Makale

Fitne ve Fesat

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

fitne
ve fesat

Pürüzsüz bir hayat her insanın, her toplumun arzuladığı bir şey. Ama böyle bir arzuyu gerçekleştirmek hemen hemen imkânsız. Nitekim bütün milletlerin tarihi birer sıkıntılar, mücadeleler, çalkantılar okyanusu gibidir. Yaşanan zorlukların bir kısmı hayatın tabii akışının sonucu oluyor. O mücadeleyi vermek zorundadır insan. Ama bizzat insanın ortaya çıkardığı, sebep olduğu zorluklar, düzensizlik ve kargaşalar, hayatın kendisinin ürettikleri yanında çok basit kalıyor. Hâkim olma hırsı ve benzeri beşerî zaaflar bireysel ve toplumsal planda sayısız düzen bozucu, huzur kaçırıcı sonuç koyuyor insanlığın önüne. İslâm kültürünün dilimize kazandırdığı terimlerle ifade edecek olursak, fitne ve fesat unsurları ile doluyor insan hayatı.
Nedir "fitne", nedir "fesat"?
Esas itibarı ile çok geniş kapsamlı bir kavram, fitne. Dilimizde ve günümüz kullanımında anlam daralmasına uğrayarak, gizli, üstü kapalı, "suret-i haktan görünen" birtakım söz ve eylemler ile kargaşa çıkarmak, insanları birbirine düşürmek, bu amaçla çeşitli girişimlerde bulunmak" anlamlarında kullanılıyor.
Anlam daralmasına uğrayan terim ve kavramlar, ait oldukları temel anlamlarla bağlarını bir şekilde devam ettirirler. Yani mevcut anlam bir şekilde asıl anamı / anlamları kapsayacak şekilde açımlanabilir. Günümüz kullanımı ile "fitne"yi asıl anlamlarına ulaşmak üzere açıklamak istersek, bunun Kur’an’daki kullanılışlarına değinmek gerekir.
Arap dili kaynakları, "fitne"nin, "Altın ve gümüş gibi madenlerin tortusunu ayırmak için onları ateşte eritmek" olduğunu söylüyor. "Saptırmak", "görüşünden döndürmek", "caydırmak" gibi anlamları da var kelimenin. Kur’an’da "fit- ne"nin, bu temel anlamlar doğrultusunda daha geniş bir alana yayılarak kullanıldığını görüyoruz. "Ateşe / cehenneme atmak sureti ile azab etmek" (Zâriyât, 1314), "inanç uğruna ağır işkenceye uğramak" (Bürûc, 10) "belâ ve musibete çarptırıp sınamak" (Tevbe, 126) "hile ile saptırmak" (A’râf, 27) gibi kullanımlar bu konudaki bazı örneklerdir. Fitne ile ifade edilen bütün eylemlerin birleştikleri ortak anlamın "ayırmak" olduğu görülüyor. Altın ateşte eritilerek tortusundan ayrılıyor, işkenceye tabi tutulan, çeşitli entrika ve baskılara uğratılan müminler imanlarından koparılmak isteniyor, belâ ve musibete çarptırılan günahkârların, izledikleri yanlış yoldan ayrılmaları hedefleniyor.
Hz. Peygambere iman eden müminlerin, baskı ve işkence, sayısız komplo ve yıkıcı faaliyetlerin, isyan hareketlerinin ortak hedefi Müslümanları girdikleri iman yolundan döndürmek olduğu bilenen bir gerçek. Bu tür faaliyetlerin çeşitli vesilelerle "fitne" kavramı ile tanımlanmış olması bu ortak anlamı vurgulamaktadır.
