an üretilmiş mal bulunmaz. Dolayısıyla insanlar, seçimlerini İktisadî ve ahlâkî kurallara uygun olarak yapmaya mecburdurlar. Bu nedenle tüketimde, ölçülere uygun davranış, meşruiyet, he- lâl-haram ölçüsü, zaruret derecesine göre ihtiyaçların sıralanması ve her kademede israftan kaçınılması vardır.
İslami prensiplerin amacı, insanları kendi imkânları oranında dengeli harcamaya sevketmektir: Harcamalar ne gelirinden çok fazla olmalı, ne de zenginliklerinin çok altında kalmalıdır. Kısaca harcamalarda orta yol (iktisat) tutmalıdır. Böylece ne servet dolaşımı engellenmiş, ne de ekonomik kaynaklar israf edilmiş olur. (Afzalurrahman; a.g.e., c. 2, s.421)
İslâm’da ekonomi, ahlâkî değerler ve sosyal normlardan bağımsız değildir. Tüketim konusunda da durum aynıdır. Tüketim alanı Allah ın emir ve yasaklarıyla, diğer bir ifadeyle meşru alan ve miktarlarla sınırlandırılmıştır. (Ekrem Han, Muhammed; İslam Ekonomisinin Temel Meseleleri, (Çev: Ömer Dinçer), Kayıhan Yay., İstanbul, 1988, s.43)
İdeal bir İslâm toplumunda; başkalarıyla ilgilenme, diğer insanları kendi nefsine tercih etme, dul, yetim ve hastalara bakma, misafirlere ikram etme ve her türlü sıkıntı anlarında karşılıklı dayanışma bir erdem olarak kabul edilir ve bunlar birer davranış normudur. Ekonomik olarak da Müslüman insan, diğerleri için fedakârlık yapacak şekilde davranır. (Ekrem Han, a.g.e., s.44) Bu bakımdan zengin insan, dilediği ve istediği kadar sorumsuzca ve sınırsızca tüketim yapamaz. Zenginliğinin sadece kendi çalışması sonucu değil, aynı zamanda Allah’ın bir lütfü olduğunu bilir ve bu sebeple, ona bu zenginliği veren Allah’a karşı, servetini O’nun emrettiği biçimde kullanır, sosyal sorumluluklarını yerine getirir, asla gösteriş tüketimine yönelmez. Tüketim ve harcamalarında yalnızca kendi mutluluğunu değil, başkalarının mutluluğunu da hesaba katar ve ona göre hareket eder.
O halde tüketelim ama yönlendirilmeden, moda, marka ve reklâm etkisine fazlaca kapılmadan, ihtiyaçlarımızı imkânlarımıza göre sınırlayarak tüketelim. Yardımlaşmayı, kardeşliği ve dostluğu, açgözlülüğe, bencilliğe feda etmeden... "Tüketim özgürlüğümüzü sağlığımıza, sosyoekonomik yapımıza, tabiata, çevreye ve gelecek nesillerin potansiyel kaynaklarına zarar vermeden kullanalım." (Böhürler, Ayşe; İzlenim Dergisi, Sayı 1, s. 30) Her şeyden önce neyi istediğimizi iyi bilelim ve ihtiyaçlarımızı karşılarken, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını da karşılayacakları kaynaklan ölçüsüzce ve hoyratça tüketmeyelim. Mutluluğun sadece kendi tükettiğimizde değil, aynı zamanda fakir, yoksul ve yetimlerin de ihtiyaçlarını karşılamak için helalinden kazanıp harcamada olduğunu bilelim.