Bu tür fitne hareketleri, müminleri "yoldan" çıkarma amacına yönelikti. Kur’an müminleri bu konuda şöyle uyarıyor: "Eğer onlar (münafıklar) da sizinle (sefere) çıksalardı, size bozgunculuktan başka katkıları olmayacaktı ve sizi fitneye düşürmek (hedefinizden uzaklaştırmak) için aranızda koşuşturacakları." (Tevbe, 47) Aslında fitnecilerin birinci hedefi Hz. Peygamber (s.a.s.) idi. Onlar Resulüllah’ı büsbütün kandıramasa- lar bile onu, getirdiği esasların bir kısmından olsun saptırmak arzusunda idiler. Bu sebeple vahiy şu açık uyarıda bulunuyordu: "Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmasınlar sakin." (Mâide, 49)
"Fitne"nin Kur’an’da sıklıkla kullanıldığı anlamlardan biri de "sınama ve imtihan vesilesi" (Te- ğâbün, 15) dir. Bu noktada, mal ve evlatların, özel bağlamda "fitne" olarak nitelenmesini de kelimenin Kur’an’daki kullanımlarının ortak paydası olan "ayırma", "caydırma" niteliği üzerinden değerlendirmek gerekir. Yani, "can yongası" mallara ve "ciğer pâresi" evlâtlara gösterilen aşırı düşkünlük, insanı asıl hedef olan Allah’a kulluk çizgisinden ayırır, uyarısını çıkarmak gerekir bu nitelemeden. Nitekim "Mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın" (Münâfikûn, 9) ayetinde bu uyarı açıkça dile getirilir/’Eşleri- nizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır, onlardan sakının" (Teğâbün, 14) ayetinin de temel işareti budur.
Fesada gelince, bu kavram ile fitne arasında sıkı bir "kan bağı", büyük bir "uyum" vardır. Zira sözlük anlamı ile "bozmak", "bozulmak" ve Kur’an’da genel kullanımı ile bozgunculuk demek olan fesat, her fitne hareketinin bir bakıma sonucu gibidir. Bu temel ilişki sebebi ile çok kere her iki terim birlikte, hatta birleşik kelime gibi kullanılırlar: "Fitne ve fesat" yahut "Fitne-fesat". Kur’an -tıpkı fitne gibi- fesat/bozgunculuk terimini de ince farklarla donatılmış geniş bir anlam yelpazesi içinde kullanır. Bu kullanımlarda temel yöneliş, fesat peşinde koşanla- rın, fesada sebep olanların kınanması ve kötülenmesidir. Şu ayetler fesatçılığa karşı Kur’an’ın genel duruşunu ifade etmektedir: "Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın" (Şuarâ, 183) "Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!" (Nemi, 14) "Yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez." (Kasas, 77)
Kendileri Allah’ı durmadan zikir ve tespih ederken, yeryüzünde fesat ve kargaşa çıkaracak, kan dökecek, insan diye bir varlığa yer verilmesinin hikmetini anlayamayan melekler sormuşlardı: "(Ey Allahım!) Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni teşbih ve takdis ediyoruz." (Bakara, 30) İnsanın bu bozguncu yanı öncelikle onun kendi yapısında / sosyal ve ahlâkî alanda boy gösterir. Fitneyi besleyen beşeri zaaflar ve hırslar fitneci yönelişleri de besler. Bencillik, tahakküm hırsı, mal düşkünlüğü bu olumsuz ortamın temel unsurlarıdır. Her bozulma bir çözülme getirir. İşte fesatçılığın "hasat" alanı bu bozulmuş ortamlardır. Çirkinlik, nizamsızlık, yozlaşma bozulmuş ortamların görüntüsüdür. Bu sebeple toplumsal çürümeyi tetikleyen- ler vahiy dili ile ağır şekilde tehdit edilmişlerdir: "İnananlar arasında hayasızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya, onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır." (Nûr,19) Fesadın yayılması her zaman doğrudan olmaz. Çok kere fesatçılık, iyi iş yapma iddiası ile sergilenir. Nice fitne kazanları "halka hizmet", "toplum yararı" ve "yapıcılık" etiketleri altında kaynatılır. Kur’an’ın münafıklara atfettiği bu tutum fesatçılıktan başka bir şey değildir. "Bunlara ’yeryüzünde fesat/bozgunculuk çıkarmayın’ denildiğinde, ’Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. İyi bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir, fakat bilmezler." (Bakara,ıı- 12) Bu bilmeyiş bazen "gafletten" kaynaklandığı gibi bezen da "hiyanet"ten beslenir.
En yaygın fesat alanlarından biri de toplum düzenine karşı baş kaldırma ve isyan fitnesi sonucunda ortaya çıkar. Kur’an bu suçu işleyenlere en ağır cezaları öngörmüştür. (Mâide, 33) Bu tür fesat ortamlarını yaşayan toplum maddî ve manevî alanlarda büyük çözülme ve bozulmalara açık hale gelir. Can ve mal güvenliği yerini anarşiye bırakır. Ülke olarak bunun acı tecrübelerini yakın geçmişte yaşadık. Anadolu coğrafyasını bir millete çok gören anlayışların beslediği fesat ocakları ne yazık ki tüttürülmeye çalışılmaktadır.
Fitne ve fesat hareketlerine karşı toplumun "sevk-i tabii"si kendini savunmak olacaktır. Bu, temelde iki yolla olur. Aktif yol, kolluk kuvvetlerinin devreye girmesi ile olur. Hz. Ebûbekir zamanında irtidat ve isyan hareketlerine karşı askeri güç kullanılması örneğinde kendini gösterir. Pasif yol, fitne ve fesat ortamına güç veren maddî ve manevî kaynaklara katılım sağlamamak, kargaşa ortamının yaydığı heyecan ve duygu dalgasına kapılmamak üzere pasif kalmak, "evinde oturmak"tır. Hadis-i şerifteki mesaja bakınız: "Öyle fitneler ortaya çıkacaktır ki, o sırada oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır. Bu fitne ona yaklaşanı içine alır. Bu durumda bir sığınak bulan oraya sığınsın." (Buharî, Fiten, 9)
Fesat olgusunun hiç eksik olmayan ve günümüzde daha da renklenip çeşitlenen bir boyutu var: İnsanî boyut. Burada kitleler hâlindeki güçsüz, çaresiz insanların yediği lokmaya, çocuğuna içireceği şuruba, sırtına giyeceği tek yalın kat giysiye göz diken azgın iştihalar söz konusudur. "Üçüncü dünya" insanının günümüzde yaşadığı trajedi budur. "Bu insanların günahı ne?" diye mi soruluyor? Üzerinde yaşadıkları toprakların zenginliği. Bir coğrafyayı harap edip beton tarlasına çeviren "fesat" böylesine kuvvetle esiyor, yanı başımızda, yöremizde. Nerede kapılacak "nimet" varsa orası savaşların odağı ve ateş çemberi halinde.
Fesadın geçen yüz yıl öncesine kadar bilinmeyen, görülmeyen bir yüzünü yirminci yüzyıl insanı / modern insan ortaya çıkardı: Çevre kirliliği, daha kapsamlı bir ifade ile "çevre dengesinin bozulması. Fesatın bu çeşidi, üzerinde yaşadığımız gezegenin imdat çığlıkları arasında sürüp gidiyor. Göstermelik cılız bazı önlem kıpırdanmaları sahiplerine bile inandırıcı gelmiyor. İç denizlerden vazgeçtik, okyanusları bile "zift"e beleyen tanker kazalarının önünü kim, nasıl alacak? Fesatın ulaştığı evrensel boyuta bakınız. Orman yangınları her gün ciğerlerimizin bir kısmını alıp götürüyor. Bütün bunlar insanın kendine oynadığı "oyun"un birer parçası. Fesatın sebebi de hedefi de insan. Çelişkilerle dolu değil mi insan yönelişleri? İşte bunu dile getiriyor Kur’an: "İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır." (Rûm, 41) ve "İnsan çok zalimdir, çok nankördür." (İbrahim, 34)
Bütün fitne ve fesatların, çürümüşlük ve bozulmuşlukların beslendiği bataklık düşünce fesatıdır. Tevhit inancının yitirilmesi yahut gereklerinin yerine getirilmemesi de düşünce fesatının asıl ve en büyük sebebidir. Dar anlamı ile fitne ve fesat da bu bataklığın ürettiği sivrisineklerden sadece ikisi.
İnsan zihinsel kirlilikten kurtulamadığı sürece fitne ve fesadın egemenliği de sürecektir.